İpinle çıktım kuyuya
Kuyuya çıktım ipinle
Dediler, çıkılası değildir kuyu
Karanlıktır, inilir.
İn/dir.
Dedim, nedir ki in?
Mağara, dediler.
Bilgelerine götürdüler.
Bir mağara düşün dostum,dedi
Duvarına gölgeleri yansır hakikatlerin
Gerçek sanırsın.
Ne zaman çıksan dışarı
Görürsün hakikatleri
Güneşi görür söyleyemezsin
Bir mağara düşün dostum yanılgılar ülkesi
Bu yüzden atıyor herkes kendini dışarı
Bu yüzden mi dışarıda hayat?
Bu yüzden mi sergilemek her şeyini güneşin altında ?
Ve hayatı güneşlere taşımak?
Karanlık korkusu bu yüzden mi?
Balkonlar, sokaklar, kalabalıklar…
Bin parçaya bölünmüş gösterişli bedenler
İçeri korkusu mu mahremlerin sergisi?
Özü mağaradan çıkmak olan bir medeniyet düşün
Bir mağara düşün dostum
Bir Hira düşün
Öyle bir mağaraya gir ki
Gölge olduğunu göstersin sana dışardakilerin
Ve öğretsin sana
Merhamet olduğunu karanlıkların
Bil ki bazen görmek için örtmek gerekir
Bazen örtünmek gerekir korkmamak için
Bakmak gerekir bazen
Sırtını güneşe çevirip girmek ıssız mağaralara
Zirvesine çıktığın dağları alt ettim sanma
Mağaralarına in
Merhamet’e sığın Rahman’ın
Bir çocuk gördüm dostum annesini yitirmiş
Bir kadın su verirken bir cana
Bir yolcu gördüm dostum
Yörüngesi şaşırmış
Bir gemi gördüm yaklaşmazken limana
Bir nebi gördüm dostum yetim başı okşarken
Bir nebi
Cennetle müjdelerken
Yörüngeyi taşıdı yolcunun ayağına
Gemiyi liman yaptı denizin ortasına
Dediler, imkansızdır denizi liman yapmak
Bir mağara var dostum
Karanlığı aydınlık
Aydınlık mı? dediler
O tam bizim işimiz
Güneşten gelir bize ekmeğimiz, aşımız
Aydınlanma istersen yoktur bizim eşimiz
Bir bilge var şu dağda yüreğimiz başımız
Görmek istiyorsan ışığa sığın
Güneşi al arkana aydınlansın önlerin
Mağarandan çık
Gözünü kullan
Yine de bil
Bir ateştir aydınlık
Bil yine de dedi bilge
Bir ateştir aydınlık
Bu yüzden mi bu güneş?
Bu yüzden mi bu sahil?
Bu yüzden mi yakıyor geceri aydınlık
Azalıyor yıldızlar karardıkça geceler
Bu yüzden mi benziyor silahlar güneşe?
Çözülmüş beyin gibi çıkıyor gökyüzüne
Bu yüzden mi gözlerim yüreklerimden üstün?
Bu yüzden mi bilincim kulaklarıma küskün?
Bir medeniyet düşün dostum
Aklı fikri göz olan
Bir kulaktı oysa karanlıkları gören
Bir vahiy bir ses
Bir elçiyi dinledim merhametten bir halka
Etrafında çevrilmiş anlatıyordu bir halka
Bir nebi dinledim dostum
Sözü yıldız parçalar
Dinledikçe gönlümde birleşiyor parçalar
Bir nebi gördüm dostum
Bir çocuk taşıyordu sonsuz secdelerinde
Merhamet taşıyordu
Taşımak mı? dediler
O işi bize bırak
Deniz bize deredir
Yakındır bize ırak
Taşımakla kuruldu bu belde bu saltanat
Bir şair var orada
Her kelimesi sanat
Dedi,bak şu tepeye kanat yüklü insanlar
Dedim,nedir ki bunlar neden kanatları var
Dedi, bazısı var kanatla uçayım der
Gökyüzüne varayım bulut olsun bana yer
Dedim, uçmak için değil mi bu kanatlar
Dedi ,uçası değil acınası insanlar
Dedi, onlar hayatta aşağı düşecekler
Unutma her düşenin mutlaka kanadı var
Dedim ki, her birimiz düşesi değil miyiz?
Öyle buyurdu şair susası değil miyiz?
Bu yüzden mi bu düşüş, bu çöküntü, bu uçuş?
Kanatlarımız var da uçmaya mı çalıştık?
Ya da düşmek bitmezken kanada mı alıştık?
Gözlerimiz bundan mı her daim yukarılarda?
Uçamaya çalışırken kırıldı kanadımız
Bu yüzden mi uçaklar, füzeler, salıncaklar?
Bu yüzden mi bulutlar, ulaşılmaz umutlar?
Bir medeniyet düşün dostum düşmeyi uçmak sanan
Bir kanat düşün dostum düşmek için olmayan
Bir kanat düşün dostum alemleri kapsayan.
Dostum
Bir rahmet düşün
Bir kanat
Bir ufuk
Bir kanat nasıl tutar düşmeyi diye sorma
Düşmek mekanda olur
Bunu mekana yorma
Bir nebi düşün dostum
Mekanı zaman kılan
Bir düşüş düşün dostum
Zaman içinde olan
Bir düşüş düşün dostum
Zamanda uçmak olan
Mekan zaman, dediler
Anahtarı bizdedir
Dünyayı biz küçülttük
Zaman elimizdedir
Bilgeleri şairi artık geçmişte bırak
Zaman senin zamanın
Sadece kendine bak
Kendime baktım şimdi
Kıılmış bir çift kanat
İster düşlere uyan
İstersen gerçeğe yat
Bir düşüş düştü alem
Ayrıldık sandı Senden
Sen gelince gül oldu
Gül oldu güller senden
Şimdi ipinle çıktım kuyuya
Kuyuya çıktım ipinle
Ve burası kuyu değilse?
Ve bu çıkış inişse?
Ve bu ip Seninse?
İstersen beni burda bırak
Burda ne düşmek, ne kalkmak
Ne mağara, ne uçmak
Ne kanat çırpışı
Ne durmak için zahmet
Her şey düşer gibiyken
Mağaranın dışına
Yalnız Seni düşünmek…
Seni düşünmek Rahmet…
Merhamet Peygamberi…
Hz MUHAMMED VE GÜVEN TOPLUMU
Bugün emin peygamberin ümmeti olarak bizlere
düşen güvenilir müminler olmaktır. Eğer bizler
güvenilir müminler olursak işte o vakit Rabbimizin
emanı, himayesi bizimle olur. O, bizi her türlü korku ve
hüzünden, endişe ve kederden korur. Eğer bizler
güvenilir müminler olursak işte o vakit çevremizden
güven bekleyebiliriz. Eğer bizler güvenilir müminler
olursak işte o zaman hanelerimiz, işyerlerimiz,
mahallelerimiz, şehirlerimiz, ülkemiz ve dünyamız
güvende olur. Zira güvende olan bir dünya ancak
güvenilir insanlar, emin müminler eliyle inşa edilecektir.
Unutmayalım ki; din güvendir. Mümin güvenilendir.
İnsanlık insana emanettir.
SUDANLI AŞIK
İstiklal marşı şairimiz merhum Mehmet Âkif Ersoy, hayatının son zamanlarını İslâm coğrafyasında dolaşmakla geçirir.
Zihnindeki gam, keder ve elemi temizlemek, Rasûl-i Ekrem’e duyduğu sevgi ve muhabbet gereği o kutsal beldelerde dolaşır durur.
Yer yer Mısır, Suriye, Mekke-Medine arasını dolaşarak ümmetin dertleriyle dertlenir.
Bu geziler esnasında müşahede ettiği pek çok şey vardır.
İşte bunlardan bir tanesini Mehmet Âkif şöyle nakleder:
“Ravza-i Tâhire’nin yanı başında duruyordum ki, birden bire bir ses yükseldi:
‘Ya Nebi, şu halime bak!’ diyordu bu ses.
Sağıma döndüğüm zaman parmaklıklar üzerine abanmış Sudanlı bir genç gördüm.
Kendi kendine Efendimiz’e (a.s) şunları söylüyordu:
‘Nasıl ki çöle güneş vurduğu zaman bağrı yanar, ben de senin hicranınla senelerce yandıkça yandım Ya Rasûlallah!
Senelerce arzu ettiğim halde, Harem-i Pâkine gelip başımı ayaklarının dibine koymayı düşündüğüm halde; memleketim, evlâd ü iyâlim karşıma çıktı, bu ziyaretimi geciktirdi.
Nihayet hepsini yıktım, çevremi terk ettim, Sudan’dan ayrıldım.
Tihâme Çölü diye üç çölü teptim durdum, senin çölün diye…
Senin çölünde gezerken, burcu burcu senin kokunu duydum. Eğer senin kokun imdadıma yetişmeseydi, ben bu yolu kat edemezdim Ya Rasûlallah!’
Sudanlı âşık, demir parmaklıklar üzerinde hasbi hale devam ediyor Rasûl-i Ekrem’le…
‘Elli üç yaşına kadar senin hicranının azabını sinemde taşıdım.
Yanına geldiğim zaman şu başımı çarptığım demir kafes de nedir Ya Rasûlallah!
Hala vuslat olmayacak mı?
Tihâme Çölü’nü kat ettim, gözlerime uyku girmedi.
Arzu edersen yıldızlara sor, sor ki şu üç aylık zaman içinde bu gözler bir kere uyudu mu?
Uyumadı, diyecekler Ya Rasûlallah!
Dağlarla, taşlarla bütün hilkat ehli ile hasbi hâl ettim Ya Rasûlallah!
Derdimi geceye döktüm, leyâle/gecelere derdimi anlattım, cibâli/dağları söylettim Ya Rasûlallah!
Nihayet huzuruna geldim Yâ Rasûlallah!”
Âkif etkilenmiş, hislenmiş, coşmuş… bu Sudanlı gencin feryadı figanıyla.
Rasûl-i Ekrem’in (s.a.s) karşısına geçerek bir aşkın nasıl dolu dolu yaşandığını müşahede etmiş o anda.
Efendimiz aleyhisselâmın kabrinin parmaklıklarından tutunan bu insan, son sözlerini söylerken sesi kısılmaya başlamıştır.
Âkif şöyle bitiriyor.
“Kısa bir sessizlikten sonra adam şöyle diyordu:
‘Şu kadar mesafeyi tepip huzuruna geldim, bu hasta gönlümü bir daha hâk-i pâyinden ayırma Ya Rasûlallah!
Tahammülüm yoktur artık…’
Sonra bir sessizlik oldu, bir “Ah!” feryadı duydum.
Döndüğüm zaman parmaklıkların dibine yıkılıp kalmıştı.
Sudanlı gözlerini kapatıyordu.
Bir kaç dakika sonrada bir iki gassal, bir iki taşıyıcı geldi, Cennetü’l-Bâkî’ye kaldırdılar mübarek cenazesini.
Fakat ruhu, muhtemelen Ravza-i Tâhire’nin parmaklıklarına takılıp kalmıştı.
Rasûlullah’a yürekten âşık bu genç;
‘Artık bu hasta gönlümü hâk-i pâkinden ayırma Ya Rasûlullah!’ diyordu.”
Yâ Nebî, şu halime bak!
Nasıl ki bağrı yanar, gün kızınca sahranın;
Benim de ruhumu yaktıkça yaktı hicranın!
Harîm-i pâkine can atmak istedim durdum,
Gerildi karşıma yıllarca ailem, yurdum.
“Tahammül et!” dediler, hangi bir zamana kadar?
Ne bitmez olsa tahammül, onun da bir sonu var!
Gözümde tüttü bu andıkça yandığım toprak,
Önümde durmadı artık, ne hânümân, ne ocak…
Yıkıldı hepsi, ben aştım diyâr-ı Sûdân’ı,
Üç ay “Tihâme!” deyip çiğnedim beyabanı.
Kemiklerim bile yanmıştı belki sahrada,
Yetişmeseydin eğer, yâ Muhammed, imdada.
Eserdi kumda yüzerken serin serin nefesin;
Akarsular gibi çağlardı her tarafta sesin.
İrâdem, olduğu gündür senin irâdene ram,
Bir an için bana yollarda durmak oldu haram.
Bütün heyâkil-i hilkatle hasbi hâl ettim;
Leyâle derdimi döktüm, cibâli söylettim…
Yanıp tutuşmadan aylarca yummadım gözüm,
Nücûma sor ki, bu kirpikler uyku görmüş mü?
Azâb-ı hecrine katlandım elli üç senedir,
Sonunda alnıma çarpan bu zâlim örtü nedir?
Beş altı sineyi hicran içinde inleterek,
Çıkan yüreklere hüsran mı, merhamet mi gerek?
Demir nikâbını kaldır mezâr-ı pâkinden;
Bu hasta ruhumu artık ayırma hâkinden!
Nedir o meşale? Nurun mu, Yâ Resûlallâh!
MESTANİ ve DESTANİ AŞKLA PEYGAMBERİ SEVMEK!
“İslamı aşkla yaşama sanatı “ denmiş tasavvuf için. Hakka doğrudur. Küçükken Kuran kursu hocamız vardı, Allah rahmet eylesin, hep şöyle derdi:
Aşkı olmayan insan sarhoşa benzer,
Kafası boşa benzer, yolda kalmışa benzer.
Alim değildi ama arif bir insandı. Kuran öğretiminin yasak olduğu yıllarda kaçak köçek bir şeyler öğrenmiş ve bildiği kadarıyla hocalık yapıyordu.Yukarıdaki hikmetli sözü kendisinden birkaç defa dinlemiştim.Geçtiğimiz hafta Bosnalı Mestan’ın hayatının finali olan olaya şahit olan bir hocanın ses kaydını dinleyince aşkın nasıl bir mevhibeyi ilahi olduğunu anladım.Tıpkı Mestan’ın destansı aşkı gibi.
Mestan Bosnalı ayyaş bir genç Müslüman. Yıl 1999. Herkesin illallah dediği, görünce yolunu değiştirdiği belalı biri.Bir gece rüyasında Rasul ü Kibriya Efendimizi görür. Peygamber yakasından tutup iyice sarsar. “Yeter bu hali bırak ve çabuk bana gel” der. Mestan muhtarın kapısını çalar, gördüğü rüyayı heyecanla anlatır . “Muhtar sen bu köyün emirisin, beni Peygambere götür” der. Muhtar içki için para istiyor diye bir miktar para verip başından gönderir. Mestan köyü kapı kapı dolaşıp rüyasını anlatır. Herkes muhtar gibi biraz para verip başından savar.Mestan tekrar muhtara gelip işte para beni Medine’ye peygamberime götür muhtar deyip tehdide başlar. ”Vallahi evlerinizi yakar ahırlarınızı, harmanlarınızı dağıtırım, beni rasulullaha(s.a.v) götür. O(s.a.v) beni çağrdı bekliyor.” diye inler.
Muhtar çaresiz üç beş hayvanını satıp Mestan’la beraber hacca yazılır. Otöbüsle yolculuk başlar.Günler sonra Medine’ye otelin önüne otöbüsleri yaklaşır.Mestan otöbüsten iner inmez birine peygamberi sorar.Sorduğu kişi eliyle mescidi tarif eder etmez Mestan koşmaya başlar.Muhtar “Dur nereye gidiyorsun, valizleri odamıza yerleştirelim.” Dese de; Mestan “Valizlerde, otelde senin olsun, ben rasulullaha(s.a.v) gidiyorum.” deyip koşmaya devam eder.Muhtar çaresiz arkada Mestan önde Mescidi Nebevinin avlusuna varırlar.Mestan heyecanla “Ben geldim Ya Rasulallah(s.a.v). Sen çağırdın ben geldim.Bir yolunu bulup geldim.” Der. Hem ağlar, hem aynı sözleri tekrar eder.Hac mevsimdir, mescid son derce kalabalıktır.Mestan o kalabalıkta nasıl Ravzayı Mutahharaya ulaşır kimse bir şey anlamaz. Mestan, rasulullahın huzurunda gözlaşları sel olup inler “Tevbe ettim geldim Ya Rasulallah. Beni çok mu sevdin, davet ettin?” diyerek yere çöker. O zamanlar mescidi nebevi gece on ikide kapanıp, sabah teheccüt vaktinde açılıyor olmasına rağmen Mestan Ravzada kalır.Tam üç gün üç gece sadece zemzem içip ibadet eder.Sonunda mescidin görevlileri onu çıkarma emri alır.Bir şeyler yiyip tekrar gelirsin diye iknaya çalışırlar.Ama nafile Mestan direnir, beni ayırmayın Rasulümden, ben O’nun(s.a.v) misafiriyim, dese de karga tulumba Mestan’ı çıkarırlar.Mestan çıkarken “Beni senden ayırıyorlar , gönderme ya Rasullah(s.a.v)” der ve can verir. Mestan!ı dışarıda mermere yatırıp hayata döndürmeye çalışsalar da çabalar boşadır.Aşk kahramanının ruhu Ravzadan ayrılmamış ceset güler vaziyette adeta “aşk destanı böyle yazılır” mesajı vermektedir…
Evet değerli dostlar Peygamber böyle sevilir, emrine böyle uyulur, yoluna böyle baş koyulursa ona aşk derler ve o aşıklar Mestan olur.Mestan olanın son nefesi bir destan olur!..
Süleyman Özer Hocamız bir şiir kaleme alır! ve besteler:
Seher vakti esen RÜZGÂR beni Medine’ye götür
Yüreğimde bin yaram var beni Medine’ye götür
Medine’ye Medine’ye götür beni Medine’ye
Medine’ye Medine’ye götür beni Medine’ye
Kanadım ol kuş olayım gözden akan yaş olayım
Bir kenarda taş olayım beni Medine’ye götür
Yeşil Kubbe’yi göreyim yüzümü ona süreyim
Canımı orda vereyim beni Medine’ye götür
ŞİMDİ BİZLER YOLLARDAYIZ, sevdan ile heyecanlıyız
SEN OLMADAN BİZ YANLIZIZ, BİZİ MEDİNEYE GÖTÜR!
Bir Bayram Sabahı / Saadet Asrından
Peygamber Efendimiz, bir bayram günü, sokakta çocukların neşe içinde oynadığını gördü. Ancak içlerinden bir tanesi, yırtık ve eski elbiseler içinde idi. Diğer çocuklar gibi gülüp oynamıyor, bir kenarcıkta oturmuş ağlıyordu.
Peygamber Aleyhisselâm onun yanına gitti.
“Niçin ağlıyorsun?” diye sordu. “Neden çocuklarla beraber oynamıyorsun?”
Çocuk, üzüntülü bir şekilde cevap verdi:
“Babam, falan savaşta Peygamber Aleyhisselâm ile birlikte savaşırken şehid oldu. Annem ise başka biriyle evlendi. Üvey babam beni evinden kovdu. Yiyecek, içecek, giyecek ve sığınacak bir yerim de yok. Analı babalı çocukların, böyle yeni yeni elbiseler giyerek oynamalarına imrendiğim için ağlıyorum.”
Resulullah Efendimiz, çocuğun elinden tutarak şöyle dedi:
“Benim, senin baban olmamı, Aişe’nin annen, Hasan ve Hüseyin’in de kardeşlerin olmasını ister misin?”
Çocuk, konuştuğu kimsenin Allah’ın Resulü olduğunu anladı ve sevinçle:
“Nasıl istemem yâ Resulullah” dedi.
Bunun üzerine Peygamber Aleyhisselâm çocuğu alıp evine götürdü. Onu yedirip içirdikten sonra, güzelce giydirdi. Çocuk sevinç içinde arkadaşlarının yanına döndü.
Diğer çocuklar onu gördüklerinde:
“Az önce ağlıyordun.” dediler. “Sana ne oldu da sevinç içinde yanımıza geldin?”
Çocuk olanları anlatınca, arkadaşları ona şöyle dediler:
“Keşke bizim babalarımız da o savaşta şehid olsalardı ve keşke biz de senin gibi olabilseydik!”
Nasıl ki, Resûl-i Ekrem Efendimizin merhamet nazarına uğrayan bu yetîm çocuk bayram yaptıysa, sen de Resûlullah’ın böyle bir nazarına uğrarsan yani nazar-ı iltifât-ı Muhammediyyeye nâil olursan o vakit bayram yapacaksın.
Yetîmi himâye eden kişi cennetde benimle komşu olacakdır. (Hadîs-i Şerîf)
Zaman Medine zamanı bir bayram sabahıdır
Ardında ashabı vardır nebinin o imam ashabı cemaattir bayram namazı kılınmaktadır
Bir bayram sabahıdır Medine’de kılarlar namazı
Sevgiliyle sarılır nebi sevenlerine sonra
Mescidi saadetten dışarı çıkarlar sevgili
Bir köşede oynayan çocukları görür sevinir
Onları görünce sevgili yüzünde tebessümler belirir
Sonra bir köşede ağlayan çocuğa gözleri ilişir
Herkes oynarken o çocuk neden ağlar diye yanına gider ey nebi
Bir bayram sabahıdır çocuk başını avuçlarının
Arasına almış ağlamaktadır
Sevgili başını okşar çocuğun kafasını kaldırır çocuk
Karşısında âlemlere rahmet gelen nebi vardır
Sorar derdi ve sıkıntısını?
Arkadaşların oynarken sen neden ağlıyorsun der
Niçin ağlamaktasın? Derki benim babam benim babam en
Sevgilinin yolunda şehit düştü der Uhut’da
Annem başkasıyla evlendi herkes babasının
Elini öperken ben elini öpecek bir baba bulamadım der çocuk
İşte o an sevgilinin gözünden yaşlar akıyordu..
Damla damla toprağa toprak taşı emerken,
Nebi çocuğu bağrına basıyor elinden tutuyor ve evine götürecekti
Hz. Aişe’nin hücresinde çocuğu güzelcine doyuracaklardı
Güzel elbiseler giydireceklerdi..
Onun gönlünü hoş edeceklerdi
Sonra nebi alehhisselativesselam çocuğu severek diyecekti ki
İstemezmisin? Hasan kardeşin Hüseyin kardeşin
Fatıma kardeşin olsun Aişe annen olsun!
İstemezmisin? çocuk bir anda çehresi değişir..
Ağlayan çocuğun yüzü gülmeye başlar!
Oynayarak yeni elbiseleriyle o arkadaşlarının
Yanına gider o değişimi görünce arkadaşları
Sana ne oldu derler vallahi der benim kardeşlerim
Hasan ve Hüseyin benim annem Aişedir Fatıma ablamdır..
Çocuklar derki keşke bizim babalarımızda onun yolunda şehit düşseydi de
Bizde senin gibi sevineydik derler!..
Bağrına basıyordu nebii’
Sen gittin gideli Ya Rasulallah
Er-Refiki Ala’ya dedin diyeli bizde öksüz kaldık!
Bizde yalnız kaldık bizde kimsesiz kaldık!
Bayramlarda sensiz kaldık Ya Rasulallah!
Bayramlarda yetimler ağlamakta sen gittin gideli
Bir Suriye’de ağlamakta bir Filistin’de ağlamakta!
Bir ülkemde ağlamakta sen gittin gideli!
Ey Nebi Rüyalarımız sensiz kaldı gittin gideli..!
Enes’in rüyalarını süslediğin gibi,
Bilal’in rüyalarını süslediğin gibi,
Bizlerinde rüyalarını süsler misin Sevgili?
Bilal’e buyurduğun gibi:
‘Özlemez misin bizi Bilal?’ dediğin gibi,
Bizlerede rüyalarımızda der misin Ya Nebi?
Özlemediniz mi Yeşil Hadra’yı?
Özlemediniz mi Medine’yi?
Özlenmez mi Ya Nebi..
Ey Sevgili Seni..
Gelirsen evlerimiz şenlenecek Ya Rasulallah!
Gelirsen gönlümüz şenlenecek!
Gelirsen bir Erkam’ın evi olacak evlerimiz bir
Eba Eyyüb el-Ensari’nin evi olacak gelirsen ülkem!
Medine olacak! Ensarlar ve Muhacirler olacak, gelirsen
Ey Sevgili gel! Ne olursun gel!
Dayanamıyoruz Ey Nebi gel! Gel! En sevgili gelllll!…
Ya Rasul Bugün Bayram
Sensiz Bayram Olmuyor Gel
Şu Gönlüm Sana Hayran
Sensiz Bayram Olmuyor Gel
Oy Gülüm Oy Gündüzüm
Oy Gecem Oy Yıldızım
Sensiz Ben Çok Yalnızım
Sensiz Bayram Olmuyor Gel
Sen Yoksun Ya Her Bayram
Ben Garip Ben Gariban
Biçare Kaldım Ama
Sensiz Bayram Olmuyor Gel!
İLAHİYİ DİNLEMEK İÇİN TIKLAYINIZ!..
MEDİNE’Yİ GÖNÜLSÜZ TESLİM