Kültürel Yozlaşma ve Yılbaşı
Bugün İslam toplumu maalesef kendi öz diline, musikisine, sanatına, mimarisine ve çevre düzenlemesine yabancılaşan bir toplum haline gelmiştir.
Bosna-Hersek Devleti’nin kurucu lideri Aliya İzzetbegoviç kendi özüne yabancılaşmayla alakalı olarak: “Müslümanlar bugün batılı medyanın sarsıntısı altında. Bunun doğal bir sonucu olarak İslam ülkelerinde büyük bir kültürel yozlaşma ve sosyal dönüşüm olgusu yaşanıyor. Bu da önemli bir kimlik krizini beraberinde getiriyor” tespitinde bulunmuştur.
Öyleyse kültürel yozlaşmanın ne olduğuna kısaca bir bakalım.
Kültürel Yozlaşma: Türkçe sözlüklerde doğasındaki iyi nitelikleri sonradan yitirmek, orijinalliğin bozulması ve bir şeyin manevi niteliklerden uzaklaşması şeklinde tanımlanmaktadır. (TDK, 1992: 778)
Başka bir deyişle kültürel yozlaşma; toplumu ayakta tutan ahlaki, manevi ve insani değerlerin yabancı kültürlerin etkisinde kalarak tahrip olması bir bakıma aşınmaya uğramasıdır.
Hakikaten bugün yozlaşma öyle bir boyuta ulaşmıştır ki işyeri isimleri ve hatta şahıs isimleri yabancı kelimelerden seçilmiş; öyle ki özellikle büyük kentlerimizde işyerlerinin yoğunlukta olduğu bir caddeden geçerken adeta kendimizi yabancı bir ülkedeymişiz hissini vermektedir. Yüce Allah (cc) şöyle buyuruyor:
إِنَّ اللّهَ لاَ يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتَّى يُغَيِّرُواْ مَا بِأَنْفُسِهِمْ وَإِذَا أَرَادَ اللّهُ بِقَوْمٍ سُوءاً فَلاَ مَرَدَّ لَهُ وَمَا لَهُم مِّن دُونِهِ مِن وَالٍ
“Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez. Allah bir topluma kötülük diledi mi, artık onun için geri çevrilme diye bir şey yoktur. Onların Allah’tan başka yardımcıları da yoktur.” (Ra’d 11)
Ünlü düşünür Aristo’nun söylediği ifade edilen şu söz kültürel ve ahlaki bozulmayı işaret etmektedir: ‘En bedbaht millet, kaleleri ayakta iken kültürü ve ahlakı harabe olan millettir.
Müslümanların batı kültürüne özenmesi neticesinde yardımlaşmanın yerini çıkarcılık ve duyarsızlık almış, anadil yabancı kelimelerle yozlaşmış ve dini bayramlar özünden uzaklaştırılarak tatile dönüştürülmüştür.
Büyük alim el-Fudayl b. lyaz (r.a.) şunları söylemiş:
“Yolcuları az da olsa sen hak yoldan ayrılma.
Rağbet edeni çok da olsa kötü yola sapma.”
Kültürler Sürekli Etkileşim İçerisindedir
Kültürlerin milli olması, içlerine kapanık, diğer kültürlerden kopuk olmaları anlamına gelmez. Yeryüzünde saf, katışıksız kültür unsuru yoktur. Hiçbir dil, mimari, musikî yoktur ki diğerlerinden etkilenmemiş ve beslenmemiş olsun. Kültürler birbirlerinden beslenir, birbirlerinden etkilenirler. Ancak etkilenme, aynileşme ve kopyası haline gelmeye dönüştüğü zaman işte o zaman yozlaşma ve sonuçta yok olma süreci başlar.
Milletler, insanlığın ortak hazinesi olabilecek kültürleri alıp kendilerinden bir şeyler katarak özüne uygun hale getirmeleri gerekir. Filozof Alain: “Aslanın vücudu yediği diğer hayvanların vücudundan meydana gelir, ama aslan her zaman kendisidir. Aslan sabahleyin bir tavşan yediği zaman kulakları uzamıyor, öğleden sonra bir geyik yediği zaman boynuzları çıkmıyor. Yaratıcı, aslana yediği her şeyi aslana dönüştürme özelliği vermiştir.” der. Bizler de insanlığın ortak kültür mirası olabilecek hususları alıp özümüze uygun hale getirmeliyiz.
Kültürümüzün dünyaya kapatılması, durağan hale getirilmesi elbette söz konusu olamaz. Bunu istesek de yapamayız. Çünkü internet çağında yaşıyoruz. Kitle iletişim araçlarının baş döndürücü bir hızla geliştiği dünyamızda, özü korumak şartıyla, değişim, çağdaş dünyayla rekabet etmenin vazgeçilmez şartı olmuştur.
Hal böyleyken “Batının bilim ve teknolojisini alalım ama kültüründen uzak duralım” düşüncesi geçerliliğini yitirmiş olsa gerek. Burada yapılması gereken şey, çok iyi bir şekilde seçmeci, ayıklamacı olmayı başarabilmektir.
Bal arısının, bal gibi bir gıdayı üretebilme özelliği ile birlikte, zehir üretme özelliği de vardır. Arıya yaklaşmasını bilen akıllı insan, balından yararlanır. Arıya nasıl yaklaşacağını bilemeyenler ise zehirinden nasibini alır.
Hikmet mü’minin yitiğidir ve onu nerede bulursa almalıdır, ilkesinden hareketle meşru ölçüler dahilinde Batının zararlı kültürü değil de bilim ve teknolojisi örnek alınabilir.
Ancak hemen belirtelim ki Müslümanlar olarak bizler, dün olduğu gibi bugün de insanlığın istifadesi için icat ve buluşlara imza atmalıyız ki böylelikle Batının teknolojisinin esiri olmaktan kurtulmuş olabilelim.
Batı toplumunun bilimi değil de özümüze uygun düşmeyen kültürü örnek alınırsa bu insanın dini hassasiyetlerine ters düşebilir.
Bu meseleyi bir misalle açıklayalım. Mürekkep şişesine birkaç damla su damlatılsa o, yine mürekkeptir. Yazılır okunur. Su ile mürekkep müsavi olursa zayıf yazılır, zayıf okunur. Su miktarı fazla, mürekkep az olursa artık ne yazılır nede okunur.
Dini kültür mürekkebe benzer, yabancı kültürler mürekkep içine katılan suya benzer. Bu nedenledir ki batı kültürlerinden ancak bilim alınmalı, kültürü hususunda ise seçici davranılmalıdır. Zaten asırlardır elde edilmiş ve kültürel zenginlikle bezenmiş İslam kültürü, bir Müslüman için ziyadesiyle kafidir.
Müslümanın Kendisine Has Bir Duruşu Olmalıdır
İslam, ilk vahiyden itibaren kendisine has bir kültür oluşturmak için ölçüler koymaktadır. Bu ölçülerden birisine şu hadis-i şerifi misal olarak verebiliriz. Sevgili Peygamberimiz Medine’ye hicret ettiklerinde, Medinelilerin eğlendikleri iki günleri vardı. Peygamberimiz (sav); “Bu günler nedir?” diye sordu ve bunun üzerine Medineliler; “Biz câhiliye döneminden beri bu günlerde eğleniriz” dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz; “Allah size, o iki gün yerine daha hayırlı iki bayram vermiştir. Bunlar Ramazan ve Kurban Bayramlarıdır” (Ebû Dâvûd, Salât, 245.) buyurmak suretiyle insanın en doğal hakkı olan eğlenceye İslami bir motif getirmiş, Medinelileri eğlencelerinde ve bayramlarında kendi hallerine bırakmamış ve böylelikle de eğlence kültürünün İslami hassasiyetler içerisinde kalmasını sağlamıştır.
Dini ve kültürel kimliğin korunmasında her milletin ve inanç grubunun elbette kendisine has davranış biçimleri, örf ve adetleri olacaktır. Bu gayet doğal bir durumdur. Bunların en tabii, en güzel ve doğal olanları insanın yaratılışına en uygun düşenleridir. İlke ve uygulama olarak insanın doğasına en uygun ve uyumlu bir din olan İslam, bu ilke ve uyumun günlük hayata yansımasını istemektedir. Kültürel kimlik ve kişiliğin, başka kültür odaklarından farklı olmasını gerektirmesi, yeni bir kimlik ve toplum inşa etme amacına matuftur.
Kureyş’in ileri gelenleri Hz. Peygambere (sav): “Atalarının dinine dön, elbette onlar senden daha faziletli ve senden daha yaşlıdırlar.” demişlerdi de bunun üzerine Allah Tealâ insanlığa örnek olarak gönderdiği Habibinin her hususta farklı olmasını istemiş ve:
ثُمَّ جَعَلْنَاكَ عَلَى شَرِيعَةٍ مِّنَ الْأَمْرِ فَاتَّبِعْهَا وَلَا تَتَّبِعْ أَهْوَاء الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ
“Sonra seni din konusunda bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy; bilmeyenlerin isteklerine uyma.” (Casiye 18) âyet-i kerimesini indirmiştir.
İslam; Yüce Allah’ın (cc) razı olduğu bir din, Müslüman ise bu dinin ilkelerini hayat prensibi haline getiren kimsedir. Bu nedenledir ki Müslümanın kendisine has bir duruşu olmalıdır. İslam, inananları giyimden tutunuz da yemeye içmeye varıncaya kadar, hayatın her aşamasında gayri Müslimlere benzemekten alıkoyan bir dindir. Müslüman, bir kimliğe mensubiyetten öte, bununla beraber İslam’ın istediği duruşu sergileyen kişidir. İman etmek suretiyle izzeti kuşanmış bir Müslümanın, münkir sahibi olmakla zillet içerisinde kalmış bir kafiri taklit etmesi doğru bir şey değildir.
Efendimiz (sav) şöyle buyuruyor: “İslam yücedir, hiçbir şey onun önüne geçirilemez.” (Buhari Cenaiz 79, Darekutni Sünen 3:525) Bizatihi yüce olan İslam’ın inşa ettiği kültür de ve o kültürün mensupları da yüce olmalıdır.
Kültürel Yozlaşmanın En Yoğun Olarak Yaşandığı Zaman Dilimlerinden Biri de Yılbaşı Etkinlikleridir
Yeni bir yıla girerken, ömür sermayesinden bir yılı daha geride bırakmanın hüznü ile de mükedderiz. Geçmiş yılların muhasebesini yapacak yerde ömrü bize bahşeden Rabbimizi unuturcasına çılgınlar gibi eğlenerek yeni yıla girmekteyiz. Halbu ki dinimizde yılbaşı ve noel kutlamalarının yeri yoktur. Yılbaşının biz müslümanlar için, milletler arası takvim başlangıcı olmasından başka hiçbir özelliği yoktur. Bir Müslüman için yılbaşı Muharrem ayının ilk günüdür.
Hıristiyanlarca her yıl 25 Aralık Hz. İsa (as)’ın doğumunun yıl dönümü kabul edildiği için bir hafta boyunca çeşitli etkinliklere yer verilmektedir. Yıllar geçtikçe bu kutlamalar batının içi küfür dolu kültür ihracına dönüşmüştür. İlk defa Almanya’da 1605 yılında ortaya çıkmış, aslı ve mesnedi olmayan “Noel Baba” efsanesi de yaygın bir biçimde işlenmiştir. (Yeni Türk Ansiklopedisi Komisyon, Ötüken Yayınevi, İst. 1985 c. 7, s. 2687) Bu nedenle Müslüman bir kimsenin, İslam kültüründe hiçbir yeri olmayan Noel’i ve yılbaşını kutlaması doğru değildir.
Üzülerek ifade edelim ki bu gün Müslüman çocuklar kendi dede ya da babalarından değil de Batı kültürünün rol model olarak takdim ettiği Noel Baba denen, o ne olduğu meçhul birisinden hediye beklemektedirler.
Noel ve Noel Babanın kim olduğunu Arif Nihat Asya’dan dinleyelim. A. N. Asya: Yılbaşı ve Noel Baba, neyimiz olur diyerek söze başlar ve şöyle devam eder. “O, Haçlı Seferleri’nden kalma bir kılınç artığıdır. O zaman silâhla giremediği yerlere, şimdi beyaz sakalıyla saygılar ve sevgiler toplayarak giriyor.
O, evimize girerken eşeğini kapımızın halkasına bağlayan bir Piyer Lermit’tir… Kardeşlerini Mukaddes Savaş’a hazırlamaktan geliyor. O, adıyla sanıyla bir misyonerdir ki, kılığını değiştirmiş ve bizi avlamaya, kucağında getirdiği oyuncaklarla en can alıcı noktamızdan çocuklarımızdan başlamıştır. Bırakın, onun hakkından ben gelirim: İşte sakalını çekince gördünüz… sakalı elimde kaldı ve altından Lücifer (şeytan) çıktı.” Devamında da “Tehlikeyi sezer de kendiliğinden gitmeye kalkarsa çıkarken ceplerini yoklamayı unutmayınız: Muhakkak, bir şeyinizi çalmıştır!” diyerek noel ve noel babanın gerçek yüzünü ifşa etmiştir. (Yeşilay Dergisi Eylül 2002. sayı 826)
Yılbaşı gecesi yapılan seviyesiz çılgınlıklar, cılk ve cıvık etkinlikler, üryan ve rezaletin kol gezdiği eğlenceler bizim dini hassasiyetimize zarar vermektedir. Müslüman uyanık olmalı, kişiliğine ve kimliğine sahip çıkmalıdır. Biz onlara değil, dün olduğu gibi onlar bize benzemelidir. Unutmayalım ki Rabbimiz: “Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.” (Maide 51) buyurmak suretiyle bizi uyarıyor.
Sonuç Olarak; Müslümana yakışmaz yabancı kültürler, adetler, seviyesiz kutlamalar. Bize yakışmaz müsrifçe yapılan hazırlıklar. Şüphesiz bir millet kendini değiştirmediği sürece Allah’ta onları değiştirmez. Kim bir topluluğa benzerse onlardan sayılır. İskender Pala kültürdeki yıkıma dikkat çekerek şöyle söylemiştir. Zaten kültür kılıca hep galip gelmiştir. Milletleri yıkan, savaşta değil kültürdeki mağlubiyettir.
Müslümanların Gayri Müslimleri Dost Edinmesi Ve Onlara Benzemesi Yasaktır
Yüce dinimiz İslam, gayri Müslimlerle alışverişin yasak olmadığını, hatta İslamı tebliğ için onlarla ölçülü olmak kaydıyla dostane ilişkiler içerisinde bulunmayı teşvik etmektedir. Yasak olan dostluk ise Müslümanların, kimliklerinin zayıflamasına hatta yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmalarına sebep olan, ölçüsünü kaybetmiş ve hayranlık noktasına ulaşmış olan dostluklardır.
İbn Abbâs’tan gelen bir rivayete göre: Ubâde ibnu’s-Sâmit Bedr gazvesinde bulunmuş müttakî bir sahabî idi. Onun yahudilerden anlaşmalı oldukları dostları vardı. Türlü sıkıntılara rağmen birazcık rahatlama olabilir düşüncesiyle Hendek savaşı günü: “Ey Allah’ın elçisi, yanımda beş yüz yahudi var. Benimle beraber çıkmalarını düşünüyorum. Böylece düşmana karşı onlarla daha bir güçleniriz,” dedi. Bunun üzerine Allah Tealâ Maide Suresinin 51. âyet-i kerimesini indirerek, bir Müslümanın Ehl-i Kitaba karşı tutumunun nasıl olması gerektiğini haber vermiştir. (Vâhıdî, Esbab-ı Nuzül s. 72-73) İnzal olunan ayet-i kerimede yüce Allah şöyle buyurmaktadır.
يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارٰى اَوْلِيَاءَ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَاءُ بَعْضٍ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ فَاِنَّهُ مِنْهُمْ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِى الْقَوْمَ الظَّالِمٖينَ
“Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.” (Maide 51)
Abdullah İbni Mes’ûd (ra) şöyle dedi: Resûlullah (sav)’e bir adam geldi ve: Ey Allahın Resûlü, bir topluluğu seven fakat onların işlediği amelleri işleyemeyen bir insan hakkında ne buyurursunuz? dedi. Hz. Peygamber de: « المَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ » “Kişi, sevdiği ile beraberdir” cevabını verdi. (Buhârî, Edeb 96)
“Kişi sevdiği ile beraberdir” beyânında iyilik-kötülük ayırımı yapılmamış, genel bir kaide olarak durum ortaya konulmuştur. Bundan iyileri seven iyilerle, kötüleri seven de kötülerle beraberdir, anlamı çıkar. Zaten insan, sevdiği kimselerle olmayı onların yakınında bulunmayı ister. Sevmediği kimselerle birlikte vakit geçirmek, başlı başına azap vesilesidir. Kimse de böyle bir beraberliğin peşinde olmaz. Birlikte olma arzusunun temelinde sevgi yatar. Sevgi beraber olmanın temel şartıdır. Müslüman, kimlere karşı sevgi duyduğuna dikkat etmelidir. Çünkü işin sonunda onlarla beraber olmak vardır.
Nitekim meselenin vahametini ortaya koyan bir hadis-i şeriflerinde sevgili Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyuruyor: من تشبّه بقومٍ فهو منهم “Kim bir kavme (topluluğa) benzemeye çalışırsa o, onlardandır.” (Ebu Davud, Libas 4)Ebu Hureyre’nin naklettiği başka bir hadiste Peygamber (sav) şu şekilde buyurmaktadır: “Yahudi ve Hıristiyanlara benzemeye özenmeyiniz.” (Tirmizi Edep 41) Özellikle bu hadis-i şerif üzüm üzüme baka baka kararır, atasözü gibi çok önemli psiko-sosyal gerçeklere işaret eder ve şekli benzeşmenin sonuçta itikadi benzeşmeye götüreceğini anlatır. İbni Haldun konuyla ilgili olarak önemli tarihi gerçeklere işaret ederek benzeşmeyi, mağlupların galipleri taklid etme psikolojisi olarak açıklamaktadır. (İbn Haldun, Mukaddime (trc.) I/374-75.) Ancak bu kadar ikazlara rağmen Müslümanlar maalesef, gayri Müslimleri dost edinecek ve onlara her meselede benzemeye çalışacaklardır. Bu gerçeği beyan buyuran Peygamber Efendimiz (sav):
لَتَتَّبِعُنَّ سَنَنَ مَنْ قَبْلَكُمْ شِبْرًا بِشِبْرٍ ، وَذِرَاعًا بِذِرَاعٍ ، حَتَّى لَوْ سَلَكُوا جُحْرَ ضَبٍّ لَسَلَكْتُمُوهُ » . قُلْنَا يَا رَسُولَ اللَّهِ ، الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى قَالَ « فَمَنْ»
“Sizden öncekilerin yoluna karış karış uyacaksınız. Hatta onlar bir keler deliğine girseler sizler de onları takip edeceksiniz” buyurdu. Biz “Ya Rasülellah! Bu ümmetler Yahudi ve Hıristiyanlar mıdır?” diye sorduk. O da “Başka kim olacak” buyurmuşlardır. (Buhari Enbiya 50)
Sonuç Olarak Söylemek Gerekirse
Unutmayalım ki Rabbimizin: “Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar. İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.” (Maide 51) şeklinde ilahi ikazı mevcuttur.
Hadis-i şeriflerde Peygamber Efendimiz (sav): “Kim bir kavme (topluluğa) benzemeye çalışırsa o, onlardandır” (Ebu Davud, Libas 4) ve “Kişi sevdiği ile beraberdir.” (Buhari Edeb 96) buyurmaktadır.
Bir Müslümanın, zulmün kol gezdiği, İslam düşmanlığının zirveye ulaştığı, Müslümanların varlığına dahi tahammül edilmeyip, sırf Müslümân oldukları için Afganistan’da, Myanmar’da, Çeçenistan’da, Irak’ta, Filistin’de, Arakan’da, Mısır’da, Doğu Türkistan’da Yemen’de Afrika’da ve Sûriye’de bütün dünyanın gözleri önünde insanlar katlediliyor, birçoğu sakat bırakılıyorken ve namusları kirletiliyorken, elinde Müslüman kanı bulunan ve vicdanını yitirmiş milletlerin kültürlerine heveslenerek yılbaşı kutlaması doğru bir şey değildir. Bu nedenle; Yılbaşını kutlama gibi bir gaflete düşmeyelim. Kutlayacaksak kendi dini ve milli bayramlarımızı, Efendimizin (sav) doğum gününü ve kendi Hicri yılbaşımızı kutlayalım. Kutlarken de ölçüyü elden bırakmayalım. İslam’ı bütün benliğimizle yaşayalım. Yaşayalım ki, İslam’ın dışında hiçbir sistemin, hiçbir düşüncenin insanlığı huzur ve mutluluğa götürecek güce sahip olmadığını bilelim.
Merhum Şair Necip Fazıl Kısakürek “7 hristiyan bir danaya ortak girmedikçe; çam ağacı süslemem”. diyordu.
Son olarak Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’a atfedilen, aslında Şair Ömer Berber’e ait olan ve 1981 yılında Hakses Dergisi’nde yayınlanmış olan bir şiirle sohbetimi tamamlıyorum.
Ya Rab! Böyle mi olacaktı, benim cennet yurdum?
Baktım da etrafıma yalnızım, ağladım durdum.
Bir mânâ veremedim, şu Milâdî yılbaşına!
Şaştım da kaldım, Müslümanların vah telaşına!
Çevirdim başımı, nereye ettimse bir nazar.
Gördüm ki, Noel için hazır, yer-yer çarşı-pazar.
Haykırmak gelmişti içimden, seslendim millete.
Heyhat! Duyuramadım, ne Âhmed’e ne Mehmed’e.
Ey Âlem-i İslâm’ın baş tacı, büyük Türkiye!
Mukaddesatı unuttun, Avrupa diye diye!
Yurdumu işgal eylemiş, şu garbın safsatası,
Kiminin maymunu var, kiminin “Noel babası!”
Ya Rab! Başta nefsimiz olmak üzere neslimizi, yolcuları az da olsa sen hak yolundan ayırma. Rağbet edeni çok da olsa kötü yola saptırma.
Ya Rab! sen cömertsin ve kerem sahibisin. Bizleri, hidayete ermiş ve salih kullarının yoluna girmiş kimselerden eyle. Bizleri helak olmuş, küffarın yoluna dalmış kullarından eyleme.
İslam’ın ve insanlığın hakim kılınmasını arzu ettiğimiz miladi yeni yılın, âlem-i İslam’ın uyanışına vesile olmasını Cenab-ı Haktan niyaz ederim.