‘Dua’da asıl hedef kulun kendi durumunu Allah’a arz etmesi (sunması) olduğuna göre, bu, kul ile Allah arasındaki
bir ilişkidir.
İbadetin ve kulluğun semeresini Mabuttan istemek olan “dua”; elbette Peygamberimizin buyurduğu gibi “Dua ve abdest müminin silahıdır”.Yani çift silahlı silahşor oluyoruz.Abdest silahın kılıfıdır.. Fakat bu silahın mermileri takvamızdır. Yani Allah’a karşı sorumluluk bilincimizdir. Bir başka deyişle, ibadetlerimizdir. Sizin silahınız kaç kalibrelik ve şarjörü kaç tane mermi alıyor?
Duamızın başında ve sonunda salâvat okumamız lazımdır. Çünkü silahımızın yağı da salâvatlardır. Bir kaç senede birde silahımıza bakım yaptırmalıyız. Yani, Hac ve umreye giderek, şarj olmalıyız. Sakın ha maddi imkânımız yok demeyin. Öncelik neye verdiğimize bağlı, hepimizin birçok israfı var. Mesela sigara içenler, sigara parasını bir yıl biriktirse umreye gidebilir.
Eğer bir gün çok büyük bir derdin olursa;“Rabbim benim çok büyük bir derdim var” deme! Derdine dön;
– “Derdim benim çok büyük bir Rabbim var” de.
Mustafa İslamoğlu duayı şöyle anlatır:”Dua güftesi ıstırap, bestesi mahrumiyet olan bir özge ilahidir. Duada ellerimizi kullanmamızın sebebi bellidir: Ya Rab! Elimden gelen her şeyi yaptım! Elimden gelmeyen için el açtım! Bitmeden bittim dememek lazımdır. Ne zaman gerçekten “bittin” ise, Rabbimiz “yettim” der.”
(Ey Muhammed!) De ki: “Duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin! Fakat siz yalanladınız. Öyle ise azap yakanızı bırakmayacak.”(Furkan s.-77)
Sahabelerden biri, Hz. Ebûbekir’in yanına gelerek:
-Çok günahkârım, der. Benim için dua eder misiniz?
Hz. Ebûbekir:
-Yâ Rabbi, der. Bir günahkâr, bir diğerinden dua istiyor. İkisini de affeyle.
Ama bazıları uyduruk fıkralarla itikadına zarar veriyor haberi yok. Efendim güya bir fakir dua ediyormuş:
-“Ya rabbi bana bir ayakkabımın olmasını nasip eyle!” diye. Yanında da zengin biri bunu duymuş. Hemen bir ayakkabı parası vermiş ve:
-“Allah’ı meşgul etme!? Ben büyük bir ihalenin benim olması için dua ediyorum” demişmiş. Bu ne rezalet yahu!… Haşa Rabbimiz yarattıklarının duasının hepsini birden duyar ve meşgul olmaz. Böyle fıkraları ne anlatalım ve anlattıralım.
- Mehmet’in tahsildarı Kara Abdullah’ın oğlu sıtmaya yakalanmış. Şöyle dua etmiş:
-“Ey sıtma! Çocuğumun yakasını bırakmazsan, Anadolu kazaskerlerin günahı senin olsun”. Çocuk iyileşmiş. IV. Mehmet:
-“Niye Rumeli kazaskerleri değil de, Anadolu kazaskerlerinin günahı” diye sormuş? Kara Abdullah:
-“Rumeli kazaskerlerin günahı daha çoktur. Daha kuvvetli hastalıklarda kullanırım” demiş.
Tabii duayı herkes yapıyor. Ama kafiyeli mi olmalı, belli gece veya saatlerde mi yapmalıyız. Duamız kabul olmadıysa sebebi bunlar mı? Hayır!.. Samimiyet ve kulluğumuzla alakalıdır..
Duayı kendi lisanımızla irticalen yapmak daha efdaldir.Yoksa illa da özel arapça dua yapmakta keramet yoktur.Hatta bilmeyerek neler neler diyebiliriz:
Cumhuriyetten önce, Harput (Elazığ)’un Çarsancak adlı kasabasında, beylerden biri (galiba Mehmet Bey) Harput’un şair ve nüktedan âlimlerinden Nusret Efendi’ye gelir, kendisine, hiç kimsenin bilmediği etkili bir dua öğretmesini ister. Nusret Efendi kendi lisanıyla anlayarak ve içten dua etmenin daha faziletli olduğunu söylemiş. Ama nafile, illa da Arapça ve kimsenin bilmediği bir dua diye ısrar etmiş. Nusret Efendi de ona şu duayı öğretir : “Allahümmec’alni dubben kebiren fi cebelil azim”.
Kimsenin bilmediği duayı öğrenmekle sevinen Mehmet Bey, dört yıl bu duayı okur. Bir gün, evine bizim Naimi beyin babası, Harput’un ünlü âlimlerinden Kemal Efendi gelir. Namaz kılarlar. Mehmet Bey müftü Kemal Efendi’ye, kimsenin bilmediği dualar bildiğini işittirmek için namazın ardından ellerini kaldırıp işitilecek bir sesle : “Allahümmec’alni dubben kebiren fi cebelil azim” der. Duayı duyan Kemal Efendi, Mehmet Bey’e o duayı bir daha okumamasını söyler. Mehmet Bey sebebini sorar. Kemal Efendi duanın anlamını açıklar: “Canım sen, ‘Allah’ım, beni büyük bir dağda kocaman bir ayı yap diyorsun’ der. Bunun üzerine Nusret Efendi’ye karşı gazapla dolan Mehmet Bey, duasının kabul edilmediğine şükreder ve silahını kaptığı gibi, Harput’a gelir. Amacı, Nusret Efendi’yi öldürmektir. Fakat Nusret Efendi durumu öğrenince derhal, herkesin saygı duyduğu Beyzade Efendi’ye sığınır. Beyzade, kendisini tehlikeli durumdan kurtarır. Mehmet Bey’e: “Canım sen ne diye ondan dua soruyorsun? O bilmez, buna benzer bir dua var ama o bilmeyerek sana yanlış öğretmiş” deyip Mehmet Bey’i yatıştırır.
Dualarımız; ister Türkçe, ister Arapça olsun. Anlamını bilerek, sade ve içten yapıldığı zaman güzel ve makbuldür. Rabbimiz duamızı kabul eyleye!.. Âmin dediniz mi? Dualara âmin diyerek iştirak ederiz. Ama sonra yan gelip yatamayız. Gereğini yapmalıyız.Bana da dua ediniz!
Son yazım olması hasebiyle tüm okurlarımızdan haklarını helal etmelerini rica ediyorum.Din görevliler haftasına girdiğimiz bu hafta dolayısı ile, şu sözlerle bitireyim:
“İmam” demek “ana yürekli” adam demektir. İmam, ölü değil diri yıkayan adamdır. Her cami Kâbe’nin şubesi, her imam Peygamber’in temsilcisidir. Her şeyin bir imamı vardır:
İman, kalbin imamıdır.
Kalp, insanın imamıdır.
İnsan, yeryüzünün imamıdır.
Yeryüzü, gezeğenlerin imamıdır.
Cami, şehrin imamıdır.
İmam, cemaatin kalbidir.”
1-7 Ekim Camiler ve Din görevliler Haftası ve Kurban Bayramınız kutlu olsun.
Allaha ısmarladık…
Eline sağlık Hocam!