Menü Kapat

HAC-UMRE DÖKÜMANLARI

Hac, İslâm’ın beş esasından birisidir. Hem malî ve hem de bedenî bir ibadettir.

Hac, kelime olarak, “yönelmek, kasdetmek, bir kimseyi ya da bir yeri çokça ziyaret etmek” anlamlarına gelir.

Dini bir terim olarak hac, “Belirli bir zamanda usulüne uygun olarak ihrama girdikten sonra Arafat’ta vakfe yapmak, Kâbe’yi tavaf ederek ziyaret etmek ve diğer bazı dini görevleri yerine getirmek” suretiyle yapılan ibadeti ifade eder. Bu ibadeti yerine getirene hacı denir.

Hac, hicretin IX. yılında farz kılınmıştır. Haccın farz olduğu hükmü, Kur’an ve Sünnette bildirilmiştir. Bu konuda tüm müslümanlar görüş birliği içerisindedirler. Kur’an-ı Kerîm’de, “Gitmeye gücü yetenlerin Kâbe’yi haccetmeleri insanlar üzerinde Allah’ın bir hakkıdır.” buyurulmuştur. Hz. Peygamber de, “İslâm beş temel esas üzerine kurulmuştur. Bunlar, Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın peygamberi olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekat vermek, Kâbe’yi haccetmek ve Ramazan orucunu tutmaktır.” buyurmaktadır.

Hac, bilindiği şekliyle Hz.İbrahim’e kadar uzanan bir ibadettir. Kur’an ve hadisler bize, Hz.İbrahim’in haccından, insanları hacca çağırmasından bahsetmekte, (Hac 22/27-28) Kâbe’nin ve hac menasikinin tarihçesine işaret etmektedir.

Hac Kimlere Farzdır ?

Erkek olsun, kadın olsun şartlarını taşıyan her müslümana, ömründe bir defa haccetmek farzdır. Üzerine hac farz olan kimse, bu ibadeti geciktirmeden bir an önce yerine getirmelidir. Üzerine farz olduğu halde bir takım gerekçelerle bu önemli ibadeti yerine getirmeyip ileri yaşlara ertelemek dinen uygun değildir. Bu şekilde haccını erteleyip daha sonra bizzat hac yapamayacak duruma düşen kimse, yerine bedel (vekil) göndermek zorunda kalır.

Bir kimsenin hac ibadetiyle yükümlü sayılması için; müslüman, akıllı, erginlik çağına ulaşmış, hür, hac için yeterli malî imkâna sahip ve bu ibadeti yerine getirecek vakte erişmiş olması şarttır. Bu şartlardan birini taşımayan kimseye hac farz olmaz.

Kendisine hac farz olan kimsenin, haccını bizzat eda etmekle yükümlü sayılması için de, sağlıklı olması, tutukluluk veya yurtdışına çıkma yasağı gibi bir engelinin bulunmaması ve yolun güvenli olması şarttır. Ayrıca boşanma veya ölüm iddeti beklemekte olan kadının, beklemesi gereken süreyi tamamlamış olması lazımdır.

Hac yolculuğuna katlanamayacak, ya da fiilen haccedemeyecek derecede hasta olanlar ile, yaşlılar, tutuklular, yurtdışına çıkışları yasaklanmış olanlar ve iddet beklemekte olan kadınlar, hac kendilerine farz olsa bile, eda ile yükümlü değildirler. Bu durumda olanlar şartları oluştuğu takdirde bizzat haccederler.

Haccın Faziletleri

Dünya ve ahiret hayatı açısından önemli bir dönüm noktası olan hac, samimi ve ihlâslı bir şekilde yerine getirildiği zaman, müslümanı günahlarından arındırır, onun Allah katındaki derecesini yükseltir, cenneti kazanmasına vesile olur ve kişiyi ahlâken olgunlaştırır.

Gücü yetenlerin farz olarak ömürlerinde bir defa yapacakları bu ibadetin fazileti gerçekten büyüktür. “Kim Allah için hacceder de kötü söz ve davranışlardan sakınır ve günahlara sapmazsa – kul hakları hariç – annesinin onu doğurduğu günkü gibi günahlardan arınmış olarak döner” hadisi şerifi, haccın ne derece faziletli bir ibadet olduğunu anlatmaya yeter. Bununla birlikte haccın fazileti konusunda birkaç hadis-i şerif daha zikretmek yararlı olacaktır.

Peygamber Efendimiz (S.A.S.) şöyle buyurmuştur:

“Makbul haccın karşılığı Cennetten başka bir şey değildir. Umre de diğer bir umre ile arasındaki günahları siler.”

Amellerin hangisi daha faziletlidir? şeklindeki bir soruya Peygamberimiz: “Allah ve Rasûlüne iman” şeklinde cevap vermiş; sonra hangisi ? diye sorulunca;

“Allah yolunda cihad” buyurmuş, sonra hangisi? denince;

“Makbul hac” diye cevap vermiştir.

Hacceden kimselerin Allah katındaki değeri çok yüksektir. Bu sebeple Yüce Allah onların içtenlikle yapacakları duaları geri çevirmez. Peygamber Efendimiz;

“Haccedenler ve umre yapanlar Allah’ın misafirleridir. Kendisine dua ederlerse, dualarını kabul eder, Bağışlanma dilerlerse onları bağışlar” buyurmaktadır.

Konuyla ilgili bir diğer hadis-i şerif de şöyledir:

“Hac ve umreyi art arda yapınız. Çünkü bu ikisi, körüğün demir, altın ve gümüşün pasını giderdiği gibi fakirliği ve günahları yok eder.”

Bir hadis-i şerifte de hac ve umre normalde gaza yoluyla yapılan cihada katılmayan yaşlılar, küçükler, güçsüzler ve kadınların cihadı olarak nitelendirilmiştir ki, bu da haccın ne derece faziletli bir ibadet olduğunu göstermektedir.

Yüce Allah’ın kullarını en çok affettiği gün olan Arafe gününde saçı başı dağılmış, toza toprağa belenmiş bir vaziyette el açıp Allah’a yalvaran kullarını Cenab-ı Hak mutlaka affeder. Önemli olan böylesine üstün bir ibadeti, gereği gibi yerine getirerek onun faziletinden yararlanmaktır.

Haccın Hikmetleri

Allah’ın emrettiği her şeyde şüphesiz insanların dünya ve ahiret hayatı için pek çok hikmetler vardır. Bu şaşmaz gerçeğe göre haccın da pek çok hikmetleri bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şöyle sıralanabilir:

Her insan yaratılışı gereği Yüce Allah’a karşı kulluğunu ortaya koymak ihtiyacındadır. Hac, kula, en belirgin bir şekilde Yüce Allah karşısında aczini ortaya koyma, kulluğunu ifade etme ve onun verdiği nimetlere şükretme imkanı veren bir ibadettir. Çünkü hacı, mal, mülk, makam ve mevki gibi dünyevi unsurlardan sıyrılarak Allah’a yönelir. Sonsuz güç ve kudret sahibinin karşısında teslimiyetini ve bağlılığını ifade eder. Bu durum kendisine Allah’a kul olma zevkini tattırır.

Hac; renk, dil, ırk, ülke, kültür, makam ve mevki farkı gözetmeksizin aynı amaç ve gayeleri taşıyan milyonlarca müslümanı bir araya getirerek eşitlik ve kardeşliğin çok canlı bir tablosunu oluşturur. Bu, lafta kalan kuru bir iddiadan ibaret değildir. Zenginiyle, fakiriyle, güçlüsüyle, güçsüzüyle bütün hacılar aynı kıyafetler içinde, aynı mahrumiyetleri yaşayarak, aynı güçlüklere katlanarak, aynı şartlarda hareket ederek fiili bir eşitlik ve kardeşlik eğitiminden geçerler. Trilyonlara hükmeden bir zenginle geçimini zor karşılayan bir fakire aynı kıyafet içinde Arafat’ta beraberce el açıp dua ettiren ve Kâbe’nin etrafında yan yana tavaf ettiren hac ibadeti, insanlara makam, mevki, mal mülkle böbürlenmemeyi, İslâm kardeşliği içinde tanışıp kaynaşmayı ve mahşeri unutmamayı öğretir.

İslâm Dininin doğup yayıldığı, vahyin indiği, Hz. Peygamber ve Ashabının bin bir güçlük ve sıkıntılar içinde mücadeleler verdiği ve Hz. Adem’den beri bazı peygamberlerin uğrak yeri olmuş kutsal toprakları görmek, müminlerin dini duygularını güçlendirir, İslâm’a bağlılıklarını artırır.

Dünyanın dört bir tarafından gelen, renkleri, dilleri, ülkeleri ve kültürleri farklı, fakat hedef ve gayeleri aynı binlerce müslümanın birbirleriyle kaynaşması ve görüşmesi sağlanmış olur. Bu durum müslümanların birbiriyle irtibat kurmalarına, birbirlerinin dertlerinden haberdar olmalarına ve hatta ticari bağlantılar kurmalarına imkan sağlar.

Hac ibadetiyle müslüman, Yüce Allah’ın kendisine lütfettiği sağlık, yetenek, mal ve mülk gibi dünyevi nimetlerin şükrünü eda etmiş olur. Hac yapan müslümanlar sabır, tahammül, sıkıntılara katlanma, güçlüklere göğüs gerebilme, büyük kalabalıklarla aynı anda hareket ederek aynı şeyleri yapabilme, yardımlaşma, dayanışma ve belli kurallara adapte olabilme… gibi ahlaki özelliklerini geliştirirler.

Hac, müslümanlarda ömür boyu silinmeyecek derin hatıralar bırakır. Bu hatıralar; müminin hacdan sonraki yaşamında istikametini kaybetmemesine hizmet eder. Hac, müminin hayatında adeta bir dönüm noktası oluşturur.

Arafat gibi mahşerin örneğini oluşturan bir yerde Allah’a el açıp yalvaran ve günahlarından sıyrılan bir müslüman bir daha kolay kolay eski işlediği günahlara dönmek istemez. Bu yönüyle hac, günahkar müslümanlar için bir arındırma ve iyileştirme işlemi görür.

Hac sayesinde müslümanlar arasında güzel etkileşimler meydana gelir. Müminler birbirlerinden güzel hasletler alırlar. Fikirlerinde müspet anlamda önemli değişmeler olur. İnsanları birbirinden uzaklaştıran ırkçılık gibi olumsuz düşüncelerin törpülenmesi sağlanır.

Kısaca haccın, başka ibadetlerde olmayan kendine özgü pek çok hikmetleri, ahlâkî, sosyal, ekonomik ve psikolojik yararları vardır. Yukarıda yalnızca bunlardan bazıları zikredilebilmiştir.

Kâbe

Haccın sebebi ve namazlarda kıblegâhımız olan Kâbe, yeryüzünde alemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk binadır. Allah’ın emriyle Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail tarafından Mekke’de yapılmıştır.

“Mescid-i Haram” denilen mabedin ortasında bulunan Kâbe, kuzeydoğu duvarı 12.63; kuzeybatı duvarı 11.03; güneybatı duvarı 13.10; güneydoğu duvarı 11.22 ve yüksekliği 13 m olan 145 m2 alan üzerine kurulmuş taş bir binadır. Üzeri siyah bir örtü ile örtülüdür. Örtüsü her sene hac mevsiminde yenilenmektedir.

Kâbe’nin köşeleri yaklaşık olarak dört ana yönü gösterir. Köşelerden her birinin ayrı ismi vardır.

Doğu köşesine “Hacer-i Esved” veya “Şarki”, kuzey köşesine “Irakî”, batı köşesine “Şâmî” ve güney köşesine de “Yemânî” denir.

“Hacer-i Esved”, Kâbe’nin doğu köşesinde yerden 1.5 m yükseklikte bulunmaktadır. “Hacer-i Esved” siyah taş demektir. Hz. İbrahim tarafından tavafa başlanacak yere işaret olmak üzere konulmuştur. Başlangıçta çevresi 18-19 cm olan bu taş, çeşitli yıkımlar sebebiyle birkaç defa kırılmıştır. Şimdi, ilk olarak konulduğu köşede, gümüş muhafazalı kurşun içine gömülü yedi parça halinde bulunmaktadır.

Kâbe’nin, kuzeydoğu duvarında (Hacer-i Esved ile Irakî köşeleri arasında) Hacer-i Esved köşesine yakın ve yerden 1.97 m kadar yükseklikte bulunan altın kaplı bir kapısı vardır. Kapı 1.8 x 3.5 m boyutlarındadır. Kapı ile Hacer-i Esved köşesi arasında kalan bölüme “Mültezem” denir.

Kâbe’nin kuzeybatı duvarının (Irakî ile Şamî köşelerinin) karşısında, yerden 1.25 m yükseklikte yarım daire şeklinde bir duvar bulunur. Bu duvara “Hatim” denir. Tavaf bu duvarın dışından yapılır. Bu duvar ile Kâbe arasında kalan boşluğa da “Hicr-i Kâbe”, “Hicr-i İsmail” veya “Hatîra” denir. Bu boşlukta Kâbe’ye yönelerek namaz kılınabilir, dua edilebilir. Ancak Kâbe’ye yönelindiği gibi buraya yönelip namaz kılınmaz.

Kâbe’nin “Hatîm”‘e bakan duvarının üst ortasında altından yapılmış bir oluk bulunmaktadır. Halk arasında “Altın Oluk” diye bilinen bu oluğa “Mizab-ı Kâbe” denir.

Mescid-i Haram

“Mescid-i Haram”, Mekke’de ortasında Kâbe’nin bulunduğu büyük bir mabettir. Buna “Harem-i Şerif” de denir. Mescid-i Haram, Hz. Peygamber döneminde, Kâbe’nin etrafındaki küçük bir alandan ibaret iken ilk olarak Hz. Ömer tarafından genişletilmiş ve etrafı bir duvarla çevrilmiştir. Daha sonraları Mescid-i Haram günümüze kadar pek çok defa genişletilmiştir.

Bugün Mescid-i Haram, yüz binlerce insanın içinde ibadet edebileceği genişlikte bir alana sahiptir.

Mescid-i Haram’ın içinde, Kâbe’den başka “Makam-ı İbrahim” ve “Zemzem” kuyusu bulunmaktadır.

“Makam-ı İbrahim”, yaygın görüşe göre, Hz. İbrahim’in Kâbe’yi inşa ederken iskele olarak kullandığı ya da insanları hacca çağırırken üzerine çıktığı taşın bulunduğu yerdir. Burası “Kâbe Kapısı” nın bulunduğu duvarın karşısında Kâbe’ye yakın bir yerde bulunmaktadır.

“Zemzem”, Allah’ın Hz. Hacer ve oğlu Hz. İsmail’e ihsan ettiği suyun adıdır. Zemzem suyunun ortaya çıkışı şöyle olmuştur: Hz. İbrahim, Allah’ın emriyle eşi Hacer ve süt emmekte olan oğlu İsmail’i zemzemin bugünkü yerinde bulunan büyük bir ağacın altına yerleştirmişti. O sırada Kâbe yapılmamış ve Mekke şehri kurulmamıştı. Etrafta ne bir insan, ne su, ne de bir hayat belirtisi vardı. Bu şartlar altında yaşamaya devam eden Hacer, nihayet su ve yiyeceği bitince çaresiz kalmış, bir can yoldaşı görebilmek ve birkaç yudum su bulabilmek umuduyla önce “Safa Tepesi” ne, sonra da “Merve Tepesi” ne çıkmış ve bunu yedi defa tekrarlamış. Merve Tepesi’ne son gelişinde oğlunu bıraktığı taraftan bir ses duymuş. Oğlunun yanına geldiğinde orada Cebrâil tarafından zemzem suyunun çıkarılmış olduğunu görmüş.

Yeryüzündeki suların en üstünü olan “Zemzem”, halen Kâbe’nin 20 m. kadar doğusunda, “Makam-ı İbrahim” e yakın bir yerde bulunan kuyudan çıkmaktadır. Bu kuyu tavaf alanının altındadır. Kuyuya biri bayanlara diğeri erkeklere ait olmak üzere iki ayrı yerden merdivenlerle inilmektedir. Zemzem suyu, içildiği gibi abdest ve gusülde de kullanılabilir.

Hz. Peygamber zemzem hakkında şöyle buyurmuştur: “Zemzem hangi niyet için içilirse o niyet içindir.”(13) Bu itibarla zemzem içerken dilek ve niyeti belirterek içmek uygundur.

Zemzem içerken, “Allah’ım! Senden yararlı ilim, bol rızık ve her türlü dert için şifa istiyorum.” diye dua edilir.

Mescid-i Haram, yeryüzündeki tüm mescidlerden üstündür. Burada kılınan namaz da diğer mescidlerde kılınan namazlardan fazilet bakımından kat kat üstündür.

 Hac Nasıl Yapılır?

 

Hac, hac ayları denilen zaman dilimi içinde yapılan bir ibadettir. Hac ayları Hicrî takvime göre Şevval ve Zilkade ayları ile Zilhicce ayının ilk on günüdür. Hac, bu aylar içinde umresiz de yapılabilir, umre ile birlikte de yapılabilir. Haccın umresiz ya da umre ile birlikte yapılmasına haccın eda şekilleri denir.

Haccın eda şekli üçtür:

1- İfrad haccı,

2- Temettu haccı,

3- Kıran haccı.

1- İfrad Haccı

İfrad haccı, umresiz yapılan hacdır. Aynı yılın hac ayları içinde, hacdan önce umre yapmaksızın hac niyetiyle ihrama girilir ve yalnızca hac yapılırsa ifrad haccı yapılmış olur.

2- Temettu Haccı

Temettu haccı, aynı yılın hac ayları içinde önce umre yapıp ihramdan çıktıktan sonra yeniden hac için ihrama girerek yapılan hacdır.

Temettu haccı yapacak olanlar, mikat sınırında veya daha önce umreye niyet ederek ihrama girerler. Umre yaptıktan sonra ihramdan çıkarlar. Daha sonra zamanı gelince hac için ihrama girerler. Haclarını eda ettikten sonra ihramdan çıkarlar.

3- Kıran Haccı

Kıran haccı, aynı yılın hac ayları içinde umre ve hacca birlikte niyet ederek ikisini aynı ihramla yapmaktır.

Kıran haccı yapacak olanlar mikat sınırında veya daha önce umre ve haccın her ikisine birden niyet ederek ihrama girerler. Umre yaptıktan sonra ihramdan çıkmazlar, aynı ihramla haccı da eda eder, sonra ihramdan çıkarlar.

Kıran ve temettu haccı yapanların şükür kurbanı kesmeleri vaciptir. İfrad haccı yapanların şükür kurbanı kesmesi gerekmez

HACCIN YAPILIŞI

Ülkemizden giden hacılar, değişik iklim şartlarında uzun süre ihramda kalmanın doğurduğu zorlukları dikkate alarak genellikle “temettu haccı” yapmayı tercih ederler. Biz de bu durumu göz önünde bulundurarak haccın yapılışını anlatırken, haccın eda şekillerinden “Temettu haccı” nı esas alacağız. Haccın diğer eda şekillerine ise, Temettu haccı ile bunların arasındaki farkları belirterek yetineceğiz.

Şimdi “Temettu haccı” nın nasıl yapılacağını anlatalım:

1. İhrama Girmek

Hacc yapacak bir kimsenin ilk işi ihrama girmektir. İhrama girmek haccın şartıdır. İhrama girmeden hac yapılamaz.

İhram Nedir ?

Haccın şartlarından biri olarak ihram, hac ya da umre yapmaya niyet eden kişinin, başka zamanlarda işlemesi mübah olan bazı fiil ve davranışları, belirli bir süre kendisine haram kılması, yasaklamasıdır. Buna “ihrama girme” de denir. İhrama girmiş olmanın gereklerinden biri olarak bürünülen havlu ve benzeri türden dikişsiz kıyafete de halk arasında ihram denmektedir. Ancak “ihram” bu değildir. Usulüne göre ihrama girilmediği sürece söz konusu bu örtülere bürünmekle ihrama girilmiş olunmaz.

İhrama Nasıl Girilir ?

İhrama, “Niyet” ve “Telbiye” ile girilir. “Niyet” ve “Telbiye” ihramın rükünleridir. Bunlar olmadan ihrama girme gerçekleşmez.

Niyet

“Niyet”, yapılacak haccın şeklini kalben belirlemektir. Ayrıca lisanen söylenmesi müstehaptır. Burada temettu haccının yapılışı esas alındığına göre niyet umre için yapılacaktır.

Şöyle niyet edilir:

“Allah’ım umre yapmak istiyorum. Bunu kolaylaştır ve kabul eyle”

Telbiye

(Lebbeyk Allahümme lebbeyk, lebbeyke lâ şerike leke lebbeyk, innel hamde ve’n-ni’mete leke ve’l mülk lâ şerike lek) demektir.

“Allah’ım! Davetine icabet ediyorum. Emrine boyun eğiyorum. Bütün varlığımla sana teslim oldum. Senin hiçbir ortağın yoktur. Tekrar tekrar davetine icabet ediyorum. Şüphesiz hamd sana mahsustur. Nimet senindir mülk de senin… Senin hiçbir ortağın yoktur.”

Böylece niyet edilip telbiye söylenince ihrama girilmiş olur. Ancak ihrama girmeden önce, sünnet ya da müstehap olarak yapılması gereken hususlar vardır. İhrama girerken bunlara da riayet edilmelidir. Buna göre:

İhrama girmek isteyen kimse, ön hazırlık olarak tırnaklarını keser. Gerekiyorsa koltuk altı ve kasık kıllarını temizler, saç ve sakal traşı olup bıyıklarını düzeltir. Mümkünse gusleder. Bu gusül temizlik amacıyla yapıldığı için özel durumda olan bayanlar da guslederler. Gusül mümkün olmadığında abdest alır. Varsa güzel koku sürünür. Giymekte olduğu normal giysilerini ve iç çamaşırlarını (atlet ve kilotunu) çıkarıp, sadece “izar” ve “rida” denilen iki parça ihram örtüsüne sarınır. Başını açar, çoraplarını ve ayakkabılarını çıkarır. Terlik ve benzeri şeyler giyer. Bayanlar normal kıyafetlerini değiştirmezler.

Bundan sonra, kerâhat vakti değilse iki rek’at “ihram namazı” kılar. Namazdan sonra yukarıda belirtildiği şekilde niyet eder. Arkasından da yüksek sesle telbiye söyler. Bayanlar telbiye söylerken seslerini yükseltmezler.

Niyet ve telbiye’nin yapılmasıyla ihrama girilmiş ve “ihram yasakları” başlamış olur.

İhrama giren kimseye, ihramlı olduğu sürece “muhrim” denir.

Kadınların İhramı

İhrama girme konusunda kadınlar da erkekler gibidir. Ancak kadınlar normal elbise ve kıyafetlerini değiştirmezler. Çorap, ayakkabı ve eldiven giyebilirler. Başlarını örterler. Fakat yüzlerini açık bırakırlar. Telbiye ve tekbir getirirken, dua ederken seslerini yükseltmezler.

Özel hallerinde bulunan kadınlar ihrama girerken şu hususu dikkate almalıdırlar: Şayet adetleri bitmeden Arafat’a çıkmak zorunda kalacaklarsa, ifrad haccına niyet etmelidirler.

İhrama Nerede Girilir ?

Mekke çevresinde ihrama girmek için belirlenmiş noktalar vardır. Bunlardan her birine “mikat” denir. Mikat sınırlarının dışından hacca veya umreye gelenler bu sınırları ihramsız olarak geçemezler. Buna göre:

a. Doğrudan Mekke’ye gidecek olan hacı adayları, uçaklar Cidde’ye indiği ve Cidde de mikat sınırları içinde bulunduğundan, uçağın kalkacağı havalimanında veya evlerinde ihrama girerler. Gerektiğinde uçak mikat sınırını geçmeden uçak içinde de girilebilir. Ancak pratikteki zorluğu sebebiyle uçakta ihrama girme tercih edilmemelidir.

b. Hacdan önce Medine’ye gidecek olan hacı adayları, Medine’de kaldıkları evlerde veya Mekke yolu üzerinde Medine’ye 11 km. uzaklıkta bulunan “Zül-Huleyfe” (Ebyâr-i Ali)’ de ihrama girerler.

Hac veya umre yapacak olanların mikat sınırını ihramsız olarak geçemeyeceklerini belirtmiştik. Mikat sınırını ihramsız olarak geçtikten sonra ihram giyenlere ceza gerekir. Bu durumda olanlar henüz hac ve umre ile ilgili görevlerden birini yapmadan, herhangi bir mikat sınırına dönerek yeniden ihrama girerlerse ceza düşer.

Hac İçin İhrama Ne Zaman Girilir ?

İhrama, “hac ayları” içinde girilir. Hac ayları, Şevval ve Zilkade ayları ile Zilhicce ayının ilk on günüdür. Bu aylar, hac menasikinin başladığı ve devam ettiği aylardır. Bazı islâm bilginleri mekruh olmakla birlikte hac ayları başlamadan önce de ihrama girilebileceğini söylemişlerdir. Ancak en uygunu ihrama hac ayları başladıktan sonra girmektir

İhram Yasakları

İhrama giren kimse için bazı iş ve davranışlar yasaktır. Bunlara “ihram yasakları” denir. Bu yasaklar ihrama girildiği andan, yani niyet ve telbiye anından itibaren başlar, ihramdan çıkıncaya kadar devam eder.

İhramlı kimsenin “ihram yasakları” na uyması vaciptir. Yasakları ihlal edenlere, yasağın çeşidine ve ihlal biçimine göre değişen cezalar gerekir.

İhramlı için yasak olan şeyler şunlardır:

Cinsel ilişkiye girmek veya sevişmek, öpüşmek, oynaşmak…. gibi cinsel ilişkiye götüren davranışlarda bulunmak. Şehevi duyguları tahrik edici şeyleri konuşmak.

Tırnak kesmek, saç sakal tıraşı olmak, vücudun herhangi bir yerindeki kılları koparmak veya kesmek, saç sakal ve bıyıkları yağlamak, boyamak, saçlara biryantin veya jöle sürmek, kadınlar oje ve ruj kullanmak, vücuda veya ihram örtüsüne koku sürmek ve parfüm kullanmak.

Elbise giymek, başı ve yüzü örtmek, eldiven, çorap, topuklu ayakkabı giymek. Kadınlar normal giysilerini çıkarmazlar. Ancak ihram süresince yüzlerini açık bulundururlar.

Harem denilen bölgenin (Mekke ve çevresinin) bitkilerini kesmek, koparmak. (Harem bölgesinin bitkilerini kesmek, koparmak ihramsız olanlar için de yasaktır.)

Başkalarına zarar vermek, kavga etmek, sövmek, kötü söz ve davranışlarda bulunmak.

İhramlı için şunlar yasak değildir:

İhramlının yıkanması, kokusuz sabun kullanması, diş fırçalaması, diş çektirmesi, kırılan tırnağı ve zarar veren bir kılı koparması, kan aldırması, iğne yaptırması, yara üzerine sargı sardırması, kol saati, yüzük ve bilezik takması, kemer kullanması, omuza çanta asması, yüzü ve başı örtmeden üzerine battaniye, pike ve benzeri şeyler alması, palto ve benzeri giysileri giymeksizin omuza alması yasak değildir.

İşte, usulüne göre ihrama giren hacı adayları, ihram yasaklarına riayet ederek, telbiye, tekbir, tehlil ve salavat-ı şerife söyleyerek, Mekke’ye ulaşırlar. Harem bölgesine ulaştıklarından dolayı dua ederler. İsteyenler Dua kitabındaki Mekke’ye Girişte Okunabilecek duayı okuyabilirler.

Evlere yerleşip dinlendikten sonra fazla vakit geçirmeden telbiye ve tekbir getirerek Harem-i Şerif’e giderler. Kabe’yi görünce telbiyeyi kesip tehlil ve tekbirlerle dua ederler. Daha sonra “Umre tavafı” nı yaparlar.

      2. Tavaf

Tavaf Nedir?

“Tavaf”, Hacer-i Esved köşesinden veya hizasından başlayarak tavaf niyetiyle Kâbe’nin etrafında yedi defa dönmektir. Her bir dönüşe “Şavt” denir. Yedi şavt bir tavaf olur.

Tavafın yapılışı

Hacer-i Esved hizasına gelmeden:

“Allah’ım! Senin rızan için Umre tavafı yapmak istiyorum. Bunu kolaylaştır ve kabul eyle” diye niyet edilir.

Tavafa başlamadan önce erkekler “Iztıba” yaparlar. Böylece Hacer-i Esved’in hizasına doğru gidilir. Bu esnada tekbir, tehlil getirilmesi ve dua edilmesi uygun olur.

Hacer-i Esved’in hizasına varılınca eller, içleri Kâbe’ye doğru olacak şekilde namaza durur gibi omuz veya kulak hizasına kadar kaldırılıp “Bismillahi Allahu Ekber” denildikten sonra Hacer-i Esved “istilam” edilir. İstilam, elleri Hacer-i Esved’in üzerine koyup onu öpmek demektir. Ancak hac mevsiminde bu mümkün olmamaktadır. Bu sebeple Hacer-i Esved’e uzaktan elle işaret edilip sağ avucun içi öpülmekle yetinilir.

Hacer-i Esved’i istilam etmek sünnettir. Başkalarına eziyet etmek ise haramdır. Sünneti yerine getireceğim diye insanlara eziyet vermekten ve böylece haram işlemekten şiddetle sakınılmalıdır.

Bundan sonra Kâbe sola alınarak tavafa başlanır. Tavafa başlarken ve her şavtın başında:

“Allah, bütün eksikliklerden uzaktır. Hamd, Allah’a mahsustur. Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur. Allah en büyüktür. Bütün güç ve kuvvet şanı yüce ve azamet sahibi Allah’a aittir.

Salat ve selam, efendimiz Muhammed aleyhi’s-selama olsun. Allah’ım! Sana iman ederek, Kitabını tasdik ederek, verdiğim sözü yerine getirerek ve Peygamberinin sünnetine uyarak bu ibadetimi yerine getiriyorum” diye dua edilmesi güzel olur.

Tavafın, Hatim’in dışından yapılması gerekir. Tavafın ilk üç şavtında mümkün olduğu sürece erkekler “Remel” yaparlar.

Tavaf esnasında dua edilir, tekbir ve tehlil getirilir. Kur’an okunabilir. Tavafta telbiye getirilmez. En uygunu herkesin içinden geldiği gibi ihlâsla ve samimiyetle dua etmesidir. Mutlaka bir takım Arapça duaların okunması şart değildir. İsteyenler Dua kitabında yer alan tavaf dualarını okuyabilirler.

Tavafın kesintisiz olarak yapılması sünnettir. Bu sebeple tavaf sırasında farz namaz için kamet getirilmesi, abdestin bozulması, ya da tavafı kesmeyi gerektiren başka bir mazeretin ortaya çıkması gibi durumların dışında tavafa ara verilmemelidir.

“Yemen” köşesine gelindiğinde, bu köşe de istilam edilir. Diğer köşeler istilam edilmez.

Yemen köşesi ile Hacer-i Esved köşesi arasında;

“Rabbimiz! Bize dünyada iyilik ver. Ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru. İyilerle birlikte cennete koy. Ey mutlak güç sahibi! Ey günahları çok bağışlayan! Ey alemlerin Rabbi! ” duasının okunması güzel olur.

Hacer-i Esved köşesine ya da hizasına varılınca ilk şavt tamamlanmış olur. Beklemeden tekrar istilam yapılarak ikinci şavta devam edilir. Diğer şavtlar da aynı şekilde yapılır. Yedinci şavtın sonunda Hacer-i Esved tekrar istilam edilerek tavaf bitirilir. Sonra Harem-i Şerif’in uygun bir yerinde iki rekat tavaf namazı kılınır. Tavaf namazının, kerahat vakti değilse tavafın hemen peşinden kılınması daha iyidir.

Tavaf namazından sonra dua edilir ve zemzem içilir. İsteyenler dua kitabında yer alan tavaf namazı duasını okuyabilirler. Ancak herkesin kendi dilinde içinden geldiği gibi dua etmesi daha güzeldir.

Sonra Hacer-i Esved tekrar istilam edilerek sa’y yapmak üzere Safa tepesine gidilir.

      3. Sa’y

Sa’y Nedir ?

“Sa’y” kelimesi; koşmak, hızlı yürümek anlamına gelmektedir. Hac ve umrede Kâbe’nin doğu tarafındaki “Safa” tepesinden başlayarak “Merve” ye dört gidiş, Merve’den Safa’ya üç dönüş olmak üzere bu iki tepe arasındaki gidiş-gelişe denir. Safa’dan Merve’ye her bir gidişe ve Merve’den Safa’ya her bir dönüşe “şavt” denir. Safa ile Merve arasındaki yaklaşık 400 metre uzunluğundaki yürüme alanına “Mes’a” denir.

Sa’y yapmak vaciptir.

Sa’yin aslı, Hz. Hacer’in henüz kendisini emmekte olan oğlu Hz. İsmail için su ararken bu iki tepe arasında koşması hatırasına dayanmaktadır.

 Sa’yin Yapılışı

Hacer-i Esved istilam edilerek Safa tepesine çıkılır.

“Allah’ım! Senin rızan için umre sa’yini yapmak istiyorum. Bunu kolaylaştır ve kabul eyle.” diye niyet edildikten sonra Kâbe’ye dönülerek tekbir, tehlil, salavat okunur ve içtenlikle dua edilir. Sonra Merve tepesine doğru yürünür.

Sa’y esnasında herkes içinden geldiği şekilde dua eder. İsteyenler dua kitabındaki sa’y dualarını okuyabilirler. Yeşil ışıklı direklerin arasında, erkekler koşar adımlarla yürürler. Buna “Hervele” denir. Yeşil direkler arasında her gidiş ve gelişte:

“Rabbim! Günahlarımızı bağışla. Bize merhamet et. Bize ikram et. Bizim bildiğimiz ve bilmediğimiz bütün kusurlarımızı biliyorsun, bunları affet. Çünkü Sen mutlak güç, kerem ve ihsan sahibi olansın.” diye dua edilmesi güzel olur.

Merve’ye varınca bir şavt tamamlanmış olur. Burada da yine Kâbe’ye yönelerek tekbir, tehlil ve salavat-ı şerife getirilip dua edilir. Sonra Merve’den Safa’ya doğru yürünür. Safa’ya varınca ikinci şavt tamamlanmış olur. Diğer şavtlar da aynı şekilde yapılır. Yedinci şavt tamamlandıktan sonra Merve’de Kâbe’ye karşı dönülerek dua edilir. İsteyen dua kitabında yer alan Sa’y bittikten sonra Merve’de okunabilecek duayı okuyabilirler. Fakat en güzeli, içe doğan duaların yapılmasıdır.

Bundan sonra tıraş olup ihramdan çıkılır.

4. Tıraş Olup İhramdan Çıkmak

İhramdan ancak saçlar tıraş edilmek suretiyle çıkılır.

Erkekler saçlarını dipten tıraş eder veya kısaltırlar. Kadınlar ise saçlarının ucundan bir miktar keserler. Kısaltmada saçların uçlarından alınacak miktar, parmak ucu uzunluğundan daha az olmaz. Tıraş olduktan sonra umre ihramından çıkılmış olur. Hac için tekrar ihrama girinceye kadar eşiyle cinsel ilişki dahil, bütün ihram yasakları kalkar.

İhramdan çıkma aşamasına gelmiş ihramlı kimseler, birbirlerini tıraş edebilirler. Bu aşamaya gelmedikçe ihramlılar bir başkasını tıraş edemezler.

Kıran ve ifrad haccına niyet edenler ihramlı kalmaya devam ederler. Bu aşamada kesinlikle ihramdan çıkamazlar.

Temettu haccına niyet etmiş olanlar böylece umrelerini bitirip ihramdan çıktıktan sonra, hac için ihrama girinceye kadar Mekke’de ihramsız olarak kalırlar. Bu günlerini mümkün mertebe iyi değerlendirmelidirler. Beş vakit namazlarını Harem-i Şerifte kılmaya ve fırsat buldukça bol bol nafile tavaf yapmaya özen göstermelidirler. Uzaktan gelenlerin nafile namaz kılmak yerine, nafile tavaf yapmaları daha uygundur. Tavaf ve namazın dışında Mescid-i Haram’da Kur’an-ı Kerim tilaveti, dua, zikir ve tesbihatla meşgul olurlar.

Hac için ihrama girinceye kadar böylece ibadetlere devam edilir. Zamanı gelince hac için ihrama girilip vakfe için Arafat’a çıkılır.

5. Hac İçin İhrama Giriş ve Arafat’a Çıkış

Temettu haccına niyet edip de umresini yapmış ve böylece Mekke’de kalmakta olan hacı adayları uygulamada, hac için ihrama genellikle Zilhicce’nin sekizinci günü (Terviye günü) girmektedirler.

Buna göre Zilhicce’nin sekizinci gününe gelindiğinde Mekke’deki evlerde, umre ihramında belirtildiği şekilde ön hazırlıklar yapılır. Kerahat vakti değilse, iki rekat ihram namazı kılınır. Sonra: “Allah’ım! Senin rızan için hac yapmak istiyorum. Bunu kolaylaştır ve kabul eyle.” diyerek niyet edilir. Arkasından telbiye getirilerek hac için ihrama girilir. Böylece tekrar ihram yasakları başlamış olur.

Hac için ihrama girildikten sonra, Arafat’a çıkmadan önce nafile bir tavafın (26) ardından haccın sa’yi yapılabilir. Haccın sa’yini bu şekilde önceden yapanlar artık “Ziyaret tavafı”ndan sonra sa’y yapmazlar. Fakat sünnete uygun olan, haccın sa’yinin Ziyaret tavafından sonra ve ihramsız olarak yapılmasıdır.

Bu şekilde ihrama girildikten ve arzu edildiği takdirde haccın sa’yi yapıldıktan sonra kafile ile birlikte Arafat’a hareket edilir.

İntikal esnasında telbiye, tekbir, tehlil, salavat getirilir ve bol bol dua edilir. Bu mübarek günlerin bereketinden olabildiğince yararlanılmaya çalışılır. Arafat’a varıp çadırlara yerleşilir. Hacı adayı bir süre istirahat ettikten sonra bütün varlığı ile Allah’a yönelip dua eder, telbiye, tekbir ve tehlil getirir, Kur’an okur, namaz kılar, günahlarına tevbe ederek göz yaşı döker, zikir ve tesbihle meşgul olur. Zeval, yani öğle vaktine kadar böylece ibadet etmeye devam eder.

6. Arafat’ta Öğle ve İkindi Namazlarının Birleştirilerek Kılınması

Öğle vaktine kadar çadırlarda ibadetle meşgul olunarak bu mübarek mekanın ve zamanın feyzinden ve bereketinden azami derecede istifade etmeye çalışan hacı adayı, öğleye doğru namaz için hazırlık yapar.

Öğle ezanı okunduktan sonra öğle ve ikindi namazları birleştirilerek kılınır. Buna “Cem-i takdim” denir. Öğle ve ikindi namazı birleştirilerek şöyle kılınır:

Ezan okunduktan sonra, önce öğlenin ilk sünneti kılınır. Sonra kamet getirilerek öğlenin farzı eda edilir. Selam verildikten sonra teşrik tekbiri getirilir. Arkasından tekrar kamet getirilerek ikindinin farzı kılınır. Selamdan sonra teşrik tekbiri getirilir. Böylece öğle ve ikindi namazı bir ezan ve iki kametle eda edilmiş olur.

Bu iki farz namazı arasında başka namaz kılmak mekruhtur. Bu sebeple öğlenin son sünnetiyle ikindinin sünneti kılınmaz.

Namazdan sonra Vakfe yapılır.

Öğle ve ikindi namazları cem-i takdim ile kılınırken seferî olanlar öğleyi de ikindiyi de ikişer rek’at olarak kılarlar.

       7. Arafat Vakfesi

Vakfe Nedir?

“Vakfe”, durmak demektir. Arafat Vakfesi ise belirlenen zamanda hac için ihramlı olarak Arafat sınırları içinde bulunmaktır. Arafat vakfesi, haccın en önemli rüknüdür. Çünkü süresi içinde orada bulunamayanlar o sene hacca yetişememiş sayılırlar. Hz.Peygamber “Hac Arafattır” buyurmuştur.

Arafat, Mekke’nin 25 km. Güney doğusunda bulunan geniş bir alanın adıdır. Arafat vakfesi bu alanda yapılır. Bu geniş alanın sınırları levhalarla gösterilmiştir.

Arafat vakfesinin sahih olabilmesi için hac ihramına girmiş olmak ve belirlenen süre içinde Arafat’ta bulunmak gerekmektedir.

 Arafat Vakfesinin Zamanı

Arafat vakfesinin zamanı, Zilhiccenin 9. günü, yani Arefe günü öğleyin Güneş’in tepe noktasına gelip Batı’ya meyletmeye başladığı andan (Zeval vaktinden) bayramın birinci günü fecr-i sadık dediğimiz tan yerinin ağarmaya başladığı ana kadarki süredir. Bu süre içinde her ne halde olursa olsun (uykuda, baygın, vakfenin farkında olsun, ya da olmasın) bir an orada bulunan kimse vakfe farzını yerine getirmiş olur. Uygulamada ise Arafat vakfesinin yapılışı aşağıda belirtildiği şekildedir.

Arafat Vakfesinin Yapılışı

Arafe günü Arafat’ta öğle ve ikindi namazları birleştirilerek kılındıktan sonra ayağa kalkılarak kıbleye karşı dönülür. Arafat duasının ayakta yapılması müstehaptır. Telbiye, tekbir, tehlil ve salavat getirilir. Tevbe, istiğfar ve dua edilir. Esas olan herkesin içinden geldiği gibi dua etmesidir. Ancak isteyenler Dua kitabındaki Arafat Vakfesi duasını okuyabilirler. Bir süre bu şekilde vakfe yapılıp bol bol dua edildikten sonra hacılar Arafat’tan ininceye kadar kalan süreyi yine ibadet, dua ve zikirle değerlendirmeye çalışırlar.

Arefe günü hac ihramıyla Arafat’ta bulunmak, bir müslüman için en büyük nasiplerden biridir. Çünkü, bu kutsal yerde ve bu mübarek zaman diliminde yapılan ibadetler geri çevrilmez. Bu itibarla müslüman Arafat’ta gönlünü her türlü dünyevi düşünce ve gailelerden arındırarak, bütün samimiyetiyle Allah’a yönelmeli, el açıp yalvarmalı, içine düştüğü günahları hatırlayıp göz yaşları içinde tevbe etmeli, af ve mağfiret dilemeli, kendisi, anne-babası, kardeşleri, çocukları, yakınları, milletinin fertleri ve tüm müslümanlar için içtenlikle dua etmelidir.

Arafat’ta içinde bulunulan zaman diliminin her dakikasının çok büyük kıymeti vardır. Bu değerli vakitleri faydasız konuşmalarla, lüzumsuz meşguliyetlerle ve pek gerekli olmayan eş-dost ziyaretleri ile geçirip heba etmemelidir. Hele hele başkalarına sıkıntı ve eziyet vermekten, kötü söz ve davranışlardan, haklı bile olsa bir takım gereksiz tartışmalardan şiddetle sakınmalıdır. Bilinmelidir ki, bu mübarek yerde sevaplar nasıl kat kat olursa, günahlar da öylece katlanır.

Güneş battıktan sonra Arafat’tan Müzdelife’ye intikal başlayacağından, akşama yakın gerekli şahsi hazırlıklar yapılır. Güneşin batmasıyla birlikte Arafat’tan Müzdelife’ye doğru hareket başlar. Kafileler belli bir plan dahilinde yola çıkarlar. Akşam namazı, Müzdelife’de yatsı vaktinde, yatsı namazıyla birleştirilerek (cem-i tehirle) kılınacağı için, kendi vaktinde kılınmaz. Yolda yine telbiye, tekbir, tehlil, salavat ve duaya devam edilir. Elden geldiğince bu kıymetli vakitler değerlendirilmeye çalışılır.

Müzdelife’ye varınca yatsı vaktinde, akşam ve yatsı namazı birleştirilerek kılınır.

 8- Müzdelife’de Akşam ve Yatsı Namazları- nın Birleştirilerek Kılınması

Yatsı vakti girip ezan okunduktan sonra kamet getirilerek ilk önce akşam namazı kılınır. Selam verdikten sonra teşrik tekbiri getirilir. Sonra ezan okunmadan ve kamet getirilmeden yatsının farzı kılınır. Selamdan sonra yine teşrik tekbiri getirilir. Böylece iki vaktin farzı bir ezan ve bir kametle eda edilmiş olur. Buna “Cem-i tehir” denir. Bundan sonra yatsının son sünneti kılınabilir. Daha sonra vitir namazı kılınır.

Akşam ve yatsı namazları bu şekilde birleştirilerek kılındıktan sonra “vakfe” yapılacak zamana kadar ibadetle meşgul olunur. İhtiyaç varsa istirahat edilir. Şeytan taşlamada (cemaratta) atılacak taşlar toplanır. Bu taşların Müzdelife’den toplanması zorunlu değildir. Başka yerden de toplanabilir. Taşlar nohuttan büyük, fındıktan küçük olmalıdır. Taşların temiz olmama ihtimali varsa yıkanır.

 9- Müzdelife Vakfesi

Müzdelife, Arafat ile Mina arasında ve Harem sınırları içinde kalan bir bölgenin adıdır. Müzdelife’nin sınırları levhalarla belirtilmiştir. Müzdelife’de vakfe yapmak haccın vaciplerindendir.

 Müzdelife Vakfesinin Zamanı

Müzdelife vakfesi, bayram gecesi, gece yarısından itibaren güneşin doğuşuna kadarki süre içerisinde yapılır. Bu süre içinde her ne halde olursa olsun kısa bir an burada bulunan kimse vakfe görevini yerine getirmiş sayılır.

Ancak sünnete uygun olan, Müzdelife vakfesinin sabah namazından sonra yapılmasıdır. Şu kadar var ki, izdiham sebebiyle belirtildiği gibi gece yarısından sonra vakfe yapıp ayrılmakta bir sakınca yoktur.

 Müzdelife Vakfesinin Yapılışı

Yukarıda belirtilen süre içerisinde, Arafat vakfesinde olduğu gibi, telbiye, tekbir, tehlil, salavat getirilir ve dua edilir. Asıl olan herkesin içinden geldiği gibi dua etmesidir. Ancak isteyenler Dua kitabındaki “Müzdelife Vakfesi Duası”nı okuyabilirler.

Müzdelife vakfesinden sonra Mina’ya hareket edilir. Kafileler belli bir plan çerçevesinde yola çıkarlar. Yol boyunca telbiye, tekbir ve tehlile devam edilerek Mina’da kalınacak çadırlara gelinir. İsteyenler burada bir müddet istirahat edip ihtiyaç giderirler. Daha sonra izdihamın olmadığı uygun bir zamanda Büyük Şeytanı (Akabe Cemresini) taşlamak üzere şeytan taşlama (cemarat) mahalline gidilir. Uygulamada Türk hacıları genellikle akşam namazından sonra taşlamaya götürülmektedir.

 10- Şeytan Taşlamak (Remy-i Cimar)

Bayramın 1,2,3 ve 4 üncü günlerinde Mina’da bulunan ve “Büyük Şeytan-Akabe Cemresi”, “Orta Şeytan-Orta Cemre” ve “Küçük Şeytan-Küçük Cemre” diye adlandırılan üç taş kümesine usûlüne uygun olarak taş atmak haccın vaciplerindendir. Bayramın birinci günü Büyük Şeytana 7, ikinci, üçüncü ve dördüncü günlerinde ise her üç şeytana yedişerden 21′ er taş atılır. Taşlama küçükten büyüğe doğru yapılır. Ancak, Mina’da kalınmadığı takdirde dördüncü günü taş atılması gerekmez. Uygulamada bayramın dördüncü günü Mina’da kalınmadığı için bu gün taş atılmamaktadır.

Şeytan taşlama; kötülükleri, haksızlıkları, zulmü ve zorbalığı bir protesto anlamı taşır. Şeytan taşlayan hacı, bu hareketiyle şeytana, şeytanın yoluna uyanlara ve bütün kötülüklere karşı çıkışını sergilemiş ve kendisinin de bundan böyle asla şeytana uymayacağını ortaya koymuş olmaktadır.

 Taşlamanın Yapılışı

Taşların atıldığı kümeye yaklaşarak, atılacak taş, sağ elin baş ve şehadet parmaklarının uçlarıyla tutulur. “Bismillah, Allahu ekber rağmen li’ş-şeytani ve hizbih” diyerek atılır. Taşların her biri ayrı ayrı atılmalıdır. Hepsi birden atılırsa tek taş atılmış sayılır. Taşlar, kümelerin üzerine veya kümeleri kuşatan havuzlara düşecek şekilde atılmalıdır.

          Taşlamanın Zamanı ve Atılacak Taş Sayısı

a- Bayramın Birinci Günü

Bayramın birinci günü, Büyük Şeytana tarif edildiği şekilde “7″ taş atılır. Atılan ilk taşla birlikte telbiyeye son verilir. Birinci günkü taşlamanın zamanı gece yarısından itibaren başlar, bayramın ikinci günü tan yeri ağarıncaya kadar devam eder.

 b- Bayramın İkinci Günü

Bayramın ikinci günü, küçüğünden başlanarak her üç şeytana 7′şerden toplam 21 taş atılır. İkinci günkü taşlama zeval vaktinde yani öğleyin güneşin tepe noktasına gelip batıya yönelmesiyle birlikte başlar, gece tan yeri ağarıncaya kadar devam eder.

c- Bayramın Üçüncü Günü

Bayramın üçüncü günü de ikinci günde olduğu gibi küçük şeytandan başlamak üzere her üç şeytana 7′şerden toplam 21 taş atılır. Üçüncü günde taşlamanın zamanı zeval vaktinden yani öğleyin güneşin tepe noktasına gelip batıya yönelmesiyle birlikte başlar, gece tan yeri ağarıncaya kadar devam eder.

d- Bayramın Dördüncü Günü

Bayramın dördüncü günü tan yeri ağarıncaya kadar Mina’dan ayrılmamış olanlar, tan yerinin ağarmasından itibaren güneş batıncaya kadar her üç şeytana “7″şerden toplam 21 taş daha atarlar. Tan yeri ağarmadan Mina’dan ayrılanların bu günün taşlarını atmaları gerekmez. Uygulama da böyledir.

Taşlamalarda, çok kalabalık olan gündüzün izdihamlı saatleri yerine, tenha olan gece saatleri, ya da akşam saatleri tercih edilmelidir.

Küçük ve orta şeytanlara taş atıldıktan sonra, mümkünse bir kenara çekilip dua edilir. Büyük şeytana taş atıldıktan sonra beklenmez, orası hemen terk edilir.

 Taşlamada Vekâlet ve Atılamayan Taşların Kazası

Gücü yetenlerin taşları bizzat kendilerinin atmaları gerekir. Vekalet vererek başkasına attıramazlar. Hastalık, yaşlılık ve sakatlık gibi mazeretlerle taşları bizzat kendisi atamayacak durumda olanlar, vekâlet vererek taşları bir başkasına attırırlar.

Vaktinde atılamayan taşların, bayramın dördüncü günü güneş batıncaya kadar atılması vaciptir. Atılmadığı takdirde ceza gerekir.

11- Hac Kurbanı (Şükür Hedyi)

Temettu ve Kıran haccı yapanların, hac kurbanı (şükür hedyi) kesmeleri vaciptir. Her ne kadar sünnete uygun olan, hac kurbanının, büyük şeytana taş attıktan sonra kesilmesi ise de, taş atmadan önce de kesilmesi mümkündür. Hac kurbanı, Harem Bölgesi sınırları içerisinde, bayramın birinci günü tan yerinin ağarmaya başlamasından itibaren kesilir.

Hac kurbanının etinden sahibi dahil herkes yiyebilir.

Temettu ve Kıran haccı yapanlar, Kurban kesme imkânı bulamazlarsa bunun yerine on gün oruç tutarlar. Bu on gün orucun üç günü, hacdan önce ve hac ihramına girdikten sonra (Mekke’de) tutulur. En uygunu 7, 8 ve 9. Zilhicce günlerinde tutulmasıdır. Geri kalan yedi gün ise, bayramın dördüncü gününden sonra olmak üzere, hacdan sonra tutulur. Bu yedi günün memlekete döndükten sonra tutulması daha uygundur. Bunların peşpeşe tutulması şart değildir.

Hacılar, Kurban Bayramında şartlarını taşıyan her müslümanın kesmekte olduğu kurbanı (Udhiyyeyi) kesmek zorunda değillerdir. Fakat sevap kazanmak için nafile olarak kesebilirler. Nafile olarak bu kurbanı kesmek istedikleri takdirde vekâlet vererek memleketlerinde kestirmeleri daha uygun olur.

 12- Tıraş Olup İhramdan Çıkma

Bayramın birinci günü Büyük şeytana taş atılıp kurban kesildikten sonra tıraş olup ihramdan çıkılır. Her ne kadar sünnete uygun olan, önce Büyük Şeytana taş atmak, sonra kurban kesmek, daha sonra da tıraş olup ihramdan çıkmak ise de, taş atmadan, ya da kurban kesmeden önce de tıraş olup ihramdan çıkmak mümkündür.

Umre ihramından çıkış konusunda da anlatıldığı gibi, ihramdan çıkmak için erkekler saçlarını dipten tıraş eder veya kısaltırlar. Kadınlar ise saçlarının ucundan bir miktar keserler. Böylece hac ihramından çıkışın birinci aşaması gerçekleşmiş olur. Buna “ilk tehallül” denir.

Bu aşamada eşiyle cinsel ilişki dışında bütün ihram yasakları kalkar. Cinsel ilişki konusundaki yasak ise, ancak Ziyaret tavafından sonra kalkar.

 13- Ziyaret Tavafı

Ziyaret tavafı, haccın farzlarındandır. Haccın iki rüknünden birisidir. Buna “İfada tavafı” da denir

Ziyaret Tavafının Vakti

Ziyaret tavafının vakti, bayramın ilk günü gece yarısından itibaren başlar, ömrün sonuna kadar devam eder. Uygulamada ziyaret tavafı, tıraş olup ihramdan çıktıktan sonra yapılmaktadır.

Ziyaret tavafının, bayramın ilk üç gününde yapılması usûle uygun ise de, daha sonraki günlerde de yapılabilir

Ziyaret Tavafının Yapılışı

Önce, “Allah’ım! Senin rızan için ziyaret tavafı yapmak istiyorum. Bunu kolaylaştır ve kabul eyle” diyerek niyet edilir. Daha sonra Hacer-i Esved hizasına gelerek “Tavafın Yapılışı” konusunda anlatıldığı gibi tavafa başlanır ve yedi şavtla tavaf tamamlanır. Tavaf tamamlandıktan sonra belirtildiği şekilde tavaf namazı kılınır. Böylece haccın ikinci rüknü de tamamlanmış olur. Ziyaret tavafının tamamlanmasıyla hac ihramından çıkışın ikinci aşaması da gerçekleşmiş olur. Buna “ikinci tehallül” denir. Böylece eşiyle cinsel ilişki yasağı da ortadan kalkmış olur.

Ziyaret tavafının, tıraş olup ihramdan çıktıktan sonra yapılması sünnete daha uygundur.

Özel hallerinde bulunan kadınlar, ziyaret tavafını bu halleri sona erinceye kadar ertelerler.

Arafat’a çıkmadan önce haccın sa’yini yapmamış olanlar, ziyaret tavafından sonra bu sa’yi yaparlar.

14- Haccın Sa’yi

Sa’y yapmak, haccın vaciplerindendir.

Arafat’a çıkmadan önce haccın sa’yini yapmamış olanlar ziyaret tavafının ardından, “Allah’ım, Senin rızan için hac sa’yini yapmak istiyorum, bunu kolaylaştır ve kabul eyle” diye niyet ederek daha önce “Sa’y” konusunda belirtildiği şekilde hac sa’yini yaparlar.

Hac sa’yinin, tıraş olup ihramdan çıktıktan sonra yapılması sünnete daha uygundur.

Bundan sonra hacı, Mekke’de kaldığı süre içinde beş vakit namazı Harem-i Şerif’te kılmaya özen gösterir. Bol bol nafile tavaf yapar. Mekke’den ayrılacağı sırada da “Veda Tavafı” yapar.

 15- Veda Tavafı

Hacca uzaklardan yani Mikat sınırları dışından gelmiş olanların (Afakilerin) Mekke’den ayrılmadan “Veda Tavafı” yapmaları vaciptir. Bu, hacıların hacla ilgili olarak yapacakları son görevdir (nüsüktür). Buna “Sader Tavafı” da denir.

Veda Tavafı, “Allah’ım! Senin rızan için Veda tavafı yapmak istiyorum. Bunu kolaylaştır ve kabul eyle” diye niyet edilerek tıpkı diğer tavaflar gibi yapılır. Tavafın arkasından, tavaf namazı da kılındıktan sonra çokça dua edilir, af ve mağfiret dilenir. Göz yaşı dökülür. İsteyen Dua kitabındaki veda tavafından sonra okunacak duayı okuyabilir.

Nihayet ayrılığın üzüntüsü içinde göz yaşlarıyla Kâbe’ye ve Mescid-i Harama veda edilir.

Ziyaret tavafından sonra herhangi bir nafile tavaf yapılıp veda tavafı yapılmadan Mekke’den ayrılma durumunda kalınmışsa, yapılan bu nafile tavaf, veda tavafı sayılır.

Özel hallerinde bulunan kadınlar, bu durumları sona ermeden Mekke’den ayrılmak zorunda kalırlarsa, veda tavafı yapmazlar, bundan dolayı bir ceza da gerekmez.

Haccın Çeşitleri
Yapılışı Bakımından Hac Üç Çesittir :

1. İfrad Haccı : Umresiz yapilan hac demektir. Haci adayi ihrama girerken sadece hacca niyet eder ve hac vazifelerini yerine getirir. Ifrad hacci yapanlara kurban kesmek vacib degildir.
2. Temettu Haccı : Umre ve hacci ayri ayri ihrama girerek yapmaktir. Haci adayi önce umre için ihrama girip umre vazifelerini yapar ve ihramdan çikar. Günü gelince yeniden ihrama girerek hac vazifelerini yerine getirir. Temettu haccinda kurban kesmek vacibdir.
3. Kıran Haccı : Umre ve hacci bir ihramda yapmaktir. Haci adayi ihrama girerken hem umre, hem de hacca niyet eder. Önce umreyi yapar fakat ihramdan çikmaz, sonra da hacci yapar. Kiran haccinda da kurban kesmek vacibdir.

Hacca gitmek isteyen bir kimse bu üç çesit hacdan hangisini dilerse onu yapar. Usulüne uygun olarak hangisini yaparsa hac görevini getirmis olur.

İhram, Telbiye, Tavaf, Sa’y ve Vakfe :

İhram : Hac veya umra yapacak olan kimsenin diger zamanlarda helal olan bazi fiil ve davranislari belirli bir süre kendisine haram kilmasidir. Hac veya umreye niyet etmek ve telbiye getirmekle ihrama girilmis olur.

Telbiye : Ihramli olarak ve yüksek sesle : « Lebbeyk, Allahümme lebbeyk, lebbeyke la serike leke lebbeyk, innel’hamde ve’n ni’mete leke ve’l-mülk, la serike lek. » demektir. Kadinlar hafif sesle telbiye getirirler.

Tavaf : Kabenin etrafini usulüne göre yedi defa dolasmaktir.

Sa’y : Kabenin yakininda bulunan Safa ile Merve tepeleri arasinda gidip gelmektir. Bu gidis-gelisler, Safa’dan Merve’ye dört, Merve’den Safa’ya üç olmak üzere yedi defadir.

Vakfe : Hacda Arafat ve Müzdelife denilen yerlerde belirli zamanlarda bir süre kalmaktir. Arafat vakfesi farz, müzdelife vakfesi vacibdir.

 HACIYA TAVSİYELER–1

        Hacı “Mahşerin provasına” çıkacak. İhramını kefeni bilecek, geride bıraktıklarını Allah’a emanet edecek ve Hz. İbrahim’in binlerce yıl öteden gelen davetine koşacak. Yeryüzünün göbeğine, insanlığın ilk misafirhanesine, dünyanın ilk mabedine yürüyecek.

           Hz. İbrahim’in, Hz. Hacer’in, Hz. İsmail’in, Hz. Muhammed’in kokusunun peşine düşecek. Arafat’ta marifete erip Adem gibi “adam” olacak. Meş’ari’l-Haram’da (Müzdelife) şuura erecek. Mina’da, içindeki ve dışındaki şeytanlarla savaşmak için atış talimi yapacak. Kurban kesip Hz. İbrahim ve İsmail’in teslimiyetini örnek alacak. Dahası, İsmail’i almayıp üstüne bir de İshak’ı bahşeden Allah’ın cömertliğine bakıp, “Eğer Allah isterse, almak için istemez, vermek için ister” diyecek ve Allah için verme yarışına girecek.

          İşte böyle bereketli bir yolculuk hac yolculuğu.. Kim için? Tabii ki her giden için değil. Eğer işin şuurunda değilse kişi, değil gitmek, Kâbe’nin avlusunda yaşayıp ölse hiçbir şey fark etmez. Unutmayın, Ebu Cehil’in evi Kâbe’ye Allah Resulü’nün evinden yakındı.

          Gidip “acı” olmak da var, gidip “hacı” olmak da. Mührü bozulmadan gidip gelenler, zahmetli bir turistik yolculuk yapmış olurlar. Anadan doğduğu günkü gibi temiz ve pak dönmek isteyenler, haccı “ana rahmine” bir yolculuk bilmeliler. Ana rahmine yolculuk yapan insan, yiyecek, içecek, giyecek derdine düşmez. Ana rahminde bunların esamisi okunmaz. Tüm unvanlarını, statülerini, afrasını, tafrasını bırakır. Tüm elbiselerinden soyunur gibi dünyayı soyunur. “Rahmeti” bir ihram gibi kuşanır.

HACCA GİTMEDEN YAPILMASI GEREKENLER:

1-Hacc nedir? Tavafın anlamı ne? Neden say yapıyoruz? Arafat’a çıkmak ne anlama geliyor? Şeytan taşlamak neyi ifade ediyor? Haccın kabul olunması için “bilinçli bir Hacc menasiki” yapılması

gerekir. Bu nedenle Hacca gitmeden önce bilinçlenmeliyiz. Hac ile ilgili kitaplar okuyarak hazırlığımızı tamamlamalıyız. Sadece maddi hazırlık değil, manevi açıdan yani imani yönden de hazırlanmalıyız. İşte böyle kitaplardan bazılarını hacı adaylarına öneriyoruz! Mutlaka okuduktan sonra Hacca gidiniz!

1-Haccı Anlamak-Diyanet yayınları     2- İmam-ı Gazali- Haccın Sırları ve Hikmetleri    3- Ali Şeraiti- Hacc

2-Gittiğiniz gibi dönecekseniz, bu yola hiç çıkmayınız, döndüğünüz zaman  yine eskisi gibi olacaksanız çıkmak için iyice düşününüz, bir sıfat kazanmak için ise bu yolculuk, niçin gittiğinizi yeniden düşününüz..

3- Bu yola çıkmak için ruhunuz, aklınız, imanınız ve bedeniniz ile birlikte karar veriniz.

4-Her gün yürüme alıştırmaları yapın ilk gün 500 metre olarak başlayın bu alıştırmalara her gün ilaveler yaparak günde 5 kilometreye kadar çıkartın çünkü yürümek zorunda kalacağınız günler daha çok olacaktır hafif yokuşlu yollarda bunu yaparsanız daha iyi olur

5- Eşinizle, dostunuzla özellikle komşularınızla helalleşerek, iki rekât sefer namazı kılıp gusül abdesti aldıktan sonra yola çıkınız.

6-Menenjit aşısını sadece müftülüğün bildirdiği yerde vurulacaktır menenjit aşı kartını yanınızda cidde havaalanından geçinceye kadar muhafaza etmelisiniz.

7- Hem kendinizi hem de eşyanızı başkalarına yük etmemek için az eşya alınız, gidiş ve dönüşteki yük hakkınız bütün havayollarında 30 kgdır unutmayınız.

8- Valizler aynı model olduğu için uzaktan fark edilebilecek büyük bir işaret yapıştırılarak belirlenmelidir.

9- Eğer yanınızda çok para götürmek istemiyorsanız Türkiye’de ilan edilen banka hesabına para yatırabilir ve dilediğiniz zaman Mekke ve Medine’de diyanet muhasebelerinden paranızın tamamını veya bir kısmını çekebilirsiniz ancak Arafat’a çıkmadan bir hafta önce ve Arafat’tan bir hafta sonra para çekme imkânınızın olmadığını aklınızdan çıkarmayın.

10-Herkesin pasaportu kendisinde olmalı ve herkes kendisine verilen aşı kartı ve yurt dışı harç pulu yanımıza alınmalı. Evraklarında eksiklik olmadığını otobüse binmeden önce kontrol etmeliyiz.

11- Kafile belli olduğunda bütün görevlilerin telefon ve görev yeri bilgilerini hemen elde etmelidir.

12-Terlik (ortepedik) veya sandalet türü ayakkabı tercih edilmeli. Bir Güneş gözlüğü de götürün.

13- Sağlık problemi olanlar ilaçlarını ve sağlık raporları varsa mutlaka almalı.

14- Pişik kremi ve pudra itiyaden alınmalı. Pamuklu iç çamaşırı en az 4–5 takım olmalı.

15- Mutlaka cep telefonumuz yanımızda olmalı. Din görevlisinin, merkezlerimizin ve otelimizin telefonlarını kaydetmeliyiz.

16- Dar olmayan ve lastiksiz veya lastiği bol pamuklu çoraplar götürmeliyiz.

HACIYA TAVSİYELER–2

HAC İBADETİNİ YAPARKEN YAPILMASI GEREKENLER:

1- Dünyanın neresinden gelirse gelsin oraya gelenlerin hepsine kardeş gibi bakmalı, kendilerine bir yanlışlıkları hatırlatıldığında bunu bir onur vesilesi yapmayarak verilen bilgi ve yapılan nasihatten yararlanmalıdırlar

2-Günah işlemeye, kavga ve dövüş etmeye karşı kendinizi korumalısınız. Sabırlı olanlar hacı olur.

Adınız sabır soyadınız sebat olmalı.

3- Tavafın mescid-i haram’ı selamlama olduğunu bilmelisiniz tavaf, Allah Teâlâ’nın eda edilişi esnasında konuşmayı mubah kıldığı bir namazdır bundan dolayı küçük ve büyük pisliklerden temiz olmak ve avret yerinin kapalı olması gerekir

4- Kâbe’yi görür görmez dua etmelisiniz. O sırada yapılan dualar kabul edilir dualar Arapça ya da Türkçe yapılabilir önemli olan dua ederken ne söylendiğinin bilinmesidir. Allah sizi hangi dilde dua ederseniz edin anlar hatta hiç konuşmasanız, dua etmeseniz dahi kalbinizden geçeni bilir Allah ile kul arasına dil giremez. Çünkü sevginin, yakarışın dili olmaz. İlk duamız:”Ya Rabbi burada ve buradan sonra yapacağım bütün dualarımı kabul eyle!”.

5-İnsanların ne yaptığını takip etmeyi bırakıp kendi amellerine ve ibadetine önem vermelisiniz.

6-Hacer-i esved’i öpmek için sıkışıklık ve izdiham oluşturmamalı çünkü Hacer-i Esved’i öpmek sünnet, kendine ve başkalarına eziyet vermemek ise vaciptir vacibin uygulanması sünnetten daha evladır Allah en iyi bilendir.

7- Hacının tavaf esnasında huşu içinde olması ve kalbinin de başka şeyler ile meşgul olmaması müstehaptır.

8- Arefe günü tembellik, uyuşukluk ve vakti boşa geçirmekten kaçınınız kendinizi dua ve zikirle meşgul ediniz çünkü Resulüllah (sav) şöyle buyurmuştur: (duaların en hayırlısı arafe günü yapılan duadır)

9- Dua yaparken mümkün mertebe Kâbe’ye yöneliniz.

10- Peygamber (sav)’in sünnetine tam olarak uyunuz ve vakarlı hareket ediniz.

11- Namazları mübarek Ravda’da kılmaya önem veriniz (çünkü orası cennet bahçelerinden bir bahçedir).Mümkünse yeşil halının üzerinde kılın.

12- Kabirlerin duvarlarına el-yüz sürmeyiniz ve öpmeyiniz.

13- Medine’de sakin, vakarlı ve edepli olarak hareket ediniz (çünkü sen peygamber (sav)’in ve ashabının ayak bastığı yerlerde yürümektesin).

14- Gülmeyiniz ve yüksek sesle konuşmayınız çünkü Resulüllah (sav)’in yanında yüksek sesle konuşmak hayırlı amelleri boşa çıkartır.

15-Kâbe’den fazla çarşı pazarı tavaf etmek, Kâbe’ye karşı ayıptır. Milletin evi takke, tespih ve seccade doldu. İsraftan başka bir şey olmayan bu tür hediyelerin yerini, okuyanı diriltici bir hacca ikna edecek kitaplar almalı.

16- Makam-ı İbrahim’e ve Kâbe’nin duvarlarına elinizi yüzünüzü sürüp öpmeyiniz bu, sünnete aykırı olan bir bidattir Allah her şeyin en doğrusunu bilir.

17- Eğer çok kalabalık ise tavaftan sonra makam-ı İbrahim’in arkasında namaz kılmak için ısrar etmeyiniz harem-i şerif’in herhangi bir yerinde de kılmanız caizdir.

18- Kadınların ihramdan çıkarken (saçlarını kısaltırken) saçlarını erkeklere göstermemeleri gerekir

19- Klimalı ortama birden geçmemeliyiz. Fanının önüne geçmemeliyiz. Odamızı her gün havalandırmalıyız.

20-Otobüslere ve uçağa bindiğinizde ön koltukları size hizmet edecek hocalarınıza bırakınız.Hizmetin daha iyi olması için,yer veya yatak kavgası yapmayalım.

21-Hocalar sizin dini hizmetinizi yapmanıza yardımcı olacaktır. Ama sizin de onlara yardımcı olmanız lazımdır. Böylece bu ibadetimiz zahmet değil, rahmet olacaktır.

22-Unutmayın fotoğraf çekmeye veya gezip de yemeye içmeye gitmediniz. Manevi havayı hissetmelisiniz.

23-Bol bol kendinize ve ümmet-i Muhammede dua ediniz. İnci-boncuk değil güzel hatıralarla ve kazanımlarla gelin.

         Bayanların Ravza-ı Mutahhara Ziyaret Saatleri 

Sabah: 07.00 11.00 Öğle : 13.30 15.30 Akşam: 21.30 23:00

Allah kabul eylesin.                                                                                      

HAC VE UMRE

1-DÜNYADAN SOYUNUP İHRAMA GİRMEK:

Rabb’inin ‘dünyayı ve içindeki herşeyi bırak bana gel’ çağrısına Lebbeyk!.”Sana geldim Allah’ım. Çağırdın koşup geldim. Sana geldim, Senin hiçbir yardımcın, ortağın, benzerin yoktur. Koşup sana geldim, hamd sana mahsustur ve nimet sadece Sana aittir, mülk de umumen Senindir, hiçbir ortağın yoktur Senin!”

İhram kefene benzediği gibi, ihrama giren de ölüye benziyor. Tıpkı ölü gibi, ihramlı biri hiçbir bitkiyi koparamaz. Hiçbir canlıya zarar veremez. Hiçbir kimseyi incitemez. Hiçbir koku sürünemez. Sadece Rabbini düşünür. O’nun huzurunda olduğunu hissederek huzur bulur.

 

2-DÜNYAYI BIRAKIP KABE’Yİ TAVAF ETMEK:

Kabe, Hz.Adem (as)’ın yer yüzünde inşa ettiği ilk mabedtir. İnsanı hayvaniyetten kurtarıp melekler ötesine taşıyan insaniyet miracının ilk basamağıdır. Hacılar, maneviyet semasına Kabe’yi tavaf ederek yükseliyor. Tıpkı atomlar, yıldızlar ve galaktik sistemler gibi ilahi aşkın cazibesiyle Mevlevi gibi dönüyor. Bir ömür boyu peşinde koştuğu, etrafında dolandığı dünyalıkların kendisine fayda vermediğini itiraf ederek, tövbe ve istiğfarla Bir’i temsil eden Kabe’nin etrafında dolanmaya başlıyor. Diğer hacılarla bir olup, Molla Cami’nin tavsiyesine uyup, yalnız Biri istiyor. Yalnız Biri çağırıyor. Yalnız Biri talep ediyor. Yalnız Biri görüyor. Yalnız Biri biliyor be yanlız Biri anıyor. Hakiki mahbub, hakiki matlub, hakiki maksudun tek bir Zat olduğunu anlayıp, tekbir çekiyor.

Her hacı, sonsuzluk aleminin bir taşına gösterdiği ilgiyle fenadan yüzünü çevirip sonsuz kıymetteki bekaya talip olduğunu beyan ediyor “Faniyim, fani istemem. Acisiz,m aciz olanı istemem. Ruhumu Rahmana teslim eyledim, gayrı istemem” diyerek fani dünyayı geride bırakıyor. Beka aleminin taşını görünce adeta şöyle feryat ediyor: “İsterim, fakat bir yarı Baki isterim. Zerreyim, fakat hiç sönmeyen bir güneş isterim.”

3-ARAFAT’TA ADEMVARİ TÖVBE VE İSTİĞFAR:

Adem (as) da Cebeli-Rahme’de tövbe ve istiğfar etmiş ve affa mazhar olmuştu. Hz.Adem (as) neslinden gelen hacılar da, bir ömür şeytana tabi olmanın pişmanlığı içinde aynı mekanda ellerini açıyordu. Pişmanlık duyup tövbe ve istiğfar ediyordu. Binbir günah ve hatalarını itiraf edip, sonsuz şefkat ve merhamet sahibinden af talep ediyor ve affedilmesi için Allah’a şöyle yakarıyordu: “Eğer kemâl-i rahmetinle kabul etsen, mağfiret edip rahmet etsen, zaten o Senin şânındır. Çünkü Erhamürrâhimînsin. Eğer kabul etmezsen, Senin kapından başka hangi kapıya gideyim? Hangi kapı var? Senden başka Rab yok ki dergâhına gidilsin. Senden başka hak mâbud yoktur ki ona iltica edilsin”

4-MÜZDELİFE’DE HAŞİR SABAHINI YAŞAMAK:

Gün batımıyla başlayan göçün ikinci durağı Müzdelife’dir. Ölümle gelen ikinci durak kabirdir. “Zelife” yaklaşmak, “müzdelife” yaklaşma yeri anlamındadır. Müzdelife’de biraz daha yaklaştın gideceğin yere ve bildin artık bu yolun sonunu, hem de “aynel yakîn” olarak. Artık her şeyin şuuruna erdin. Nasıl bir yolcu olduğunu iyice anladın.

Arefe ile bayramın gecesi, hayat ile ebedi hayatın istirahatgâhı kabir gibi. Şimdi istirahat et, rüyalar gör. Sabah hesap var. Arafat’ta hâsılat iyi ise endişe etme. Arafat’ın hâsılatı iyi değilse kâbuslar görürsün. Çünkü yarın her nimetten sorguya çekileceksin Mina’da. Müzdelife’de karanlığın ortasında yapayalnızsın. Arafat’taki duruşuna göre, rüyanda ya cenneti görecek ya da cehennem çukuruna düşmüş gibi olacaksın. Arafat’ta cenneti elde edecek hayatı yaşadınsa korkma, korkulu rüya görmeyecek rahat bir şekilde yarına uyanacaksın ve bayram yapacaksın. “Meş’aril Haram” his, algılama, duyu, bilinç yeri, gerçeğe erilen, gaybın açığa çıktığı yer.Dördüncü perde açılmakta, hacılar Mina’ya akmakta ve insanlık Mahşer’e toplanmaktadır.

5-CAMARATTA ŞEYTANI TAŞLARKEN ŞEYTANA UYMAMAK:

Hz.İbrahim (as) gördüğü sadık rüyanın gereğini yapmaya giderken şeytan onu kandırmaya çalışmıştı. Şeytanı taşlayarak ilahi emrin gereğini yerine getirebilmişti. Öyleyse, şeytanı taşlamayan, yani onun telkin ve teşviklerine hayır demeyen, hayırlı amel ve farz olan ibadeti yapamazdı.

6-KURBAN KESMEKLE MASİVAYLA BAĞLARI KOPARMAK:

Mal ve evlat insanı Allah’tan koparıp dünyaya bağlayan şeyler. İnsan, kalbindeki sevgiyle Allah’la bağ kurmak yerine masivaya bağlandığında hata yapar. Kurban, Allah’a yönelen insanın masivayla olan bağlarını kesmesidir. Allah’tan gayrı hiçbir şeyin bizzatihi muhabete layık olmadığını anlamasıdır. Güneşin aynalardaki yansımalarına aşık birinin güneşi görünce aynaları bırakması gibi insan varlık aynalarında gördüğü güzellik, ihsan ve kemallin kaynağını farkedince O’na yöneliyor.

7-HACERVARİ SAY EDİP ZEMZEM BULMAK:

Say, Hz.Hacer validemizin izini takip edip, Safa ve Merve tepeleri arasını turlamaktır. Hz.Hacer, çöl sıcağında susuzluktan ölecek oğluna su bulmak için iki tepe arasında yedi defa gidip gelip gelmişti. Yedincisinde Hz.İsmail’in yanında fışkıran su sesini duyunca büyük bir sevinçle şükretmişti. Bizim için zemzem rızkı temsil ediyordu. Çöl ise dünyayı. İnsan bu dünya çölünde rızkını ararken çoğu zaman Rezzak’ı unutuyor. Rızkı maddi sebeblerden biliyor. Elmayı ağaçtan, sütün inekten, balı arıdan bilmek gibi. Oysa, sebeblerin en kudretlisi olan insanın yaptığı tek bir rızık yokken akılsız bitkiler ve ilimsiz hayvanlar nasıl rızık yapsınlar. Bütün nimetler doğrudan doğruya Allah’tan geliyor. İnsan çalışmasıyla rızkı talep eder. Yani, Allah say yaptırtmakla nazarımızı asıl nimet sahibine çeviriyor.
 

      Hac bitip, veda tavafını yapınca, Kâbe, hacıların gühanlarını örtüsüne çekip kararırken onların kalbini ve ruhunu ihramları gibi ak ediyor. Yeni doğmuş bebekler gibi günahsız olarak memleketlerine yolcu ediyor.                   
                                
HAC-UMRE DÖKÜMANLARI için Tıklayınız

 Umre Nedir?

 

Umre kelimesi, ziyaret etmek anlamına gelmektedir. Dini bir terim olarak umre, “Belirli bir zamana bağlı olmaksızın ihrama girerek Kâbe’yi tavaf etmek, Safa ile Merve arasında sa’y yapmak ve tıraş olup ihramdan çıkmaktan” ibarettir.

Umre kelimesi, ziyaret etmek anlamına gelmektedir. Dini bir terim olarak umre, “Belirli bir zamana bağlı olmaksızın ihrama girerek Kâbe’yi tavaf etmek, Safa ile Merve arasında sa’y yapmak ve tıraş olup ihramdan çıkmaktan” ibarettir.

Umrenin iki farzı vardır: İhram ve tavaf. Bunlardan ihram şart; tavaf, rükündür. Vacipleri ise sa’y ile tıraş olup ihramdan çıkmaktır. Ömürde bir defa umre yapmak sünnettir.

Umrenin pek çok fazileti vardır. Özellikle Ramazan ayında yapılan umrenin sevabı pek çoktur. Hz. Peygamber umre hakkında şöyle buyurmaktadır : “Umre, diğer bir umre ile arasındaki günahları siler”(7) “Ramazanda yapılan umrenin sevabı bir haccın sevabına denktir.

Umre için belirli bir zaman yoktur. Her zaman yapılabilir. Ancak, Arefe günü sabahından bayramın dördüncü günü akşamına kadar yapılması mekruh görülmüştür.

Umre yapmak isteyenler, gerekli hazırlıkları yaptıktan ve iki rek’at ihram namazı kıldıktan sonra, “Allah’ım! Senin rızan için umre yapmak istiyorum. Bunu kolaylaştır ve kabul eyle” diye niyet edip “telbiye” söyleyerek ihrama girerler. Bu şekilde ihrama girdikten sonra Kâbe’yi usulüne göre tavaf ederler. Nihayet Safa ile Merve arasında sa’y yaptıktan sonra tıraş olup ihramdan çıkarlar. Böylece umre tamamlanmış olur.

HACLA FARKLARI

1) Umre’nin belirli bir vakti yoktur.

2) Umre’nin Arafat ve Müzdelife vakfeleri yoktur.

3) Umre’de Cem-i Takdim ve Cem-i Tehir yoktur.

4) Umre’de şeytan taşlama yoktur.

5) Umre’de Kudüm Tavafı ve Veda Tavafı yoktur.

6) Umre’ de kurban kesrnek yoktur

Dikkat Edilecek Hususlar
  • – Helal para temin etmeli, alacaklarını almalı, borçlarını ödemelidir. Bu mümkün değilse yazı ile tevsik etmelidir.
  • – Aile efradı, hısım ve akrabaları ile helalleşmelidir.
  • – Aşırıya kaçmadan yol hazırlığı yapmalıdır.
  • – Güneşin altında fazla dolaşmamalıdır.
  • – Otellerde soğutucular gereksiz ve uygunsuz kullanılmamalıdır.
  • – Yağlı yemeklerden ve dışarıda satılan yemeklerden kaçınmalıdır.
  • – Buzlu su ve içeceklerden içmemelidir. Kusurlu insanları affetmelidir.
  • – Elbiselerin beyaz ve pamuklu olmasına dikkat ilmelidir.
  • – Lüzumsuz alışverişlerle vakit geçirmemelidir. Malayani hareket ve davranıştan kaçınmalıdır.

 HAC-UMRE DÖKÜMANLARI için Tıklayınız

 UMRE NASIL YAPILIR?

 

1- Mikât sınırlarının birinde ihrama girilir ve niyet edilir.

 2- Telbiye, tekbir, tehlil salevat-ı şerife okunarak Harem-i şerife girilir. Niyet edilip umre tavafı yapılır. Tavaf esnasında ilk üç şavtta ıztıbâ ve remel de yapılır.

 3- Tavaf namazından sonra Mes’aya gidilerek umrenin sa’yi yapılır.

 4- Tıraş olunup ihramdan çıkılır. Böylece umre tamamlanmış olur. Umrede Arafat, Minâ, Müzdelife’deki menâsik, kudum ve veda tavafı yoktur.

 

Umre ve Tavaf

   Kâbe’ye yaklaşılarak, Umrenin rüknü (farz) olan tavafı yapmak için Allah’ım Umremin tavafını yapmak istiyorum. Kolaylaştır ve kabul buyur denilerek niyet edilir. Bu arada erkekler ihram elbisesinin üst parçasını sağ omuzlarını açıkta bırakacak şekilde örtünürler. Tavaf namazı omuzlar örtülü olarak kılınır. Sembolik değer taşıyan Hacerul-Esved (siyah taş) elle dokunulup öpülerek veya elle dokunularak tavafa başlanır. Hacda ve umrelerde kalabalık sebebiyle öpme ve dokunma mümkün olmadığından Hacerul Esved karşıdan selamlanır selamlama sünnettir. Eller kulak hizasına kadar kaldırılır Hacerul Esved üzerine konur gibi yapılarak selamlanır.Selamlama ile tavafa başlanırken Bismillahi Allahuekber denilir. Selamlama yedi dönüşten ibaret olan tavafın her bir dönüşüne (şaft) başlarken tekrarlanır.

         Tavaf sırasında kitapçığımızda sunulan dualar yapılabileceği gibi, içimizden geldiği gibi de dua edilebilir. İsteyen tavaf sırasında Kur’an okuyup değişik zikirler de yapabilir. Ancak Rüknü Yemani ile Hacerul Esved köşeleri arasında Peygamber Efendimizin okudukları Rabbena Atina duasının okunması onun sünnetini izlemek olur.

        Tavaf namaz gibidir. Ancak zaruri faydalı ve öğretici sözler söylenebilir. Tavaf bitince Makam-ı İbrahim’in bir diğer ifadeyle Mescid-i Haram’ın namaz kılınabilecek uygun bir yerinde tavaf namazına niyet edilerek aynen ihram namazı gibi iki rekat tavaf namazı kılınır. Bu namaz vaciptir. Ardından dua edilir. Tavaf namazı ve duasından sonra bir miktar zemzem içilir bir miktar da başa serpilebilir. Daha sonra da Hacerul Esved el işareti ile selamlanarak say yapmak için sefa tepeciğine gelinir.

 

Umrenin Say’ı

  Say takriben 400 m. uzunluğundaki safa ve merve tepecikleri arasında yapılır. Safa’dan Merve’ye dört gidiş, Merve’den Safa’ya üç gelişten ibaret olan say safa tepeciğinde başlar. Vacip olan Sa’ye niyet edilerek başlanır. Say yapılırken yeşil ışıklı işaretler arasında kısa adımlarla ve alımlı tavırlarla koşarcasına yürünür. Buna Hervele denir ve sünnettir. Hervele Hz. Hacer’in hatırasını sembolize ettiği için kadınlarda arzu ederlerse yapabilirler. Sa’yin gidiş ve gelişlerinde sunduğumuz müşterek zikirlerin okunması sünnettir. Sunulan duaların veya benzerlerinin yapılması ise sa’yin bereketlerini arttırır. Say yaparken Kur’an okunabildiği gibi değişik zikirlerde yapılabilir.

 

Umrede Saç Kesmek Kısaltmak

  Sa’yin Merve tepeciğinde bitirilmesinden sonra dua edilir. İkamet mahallinde erkekler daha faziletli olduğu için saçlarını dipten keserek veya uçlarından bir parmak boğumu kısaltarak umre’lerini tamamlamış olurlar. Vacip olan saç kesme işini umreci bizzat kendisi de yapabilir. Saçların kesilmesiyle birlikte ihramlılık hali sona ermiş ve ihram yasakları da kalkmış olur.
                                           HAC-UMRE DÖKÜMANLARI için Tıklayınız

Vize İçin Gerekli Belgeler

  • Uçuş tarihinden itibaren en az 7 ay geçerli ve ÇİPLİ Pasaport,

  • TC Kimlik numaralı nüfus cüzdanının arkalı- önlü fotokopisi,

  • 2 adet vesikalık fotoğraf (arka fon beyaz),

  • 45 yaşının altında eşi ile gideceklerden evlilik cüzdan fotokopisi veya nüfus kayıt örneği,

  • Çocukları ile giden ailelerden nüfus müdürlüğünden alınmış vukuatlı nüfus kayıt örneği,

  • 45 yaşının altında yalnız bayanlar yanlarında birinci dereceden akrabası olmadan Suudi Arabistan kanunlarına göre kesinlikle Umre’ye gidemezler. Babası, kayınpederi, 18 yaşın üstünde erkek kardeşi, öz amcası veya öz dayısı ile gidebilirler. Bunlar için Noterden yaptırılacak olan Muvafakatname -Taahhütname ve her fert için ayrı ayrı nüfus müdürlüğünden alınmış vukuatlı nüfus kayıt örneklerinin asılları gerekmektedir (bayan bayana kesinlikle mahrem olamaz),

  • 18 Yaşının altında anne ve babası ile gitmeyecek olan çocuklar için yanlarında birinci dereceden akrabası olmadan Suudi Arabistan kanunlarına göre kesinlikle Umre’ye gidemezler. Yanlarında birinci dereceden akrabası olsa bile vize garantisi verilmez. Bunlar için Noterden yaptırılacak olan Muvafakatname-Taahhütname ve her fert için ayrı ayrı nüfus müdürlüğünden alınmış vukuatlı nüfus kayıt örneklerinin asılları gerekmektedir. 45 yaşın üstünde bir anne 18 yaş altında kendi çocuğuna mahrem olamaz,

  • Not : 45 Yaşın üstündeki bayan veya erkek ister tek gitsin, ister eşi ile gitsin fark etmeksizin vize için sadece 1-2 ve 3 maddeler yeterlidir,

  • Muvafakatname Örneği; Noterden yapılacak;

  • Eşim, Kızım, kız kardeşim Ayşe AKMEŞE’nin babası, öz dayısı, öz amcası Ahmet ERDOĞAN ile birlikte Umre’ye gitmesine muvafakat ederim.

  • Tahhütname Örneği; Noterden yapılacak;

  • Kızım, gelinim, öz teyzem, öz halam Ayşe AKMEŞE’yi Umre’ye götürüp getireceğimi taahhüt ederim.

  • VİZE İÇİN GEREKLİ TÜM BELGELERİN GİDİŞ TARİHİNDEN 20 GÜN ÖNCE TESLİM EDİLMESİ GEREKİR.

  • Tüm evrakların hazır olmasına rağmen bazen teknik sebeplerden dolayı, bazen de konsolosluk tarafından kaynaklanan durumlardan dolayı vizelerde sıkıntı olabilmektedir.


                                      HAC-UMRE DÖKÜMANLARI için Tıklayınız

Hac Rehberi

 

Temettu Haccı için İhrama Girilmesi

Zilhiccenin 8. günü kuşluk vakti bulunduğunuz yerden hac için ihrama giriniz. Eğer imkânınız olursa ihram elbisesini gusül abdesti alarak giyiniz. Sonra da “Lebbeyke hacca. Lebbeyke Allahumme lebbeyk. Lebbeyke lâ şeriyke leke lebbeyk. İnne’l-Hamde ve’n-Ni’mete leke ve’l-Mülke lâ şeriyke lek” diye telbiye getiriniz.

Arafat’ta Vakfe

Arafat’a ulaştığınızda öğle ve ikindi namazlarını iki rekât olarak cemi takdim ile (öğle namazı vaktinde) kılıp güneş batıncaya kadar da burada kalınız. Bu arada kıbleye yönelerek çokça dua ve zikir yapınız.

Müzdelife’ye Dönüş

Güneş battıktan sonra Arafat’tan Müzdelife’ye doğru hareket ediniz. Akşam ile yatsı namazını cem-i tehir ile yatsı namazı vaktinde ve sabah namazını Müzdelife’de kılıp güneşin doğmasına yakın bir vakte kadar burada dua ve zikir yapınız.

Şeytan Taşlama

Güneşin doğuşu yaklaştığında Müzdelife’den Mina’ya doğru hareket ediniz. Mina’ya geldiğinizde şu işlemi yapınız; Mekke’ye en yakın olan Akabe cemresine, peşi sıra olmak ve her atışta tekbir getirmek şartı ile yedi taş atınız. Şeytan taşlama vakit olarak izdihamlı vakitler bayramın birinci günü sabah namazından – öğle namazına kadar.

Kurban

Türkiye de Toplanan Paralar İslam bankasına gönderilmektedir. En sağlıklı kurban kesimi İslam bankası ile yapılan kesimdir.

Tıraş veya Saçları Kısaltmak

En Güzel Traş olmayı Peygamberimiz; “Allah Saçlarını Ustura ile kesenlere Rahmet Eylesin, Rahmet Eylesin, Rahmet Eylesin diye dua ediyor. Dördüncü defa kısaltarak traş olanlara da dua ediyor. Hanımlar Saçların ucundan parmak boğumu kadar keserek ihramdan çıkarlar. Bu üç işlem; taş atma, kurban kesme ve tıraş olma sırasına göre yapıldıktan sonra cinsel ilişki hariç tüm ihram yasakları üzerinizden kalkar. Böylece birinci ihramdan çıkarak normal elbiselerinizi giyebilirsiniz.

Hac Tavafı

Mekke’ye gidip hac tavafı ve Safa ile Merve arasında hac sa’yini eda ediniz. Böylece ikinci ihramdan da çıkmış olursunuz ve cinsel ilişki de dâhil olmak üzere tüm ihram yasakları üzerinizden kalkar.

Haccın Sa’y’i

İki rekât namaz kıldıktan sonra Safa tepesine çıkınız. Safa’dan başlayıp Merve’de sona eren ve yedi şavttan oluşan sa’yi yapınız.

Bayramın 2. ve 3. Günleri Şeytan Taşlama

Zilhiccenin 11. ve 12. günleri zeval vaktinden sonra Mekke’ye en uzak olan birinci cemreden başlayıp daha sonra orta cemre ve Akabe cemresini taşlayınız. Her taş atışta tekbir getirerek bu üç cemreye peşi sıra yedişer taş atınız. Birinci ve orta cemreden sonra kıbleye yönelerek dua ediniz. Cemreleri zilhiccenin 11. ve 12. günleri zeval vaktinden önce taşlamak caiz değildir. İkinci ve üçüncü günler öğle namazından ikindi namazına kadardır. İzdihamlı olduğundan dolayı bu vakitlerde şeytan taşlamaya gidilmesi tavsiye etmiyoruz. Taşlama günlerinde Din görevlisi ve şirket görevlisi talimatlarına mutlaka uyunuz

Veda Tavafı

Hacdan Sonra Mekke’den ayrılırken Kâbe’yi tavaf ediniz. Hayız ve nifaslı olan kadınların veda tavafı yapması gerekmez. Farz tavaftan sonra yaptığınız en son nafile tavaf veda tavafı yerine geçer.

Not: Bayramın Üçüncü günü Mescidi Haram çok kalabalık olacağı için farz ve veda tavafını bir gün önceden yapınız..

MEKKE

KÂBE

Kâbe: Hürmetli mescit anlamına gelmektedir. İslam dininin ilk ve en kutsal mekanıdır. Günümüzde Müslümanların ibadet ederken kıble olarak kullandığı bir yapıttır. Suudi Arabistan’a bağlı Mekke şehrinde bulunan yapıt, dört kenarı birbirine eşit küp şeklinde bir yapıya sahiptir.

Kâbe’nin tarihi; inanışa göre Kâbe Hazreti Adem tarafından yapılmıştır. Cennetten atılan Hazreti Adem ve Hazreti Havva Arafat’a inerler. Kâbe’nin şu anda bulunduğu yere geldiklerinde Hazreti Adem Allah’a yalvarır. Allah’ım bizi yeryüzünde buluşturdun sana şükür edebilmek için bize cennette etrafında tavaf yaptığımız sütunu biz hediye et diye dua eder. Allah tarafından kabul edilen dua neticesinde sütun yeryüzüne indirilir. Bundan sonra Hazreti Adem ve Hazreti Havva tarafından etrafında tavaf etmek suretiyle ibadet yapılır. daha sonraki yıllarda Bu sütun kaybolur. Yerine siyah bir taş kalır. Hazreti Şit tarafından bu sütunun yerine küp şeklinde bir bina yapılır. Kalan siyah taşta bu binanın yanında bir yer yapılarak yerleştirilir. Bugün bu taş “Hacerül Esved” olarak bilinen taştır. Bu yapı Hazreti Nuh zamanına kadar ibadethane olarak kullanılmaya devam eder. Nuh tufanı sırasında Kâbe kum altında kalır. Uzun yıllar geçtikten sonra Allah tarafından görevlendirilen, Hazreti İbrahim ve oğlu Hazreti İsmail tarafından kumlar kazılarak Hazreti Şit’in yaptığı binanın temelleri bulunur. Yeniden bu temelleri üzerine günümüze kadar gelen bu bina inşa edilir. Kabe yapı bakımından 10 bölümden oluşur. Bunlar;

1-Hacerül Esved:  Müslümanlar tarafından cennetten indiğine inanılan siyah bir taştır. 16,5X20 cm. çapındadır.

2-Kâbe Kapısı: Kâbe’nin doğu tarafında, yerden 2,13 cm. yükseklikte bulunan bir kapıdır.

3-Altın Oluk: 1627 yılında Osmanlılar tarafından yapılan, yağan yağmurların Kabe’nin tavanında birikmesini engelleyen bir oluktur.

4-Şadırvan: Kâbe’nin yağan yağmurlardan etkilenmesini önlemek için binanın etrafına döşenmiş mermer döşemeler.

5-Hatim: Kâbe’nin batı tarafında yarım daire şeklinde mermer bir döşeme.

6-Mültezem: Kâbe’nin kapısı ile Hacerül Esved taşı arasında kalan bölüm.

7-Müstecâr: Rüknülyemânî ile Kâbe’nin güneybatı duvarındaki kapalı kapı arasında kalan yer.

8-Makamı İbrahim: Kâbe’nin inşası sırasında Hazreti İbrahim’in bıraktığı ayak izi.

9-Sitare ve Kisve: Kâbe’nin üzerine örtülen siyah ve altın işlemeli örtü.

10-Cebrail Makamı: Kâbe’nin doğu tarafında bulunan mevki.

      Kâbe tarih boyunca birçok değişikliğe uğramış, İslamiyet’ten önce Araplar tarafından içine putlar konulmuş ve yıllarca putlara tapılmıştır. İslamiyet geldikten sonra Hazreti Muhammet (S.A.V.) tarafından putlar tek tek yıkılmıştır. Rivayete göre o esnada irili ufaklı 360 tane put bulunduğu söylenmektedir. Günümüzde Müslümanlar tarafından Hac görevini yerine getirmek için gidilen, etrafında tavaf edilen ve kutsal topraklar olarak sayılan bir bölgedir Kâbe’nin bulunduğu yerler.

        Daha Fazla Bilgi için TIKLAYINIZ!..


SEVR


           Mekke’nin güneyinde Kabe’ye yaklaşık 4 km. uzaklıkta, yüksekliği 500 m. civarında olan bir dağdır. Bu dağın zirvesine yakın bir yerde Peygamber Efendimiz ile arkadaşı Hz. Ebubekir’in Mekke’den Medine’ye hicret ederlerken gizlendikleri mağara bulunmaktadır. Sevgili Peygamberimiz ve arkadaşı gece vakti bu dağa çıkmışlar ve üç gece burada kalmışlardır. Sonra gizlendikleri mağaradan çıkarak Kızıl Deniz sahil yolundan Medine’ye ulaşmışlardır. Mağara’da kaldıkları zaman süresince bazı mucizeler vuku bulmuştur. Allah (c.c.) Resulünü müşriklerin kötülüklerinden örümcek ve güvercin gibi mahlûkatından bir kısmını görevlendirerek korumuştur. Bu olay Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılmaktadır: “Siz o Resul’e yardım etmeseniz de Allah ona yardım eder. Hani o kâfirler, onu Mekke’den çıkardıkları vakit sadece iki kişiden biri iken, (Hz. Muhammed ve Ebu Bekir) ikisi de mağarada bulundukları sırada arkadaşına: “Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir” diyordu. Allah onun kalbine sükunet ve kuvvet indirmişti ve onu sizin bilmediğiniz ve göremediğiniz askerler ile de desteklemişti…” (Tevbe 40) Hz. Ebubekir mağaradaki bir hatırasını şöyle anlatıyor: “Hz. Peygamber ile mağarada iken, müşrikler bize o kadar yaklaştılar ki biz onları görüyor ve seslerini işitiyorduk. O’na zarar verirler diye çok korktum ve “Ya Resulullah eğilip baksalar bizi görecekler” dedim. Bunun üzerine Resulullah şöyle buyurdu: “Sen burada yalnızca ikimiz mi varız zannediyorsun, Allah (c.c.)da bizimle beraberdir”.

 ARAFAT

           Sözlükte “bilme, tanıma, anlama ve güzel koku” anlamlarına gelen a.r.f. kökünden türeyen “Arafat”, Mekke’nin 25 km. güney doğusunda ova görünümünde düz bir alanın adıdır. Doğu, kuzey ve güneyi dağlarla çevrilidir. Arafat, Hıll bölgesinde Harem sınırları dışında kalır. Harem sınırı ile Arafat arasında Urene vadisi vardır. Haccın rükünlerinden biri olan vakfe burada yapılır. Vakfenin zamanı, Zilhicce ayının 9. günü güneşin zevalinden sonra burada başlar, ertesi günü şafak vaktine kadar devam eder. Burada kısa bir süre de kalınsa vakfe yapılmış olur. Arafat’ın tamamı vakfe mahallidir (Müslim, Hac, 149). Arafatta vakfe yapılmadan hac görevi tamamlanmaz. Peygamberimiz (a.s.) “Hac, Arafat’tır” buyurmuştur (Ebû Davut, Menasik, 68) Arafat kelimesi Kur’ân’da bir âyette geçmiştir. “Arafat’tan ayrılıp (seller gibi Müzdelife’ye) akın edince Meş’ar-i Haram’da Allah’ı anın.” (Bakara, 2/198) Arafat’ın ortasında “Cebel-i Rahmet” (rahmet dağı), batısında Nemîre Mescidi vardır. Arafat, ağaçlandırılmış ve dokuz oto yol ile Müzdelife’ye bağlanmıştır.

CEBEL-İ RAHME VE MESCİD-İ SAHRAT

                                                                                 

Cebel-i Rahme

Âdem aleyhisselamın, yer yüzüne inişinin yüzüncü senesi, Kâbe’nin inşâsını tamamladıktan sonra Havvâ Vâlidemizle buluştukları mübârek mevkidir.
Peygamber efendimiz (s.a.v) arefe günü öğle ile ikindiyi Mescid-i Nemre’de kılmış, Cebel-i Rahme’nin eteğinde Mescid-i Sahrat’ın bulunduğu arsaya gelmiş, arafat vakfesini orada yapmıştır. 
Mescid-i Sahrat; Cebel-i Rahme’ye çıkarken sağ tarafa düşen, yarım metre civârında bir duvar ile çevrili kıble tarafına uzunluğu 13m, genişliği 8m civarında olan yerdir.
Peygamberimiz (s.a.v) vedâ hutbesini burada îrâd buyurmuşlardır.

 MÜZDELİFE

              Mina ile Arafat arasında bulunan 12 km2 genişliğindeki bölgeye Müzdelife denir. Yüce Allah bu meydanda bolca ibadet etmemizi emir buyurmuşlardır. Hacc’ın vaciblerinden olan Müzdelife vakfesi bu meydanda gece konaklayarak yapılır. Akşam vakti Arafat’tan yola çıkan Hacılar, akşam ve yatsı namazlarını yine bu meydanda kılarlar. Şeytan taşlama da kullanılacak taşlar da buradan toplanır. Bayramın birinci günü sabah namazından sonra Müzdelife’den Mina’ya hareket edilir.

MİNA

           Mekke’nin kuzeydoğusunda Müzdelife ile Mekke arasında kalan geniş bölgeye Mina denir. Cemerat ismiyle bilinen şeytan taşlama yerleri, Hac kurbanlarının kesildiği mezbahaneler ve sevgili Peygamberimizin Mina günlerini geçirdiği mekâna yapılan Mescid-ül Hayf burada bulunmaktadır. Müzdelife vakfesinden sonra hacılar Mina’ya gelerek Hacc’ın vaciblerinden olan ve üç gün devam eden şeytan taşlama görevini burada yerine getirirler. Ayrıca bu günlerin gecelerini Mina’da geçirmek Hacc’ın sünnetlerindendir.

ŞEYTAN TAŞLAMA(CEMARAT)

         Hz. İbrahim, kurban etmek için oğlunu Mina’ya götürür, sonra Hz. İbrahim’e Allah tarafından bir kurbanlık verilir.Bu kurbanlığın ne olduğu hakkında kesin bir bilgi yoktur. Bir çokları bunun koç olduğunu belirtmektedir. 
         Kur’an-ı Kerim’de bu olay “Ve fidye olarak ona büyük bir kurbanlık verdik.” (Saffat: 107) biçiminde açıklanır. Hz. İbrahim, kendisine engel olmak isteyen şeytanı burada taşlar, burada kurban keser. Hac ibadeti yapanlar da burada kurban keserler ve şeytan taşlarlar.
         Bayramın 1,2,3 ve 4 üncü günlerinde Mina’da bulunan ve “Büyük Şeytan-Akabe Cemresi”, “Orta Şeytan-Orta Cemre” ve “Küçük Şeytan-Küçük Cemre” diye adlandırılan üç taş kümesine usûlüne uygun olarak taş atmak haccın vaciplerindendir. Bayramın birinci günü Büyük Şeytana 7, ikinci, üçüncü ve dördüncü günlerinde ise her üç şeytana yedişerden 21’ er taş atılır. Taşlama küçükten büyüğe doğru yapılır. Ancak, Mina’da kalınmadığı takdirde dördüncü günü taş atılması gerekmez. Uygulamada bayramın dördüncü günü Mina’da kalınmadığı için bu gün taş atılmamaktadır.
          Şeytan taşlama; kötülükleri, haksızlıkları, zulmü ve zorbalığı bir protesto anlamı taşır. Şeytan taşlayan hacı, bu hareketiyle şeytana, şeytanın yoluna uyanlara ve bütün kötülüklere karşı çıkışını sergilemiş ve kendisinin de bundan böyle asla şeytana uymayacağını ortaya koymuş olmaktadır.
TAŞLAMANIN YAPILIŞI
          Taşların atıldığı kümeye yaklaşarak, atılacak taş, sağ elin baş ve şehadet parmaklarının uçlarıyla tutulur. “Bismillah, Allahu ekber rağmen li’ş-şeytani ve hizbih” diyerek atılır. Taşların her biri ayrı ayrı atılmalıdır. Hepsi birden atılırsa tek taş atılmış sayılır. Taşlar, kümelerin üzerine veya kümeleri kuşatan havuzlara düşecek şekilde atılmalıdır.
TAŞLAMANIN ZAMANI VE ATILACAK TAŞ SAYISI
          Bayramın Birinci Günü: Bayramın birinci günü, Büyük Şeytana tarif edildiği şekilde “7” taş atılır. Atılan ilk taşla birlikte telbiyeye son verilir. Birinci günkü taşlamanın zamanı gece yarısından itibaren başlar, bayramın ikinci günü tan yeri ağarıncaya kadar devam eder.
          Bayramın İkinci Günü: Bayramın ikinci günü, küçüğünden başlanarak her üç şeytana 7’şerden toplam 21 taş atılır. İkinci günkü taşlama zeval vaktinde yani öğleyin güneşin tepe noktasına gelip batıya yönelmesiyle birlikte başlar, gece tan yeri ağarıncaya kadar devam eder.
          Bayramın Üçüncü Günü: Bayramın üçüncü günü de ikinci günde olduğu gibi küçük şeytandan başlamak üzere her üç şeytana 7’şerden toplam 21 taş atılır. Üçüncü günde taşlamanın zamanı zeval vaktinden yani öğleyin güneşin tepe noktasına gelip batıya yönelmesiyle birlikte başlar, gece tan yeri ağarıncaya kadar devam eder.
          Bayramın Dördüncü Günü: Bayramın dördüncü günü tan yeri ağarıncaya kadar Mina’dan ayrılmamış olanlar, tan yerinin ağarmasından itibaren güneş batıncaya kadar her üç şeytana “7”şerden toplam 21 taş daha atarlar. Tan yeri ağarmadan Mina’dan ayrılanların bu günün taşlarını atmaları gerekmez. Uygulama da böyledir.
          Taşlamalarda, çok kalabalık olan gündüzün izdihamlı saatleri yerine, tenha olan gece saatleri, ya da akşam saatleri tercih edilmelidir.

  AKABE (MESCİD-İ BÎA)

                    Birinci ve ikinci Akabe bîatının yapıldığı mübârek mescittir. Mina’ dan Mekke-i Mükerreme’ye gelirken sağ tarafta büyük şeytan’a takriben 300 m mesâfede osmanlı yapısı küçük bir mesciddir.

        Mina sınırından Mekke istikametine doğru 300 m. kadar sonra sağ tarafta yer almaktadır. Sevgili Peygamberimiz Medine’ye hicretinden iki sene önceki Hac mevsiminde insanları İslam’a davet ederken 12 kişiden oluşan Medine’li bir grupla karşılaşır. Bu grubun hepsi Hz. Muhammed’e burada biat ederek Müslüman olurlar. Bir sonraki senenin haccına 72 kişi olarak gelirler ve aynı yerde Peygamberimize biat ederek onlar da Müslüman olurlar. İslam tarihinde bu olaya 1. ve 2. Akabe Biat’ları denmektedir.

 HİRA

        Mekke’nin kuzeydoğusunda, 300 m. yüksekliğinde kütle kayalardan oluşan ve Kabe’ye 5 km. mesafede bulunan bir dağdır. Peygamberliğinden önce Hz. Muhammed’in Ramazan aylarını ibadetle geçirdiği “Hira Mağarası” bu dağın zirvesinde bulunmaktadır. Sevgili Peygamberimiz 40 yaşına girdiği senenin Kadir Gecesi’nde bu dağda ibadet halinde iken Hz. Cebrail gelmiş ve kendisine “Ey Muhammet! Sen Allah’ın Resulü, ben de Cebrailim” diyerek peygamber olduğunu tebliğ etmiştir. Kur’an-ı Kerim’in ilk ayetleri aynı gecede Peygamberimize burada inmeye başlamıştır. Bu sebeple bu dağa Nur’un indiği yer manasına gelen NUR DAĞI denmektedir. Burada inen ilk ayetler mealen şöyledir: “Yaradan Rabbinin adıyla oku. O, insanı koyu kan halindeki bir sıvıdan yarattı (embriyon). Oku! Ki senin Rabbin sonsuz kerem sahibidir. 0, kalemle yazmayı öğretmiştir. İnsana bilmediği şeyleri öğretmiştir”. (Alak Suresi, 1-5)

 CENNETÜL MUALLA

             Mescid-i Harem’in yaklaşık 1.5 km. kuzeyinde yer alan bu mezarlık aynı zamanda şehrin tarihi mezarlığıdır. Sevgili Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalip, amcası Ebu Talip, hanımı Hz. Hatice validemiz, küçük yaşta ölen oğulları Kasım ve Abdullah’ın ve birçok Sahabi ve İslam büyüklerinin kabirleri bu mezarlıkta bulunmaktadır. Mekke’de vefat eden yerli-yabancı her Müslüman günümüzde de bu mezarlığa defnedilmektedir

 PEYGAMBERİMİZİN DOĞDUĞU EV

           Hz. Peygamberin doğduğu ev Kabe’nin doğu tarafında kalan Beni Haşim mahallesinde idi. Hz. Muhammed Miladi 20 Nisan 571 (12 Rebiulevvel) Pazartesi gecesi tan yeri ağarırken bu evde dünyaya gelmiştir. Daha sonra buradaki ev yıkılmıştır ve yerine yapılan bina günümüzde Mekke Kütüphanesi olarak kullanılmaktadır.

 CİN MESCİDİ

       Peygamber efendimiz davet için gittiği Taif dönüşünde yol üzerindeki Nahle Vadisi’nde namaz kılarken bir grup cin Kur’an-ı Kerim’i dinleyerek etkilenmişlerdir. Daha sonra Hz. Muhammed’i takip eden bu cinler Mekke girişinde efendimizle görüşmüşler ve müslüman olmuşlardır. Kur’an-ı Kerim’deki Cin Suresi burada nazil olmuştur. Sonraları bu mekana bir mescit yapılarak Cin Mescidi ismi verilmiştir. Peygamberimiz insanlara ve cinlere İslam’ı tebliğ etmek için görevlendirilmiştir. Bu hakikat Kur’an-ı Kerim’de şu ayetle açıklanır: “Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım”. (Zariyat, 56)

 İCABE MESCİDİ

       Mescid-i İcabah ( مسجد الإجابة) Mekke’deki en eski camilerden biridir ve
3. Hicret (624 Miladi)’nin inşa edildiği rivayet edilmektedir.

Bir Mekked’de bir de Medinede İcabe Mescidi bulunuyor.Mekke’deki mescid’in hikayesi:

İcabe Mescidi: Murakabe evinin bulunduğu tepenin altında Peygamberimizin, 

Hz. Hatice ile buluştuğu yerde İcabe, burada yapılan mescide de İcabe Mescidi denilmiştir.

Peygamberimiz, zaman zaman Nurdağı’ndaki Hira mağarasına verilir ve günlerce, aylarca buradan

inmezdi. Hz.Hatice Validemiz de Efendimize yiyecek taşımakdü. Efendimizin yiyeceklerini almak için 

aşağı inerek, Hz. Hatice ile buluştukları yerde bu mescit yapılmış olması önemlidir.

Peygamberimiz veda haccında, Mina’dan dönüş sırasında, Maabda da bulunan bu yereçadır kuruldu. 

Bu mescidi ilk defa Emeviler yaptırmış. Suudi Devleti bu mescidi de günümüzde yenilenmiştir.

ŞECERE MESCİDİ

               Mescid-i Cinin hizasında bir mesciddir. Peygamber Efendimiz mescid-i cinin bulunduğu yerde cinnilerden gelen bir heyetle görüşmüştür. Bu hususu İbn-i Mesud Hz. söyle anlatıyor; Cinler peygamber efendimize, “senin Allah’ın resulü olduğuna kim şahitlik eder?” diye sordular. 
       Yakınlarında bir sakız ağacı vardı. Peygamber efendimiz o ağaca işaret ederek cinlere dedi ki; “Şu ağacı gördünüz mü? O şahitlik ederse iman eder misiniz? Cinler “ evet iman ederiz” dediler. 
       Bunun üzerine Peygamberimiz ağacı çağırdı, ağaç dallarını budaklarını sürükleyerek geldi; “benim Allah’ın resulü olduğuma şahadet eder misin? Diye sordu. 
       Ağaç; “Şahadet ederim ki sen Allah’ın resulüsün” dedi. O ağacın bulunduğu ve bu mucizenin tahakkuk ettiği yere mescid yapıldı.

 OSMANLI KIŞLASI

          1916-1919 tarihleri arasında Fahrettin Paşa’nın hasta ve fakirlere yiyecek ve süt dağıttığı sebil binası hala ayaktadır.
           Haremeyn, Türk eserleri ve izleriyle doludur. Arafat yönünden Mekke’ye girişte Osmanlı kışlası, II. Abdülhamit’in döşettiği Arabistan Demiryolunun bittiği yerde aynı sultan tarafından yapılan Haydarpaşa garının benzeri, Medine Tren İstasyonu ve buradaki Türk (Anberiyye) Camii, Arafat-Mekke arasındaki su bendleri,(4) bütün bunlar ecdadımızın o kutsal topraklara verdiği değeri gösterir. Kâbe’nin güvenliği maksadıyla, Osmanlılar tarafından 1781 yılında yapılan, Harem-i Şerifte uçan kuşu bile görebilecek şekilde bir tepeye yerleştirilen, o bakımsız ve metruk kale, elden geçirilip, restore edilse, Mekke’nin en güzel yeri olacağı muhakkaktır. (Feridun Kandemir, Peygamberimizin Gölgesinde Son Türkler, s. 288.)

DARUL ERKAM

        Sahâbe-i Kirâmdan İbn-i Erkam (r.a) hazretlerinin evidir.Peygamberimiz (s.a.v) Müslümanların adedi 40 oluncaya kadar, yâni Ömer İbn-i Hattab hazretleri müslüman oluncaya kadar, Dâr-ul Erkam gizli olarak islâma dâvet merkezi olarak kullanılmıştır.
         Dâr-ul Erkam Safâ’ya yakın bir yerdedir. Safâ’ya yakın kapılardan birinin adı da Erkamdır. Safa’nın şark tarafından 36m şu an elektrikli merdivenin başladığı yeri takip eden mekandır.
         Bu mekan hicri 171 senesinde mescid olarak yapılmıştır.Hicri 1375 senesine kadar bütün müslümanlar hürmet göstermişler. Bu tarihte Mescid-i Haram’ı genişletmek maksadı ile yıkılmıştır.

CURANE

              Bu mescid-i şerif Mekke-i Mükerreme ile Taif arasındadır. Peygamberimiz (s.a.v) Hazretleri, hicretin sekizinci yılında vuku bulan Huneyn harbinin ganimetlerini burada taksim buyurmuşlardı.
              Aynı senenin Zilkade ayının on ikinci Çarşamba günü burada ihrama girerek umre vazifesini icra etmiştir.Bu mübarek yerden yetmiş peygamberin ihram giyip umre yaptıkları peygamberimiz (s.a.v) efendimizden nakil olunmuştur.

HUDEYBİYE

       Haram hudutları haricinde, mescid-i harama 22 km, şu an Şümeys diye isimlendirilen yerdir. Biat-ül Rıdvan, Hudeybiye musalahası burada yapılmıştır. Peygamberimiz (s.a.v) Hicretin 6. yılında 1400 kadar ashabı ile umre yapmak üzere buraya kadar geldiler. Kureyşliler oradan ileri gitmelerine mani oldu. Peygamberimiz (s.a.v), Kureyşlilerle görüşmek üzere Hz. Osman’ı gönderdi. Hz. Osman ‘ın şehit edildiği haberi geldi. Müslümanlar şecere-i Rıdvan altında müşriklerle son demlerine kadar harb etmeye biat ettiler. Bu biata “Biat-ı Rıdvan” diye isim verildi. Hz. Osman salimen döndü. Kureyşliler sulh isteğini arz etti ve sulh yapıldı. Kurbanlar kesilerek umre yapılmadan dönüldü.
       Hudeybiye’de  Rasülullah (s.a.v.) susuz bir kuyunun başına vararak dua buyurmuşlar o kuyudan bir mucize olarak su çıkmıştır. Ashab-ı Kiram hem kendi ihtiyaçlarını ve hem de bineklerinin ihtiyaçlarını gidermişler. Yine hiç su kalmadığı bir zaman peygamber efendimiz mübarek elini bir kap içindeki suya soktu, iki parmak arasından bir pınar çıktı, 1400 kişi ihtiyacını görmüştür.

  1. AİŞE MESCİDİ (TENİM)

    MESCİD-İ AİŞE

Harem-i Şerife 6km mesâfede, Medine tarafından harem hududu olan Tenim’dedir. Hz.Âişe vedâ haccında peygamberimizle beraber haccetti. Özrü sebebiyle umre yapamamıştı. Peygamber efendimiz’e Medine’ye dönecekleri zaman dedi ki; “ ya resulallah insanlar hac ve umre ile dönüyor, ben ise umreden mahrum oldum” peygamber efendimiz (s.a.v) kardeşi Abdurrahman (r.a) hazretleri ile beraber umre yapmak için Ten’ime gönderdiler. Ve orada ihramlanıp, iki rekat ihram namazı kıldılar. Bunun için orada yapılan mescide, Mescid-i Aişe ismi verilmiştir.

MESCİD-İ HAVF

        Minâ dağının güneyinde, küçük şeytana yakın, Peygamber Efendimizin ve bir çok peygamberin namaz kıldıkları yerdir. Mescid-i Havf isminin verilmesi; Hz.İbrahim oğlu İsmail(a.s)’ı kurban etmeye götürürken burada vazîfesini yapıp, yapamayacağı korkusu içerisinde olduğu içindir.
        Mescid-i Havf da Çadır şeklindeki kubbenin altında peygamber efendimizin (sas) çadır kurduğu yerdir Bu mübarek yerde bir çok peygamber kabrinin olduğu rivayet edilmektedir. Behcetüt takva’da, bu kubbenin altında 400 Peygamberin metfun bulunduğu yazılıdır Onun için bu mescide Mescid-i Enbiya da derler. 
         Zeyd İbn-i Esved (r.a.) buyurmuşlardır ki; Rasülullah’ın vedâ haccında ben de beraberdim. Rasülullah ile beraber sabah namazını Mescid-i Havfta kıldım.
         Ebu Hureyre (r.a) hazretleri; “Ben Mekke ehlinden olsa idim her cumartesi günü Mescid-i Havfta namaz kılmak üzere Mina’ya giderdim” buyurmuşlardır.

AYNİ ZÜBEYDE

       Mukaddes toprakların üç kadın hizmetkârı

           Zemzemi İbrâhim aleyhisselâmın hanımı Hazreti Hâcer bulur. Harun Reşid’in eşi Zübeyde Hatun, Mekke’ye su yolları döşetir. Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan’ın kızları Mihrimah Sultan kemerler yaptırır, yeni su yolları kurar, kuyular açtırır.

          Yerini İbrâhim aleyhisselâmın hanımı Hâcer validemizin bulduğu zemzem kuyusu, 4 bin yıldır hiç kesilmeden, eksilmeden insanları besliyor. Zemzemin Müslümanlarla buluşmasında üç kadının hizmetleri bulunuyor. Hâcer validemiz suyu bulur, Abbasi Hükümdarı Harun Reşid’in eşi Zübeyde Hatun, Miladi 780 yılında 40 km uzunluğunda kendi adıyla anılan bir su yolu yaptırır, Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan’ın kızları Mihrimah Sultan, Mimar Sinan’a bu su yolunu tamir ettirir ve “Mekke Su Yolu”nu yaptırır. Sonra gelen Osmanlı padişahları da bu hizmete yenilerini dahil eder.Harun Reşid’in hanımı Zübeyde Hatun saliha bir kadındır. Gördüğü garip bir rüyanın güzel bir yorumu üzerine Mekke-i mükerremeye Haneyn tarafından su getirtir. Mekke’den Arafat’a kadar su kanalları döşetir. Müzdelife yoluyla ulaşan su, mukaddes beldedeki çeşmelerden akar. Sultan, hacca gelen misafirlerin su ihtiyacını karşılamak için yüzbin altın harcar. Zübeyde Hatun, bunun yanı sıra han, hamam, imarethane ve şifahane gibi daha pek çok hayır müessesesi inşa ettirir.
AYNİ ZÜBEYDE Detay için Tıklayınız..

EBU KUBEYS TEPESİ

       CEBEL-İ EBÎ KUBEYS   

Safâ tepesinin üzerinde 120m yükseklikte şerefli bir dağdır. Tarihte bir çok hâdiseler cereyan etmiştir. Hacer-i Esved bu dağın zirvesinde muhâfaza edilmiş. Şakkul Kamer (ayın ikiye ayrılma) mucizesi burada tahakkuk etmiş. Hazreti İbrahim, en meşhur kavle göre, halkı bu dağın zirvesinden insanları hacca davet etmiştir. Hılful Fudul(erdemliler harekatı) bu dağa çıkan ve yatdım isteyen bedeviden dolayı kuruldu.
Adem aleyhisselâm vefat edince buraya defnedilmiş. Peygamber efendimiz (s.a.v) burada namaz kılmış. Namaz kıldığı arsaya mescid binâ edilmişti. Hz.Bilâl Mekke’nin fethinde burada ezan okumuştur.

KUTSAL TOPRAKLARDA SAĞLIMIZ İÇİN DİKKAT ETMEMİZ GEREKEN KURALLAR

Terleme ve Sıvı Kaybı

Kutsal topraklarda olduğumuz süre içerisinde gündelik hayata oranla daha fazla enerji tüketecek ve sıcakların etkisiyle yoğun bir terleme ve sıvı kaybı ile karşı karşıya kalacağız. Bu nedenle fırsat ve vakit bulabildiğimiz ölçüde dinlenmeli, terliyken klimalı ortamlardan mümkün olduğunca sakınmalı ve vücudumuzun kaybettiği sıvı miktarını mutlaka geri kazanmalıyız. Sıvı kaybına yönelik bol bol su, meyve suyu ve tansiyon hastası olmayanlar için tuzlu ayran gibi sıvıları tüketmeye büyük önem göstermeliyiz.

Hastalıklar

Aşırı kalabalık ortamlar, kimi bulaşıcı hastalıkları da beraberinde getirebilmektedir. Bu nedenle sağlımızı korumak ve kutsal topraklardaki ibadetlerimizden geri kalmamak için olası hastalıklara karşı mutlaka dikkatli olmamız gerekmektedir.

Pişik

Suudi Arabistan’ın aşırı sıcak yapısı nedeniyle pişik gibi vakalarla karşı karşıya kalabiliriz. Bu nedenle yanımızda pudra ya da pişik kremi bulundurmamız tedbirli olmamız açısından oldukça önemlidir.

 

________________________________________

 Hastalıklardan korunmak için temel kurallar:

Yolculuğumuz öncesinde gerekli görülen tüm aşılarımızı olduğumuzdan emin olmalıyız.

İçecek ve yiyeceklerimizi güvendiğimiz yerlerden almalı, mümkün olduğunca otelimizin dışındaki yerlerden yiyecek ve içecek satın almamalıyız.

Otel dışında alınacak gıdalar vücudumuzdaki bağırsak florası denilen yapıya uygun olmayabilir, bu da ishal vakalarını ortaya çıkarabilir. Bu nedenle aldığımız gıda ürünlerini mutlaka iyi araştırmalı ve onları temkinli tüketmeye önem göstermeliyiz.

Ailemizden biri dahi olsa başkalarının çatal, bıçak, kaşık, bardak gibi malzemelerini kullanmamalı ve onların yemeklerinden yememeliyiz.

Açıkta üretilen veya bulunan hiçbir sıvıyı ve yiyeceği tüketmemeliyiz.

Özellikle terli ve yorgunken aşırı soğuk sıvılar ve yiyecekler tüketmemeye özen göstermeliyiz.

Yediğimiz meyvelerin çok iyi yıkandığından emin olmalıyız. Mümkünse meyveleri soyarak yemeliyiz.

Yorgun düşmekten kaçınmalı, bağışıklık sistemimizi bol vitaminli güvenilir gıdalarla ve dinlenerek korumalıyız.

Hapşırdığımızda ve öksürdüğümüzde ağzımızı ellerimizle değil, kolumuzla ya da bir mendil ile kapamalıyız. Kullandığımız mendili (tek kullanımlık) vakit kaybetmeden çöpe atmalıyız.

Mümkün olduğunca sarılmalar ve tokalaşmalardan kaçınmalıyız.

Umuma açık araçları kullanmamalıyız. Örneğin; saç tıraşı için tek kullanımlık araçlar kullanmalı, mümkünse saçlarımızı kendi saç kesme makinelerimizle kesmeliyiz.

MERS (Orta Doğu Solunum Sendromu) virüsüne yönelik; deve çiftliklerinden uzak durmalı ve develerle temasta bulunmaktan veya temasta bulunanlardan kaçınmalıyız.

İhramlıyken yalnızca su, ihramsızken ise sık sık su ve sabunla birlikte ellerimizi yıkamalıyız.

Daha önce böyle bir alışkanlığımız yoksa mutlaka yemeklerden önce el yıkama alışkanlığı geliştirmeliyiz.

Gözlerimize, burnumuza ve ağzımıza mümkün olduğunca dokunmaktan kaçınmalıyız.

Hasta olduğunu bildiğimiz ya da düşündüğümüz kişilerle yakın temas kurmamalıyız.

Sık değiştirmek sureti ile cerrahi maske kullanımına önem göstermeliyiz.

Çiğ süt veya pişmemiş etleri tüketmekten uzak durmalı, sıcak servis edilen yemekleri tercih etmeliyiz.

Kendimizi hasta hissediyorsak ya da ateş, öksürük ve nefes darlığı gibi birtakım belirtilerle karşı karşıya kaldıysak bu gibi durumlarda vakit kaybetmeden bir hekime başvurmalıyız.

UMRENİN BİZE KAZANDIRDIKLARI

            Umre yapmak isteyen kimse “Mikat” sınırları dışında gerekli temizliği yaptıktan sonra umreye niyet edip, telbiye getirerek İhram’a girer. Mekke’ye varınca usulüne uygun Kâbe’nin etrafında umre tavafını yapar. Tavaf bitince iki rekat “Tavaf namazı” kılar. Daha sonra Safa ile Merve arasında umrenin say’ını yapar. Say’ı bitirince tıraş olur ve ihramdan çıkar. Böylece umre tamamlanmış olur.

      Umrenin maddi ve manevi birçok faydaları vardır. Bunlardan bazıları şunlardır

  • Umreye giden Müslüman, Allah’ın kendisine verdiği vücut sağlığı ve mal zenginliği gibi dünya nimetlerinin şükrünü yerine getirmiş olur.
  • Değişik ülkelerden gelen Müslümanlar görüşüp tanışır ve bilgi alış-verişinde bulunur, aynı zamanda ticarî ilişkilerde bulunurlar.
  • Umre, insanın günahlarının affedilmesine sebeptir. Bunun için günahlarının affedilmesi için dua ederler. Bir daha kötü bir iş yapmamak, dürüst ve ahlâklı olmak üzere Allah’a söz verirler.
  • Umre, çeşitli Müslüman ülke insanları arasında kardeşlik kurulmasına yardımcı olur. İslâm dininin birlik ve beraberlik dini olduğu, daha net olarak anlaşılır.
  • Umre ibadetini yerine getiren Müslüman dünya menfaatleri için yapılan kötü işlerin ne kadar boş ve anlamsız olduğunu kavrar.
  • Biliyoruz ki seyahat insan sağlığı için çok faydalıdır. Hatta ruhî sıkıntılardan kurtulması için insanlara seyahat tavsiye edilir. Allah da Kur’an’da gezip dolaşmayı tavsiye etmiştir. İşte umreye gidenler bu seyahati tabiî olarak yapmış olurlar.
  • Bütün umreye gidenlerin renk, ırk ve meslek ayırımı gözetmeden bembeyaz ve aynı tip ihram içinde bulunmaları eşitlik fikrinin yerleşmesine yardımcı olur.
  • Aynı zamanda umre ibadeti dünya Müslümanları arasında tanışma, yakınlaşma, birlik ve beraberlik, yardımlaşma ve kardeşlik duygularının gelişmesine yol açtığı için evrensel boyutları olan bir ibadettir.

       Kısaca umreye gidenlerin inançları tazelenir. İnsanlığa hizmet aşkları artar. Yardım duyguları gelişir. Bütün insanların eşit ve kardeş olduğunu kavrar. Böylelikle dostluk, sevgi ve barış sağlanmış olur.

HACCIN BİZE KAZANDIRDIKLARI

      Haccın maddi ve manevi birçok faydaları vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:

  • Hacca giden Müslüman, Allah’ın kendisine verdiği vücut sağlığı ve mal zenginliği gibi dünya nimetlerinin şükrünü yerine getirmiş olur.
  • Değişik ülkelerden gelen Müslümanlar görüşüp tanışır ve bilgi alış-verişinde bulunur, aynı zamanda ticarî ilişkilerde bulunurlar.
  • Hac, insanın kul hakkı dışında diğer günahlardan affedilmesine sebeptir. Bunun için günahlarının affedilmesi için dua ederler. Bir daha kötü bir iş yapmamak, dürüst ve ahlâklı olmak üzere Allah’a söz verirler.
  • Hac, çeşitli Müslüman ülke insanları arasında kardeşlik kurulmasına yardımcı olur. İslâm dininin birlik ve beraberlik dini olduğu, hacda daha kolay anlaşılır.
  • Hac mevsiminde Kâbe mahşer yerini andırır. Hac ibadetini yerine getiren Müslüman dünya menfaatleri için yapılan kötü işlerin ne kadar boş ve anlamsız olduğunu kavrar.
  • Biliyoruz ki seyahat insan sağlığı için çok faydalıdır. Hatta ruhî sıkıntılardan kurtulması için insanlara seyahat tavsiye edilir. Allah da Kur’an’da gezip dolaşmayı tavsiye etmiştir. İşte hacca gidenler bu seyahati tabiî olarak yapmış olurlar.
  • Bütün hacı adaylarının renk, ırk ve meslek ayırımı gözetmeden bembeyaz ve aynı tip ihram içinde bulunmaları eşitlik fikrinin yerleşmesine yardımcı olur.
  • Aynı zamanda hac ibadeti dünya Müslümanları arasında tanışma, yakınlaşma, birlik ve beraberlik, yardımlaşma ve kardeşlik duygularının gelişmesine yol açtığı için evrensel boyutları olan bir ibadettir.
      Kısaca hacca gidenlerin inançları tazelenir. İnsanlığa hizmet aşkları artar. Yardım duyguları gelişir. Bütün insanların eşit ve kardeş olduğunu kavrar. Böylelikle dostluk, sevgi ve barış sağlanmış olur.

HACUMRE SÖZLÜĞÜ

Umreye gitmeden önce umre sözlüğümüzde bulunan bu kelimeleri ve anlamlarını iyi öğrenmek gerekiyor. 

AFAKİ: Mikât sınırlarının dışından gelen hacılar.

ARAFAT: Mekke-i Mükerreme’nin güney doğusunda vakfenin yapıldığı yer.

BAB-I CİBRİL: Peygamber Efendimizin Medine-i Münevvere’de inşa ettiği mescidin doğu tarafındaki kıbleye yakın olan kapısı.

BAB`ÜR RAHME: Rahmet Kapısı. Medine’de Peygamber Efendimizin yaptırdığı mescidin batı duvarındaki kuzey köşesine yakın olan kapısı.

BAB`ÜS SELAM:

1. Mescid-i Haram’ın doğu tarafına açılan, Bab-ı Şeybe de denilen kapı.

2. Mescid-i Nebi’nin batı duvarında kıbleye yakın olan Bab-ı Mervan olarak da bilinen kapı. Mescid-i Nebi’nin kapılarının en büyüğü ve en süslüsüdür.

BAB`ÜT TEVESSÜL:

1. Mescid-i Nebi’nin kuzeye açılan kapısı.

2. Hicretin ikinci senesi Receb ayında, kıblenin Kudüs’ten Kâbe’ye dönmesi emrolunca, mescidin Mekke’ye karşı olan kapısı kapatılıp, karşısına, Şam tarafına yeni bir kapı açıldı. Şimdi bu kapıya Babüt-Tevessül deniyor.

BEDEL: Başkası adına hac yapan vekil kişi.

CEBEL-İ RAHME: Arafat ovasının ortasındaki tepe. Rahmet Dağı demektir.

CEBEL-İ SEVR: Peygamberimizin Mekke’den Medine’ye hicret ederken ilk sığındığı yer.Sevr Dağı demektir.

CEM-İ TAKDİM: Vakti girmemiş bir namazı, vakti giren bir namazla beraber kılmaktır. Hanefi Mezhebinde yalnız Hac mevsiminde arefe günü Arafat’ta, öğle ve ikindi, öğle vaktinde kılınır.Başka hiçbir zaman Cem’i Takdim caiz değildir.

CEM-İ TEHİR: Vakti çıkan namazı, vakti giren namazla birlikte kılmaktır.Hacda Arafat dönüşü akşam namazı , bilerek geciktirilip yatsı namzaı ile yatsı vaktinde ve Müzdelifede kılınır.

CEMRELER: Minâ’da birbirine birer ok uzaklıkta bulunan üç taş kümesidir. Bunlardan birincisine Cemre-i ula(Küçük Şeytan), ikincisine Cemre-i Vusta(Orta Şeytan), üçüncüsüne Cemre-i Akâ’be(Büyük Şeytan) denir.

ESHAB-I FİL: Bir çok fil ile Mekke’yi yıkmaya gelen Yemen Valisi Ebrehe’nin ordusu Müzdelifeden sonra gelen Meşari Haramın yakınlarında Batn-ı Muhassır denilen yerde helak edilmiştir.

CENNET`ÜL MUALLA: Mekke’deki kabristanın ismidir. Hz. Hatice ve bazı Sahabe-i kiram buradadır.

EYYAM-I TEŞRİK: Zilhiccenin 11,12 ve 13. günleridir. Kurban bayramının arefesinin sabah namazından, dördüncü günün ikindi namazına kadar, 23 farz namazın akabinde, tekbir-i teşrik okunan günlere de denir.

FİDYE: Yaşlanıp ölene kadar Ramazan veya kazaya kalmış oruçlarını tutamayanın veya iyi olmasından ümit kesilen hastanın (zengin ise) tutamadığı oruç karşılığında fakirlere vermesi gereken bedel.

HAC AYLARI: Şevval, Zilka’de ayları ile Zilhiccenin ilk on günüdür.

HAC VAKTİ: Arefe ve bayram günleri olmak üzere beş gündür.

HACC-I ASGAR: Küçük hac demektir. Umre manasındadır.

HACC-I EKBER: Farz olan hac. Haccetül-İslam da denir.

HACER`ÜL ESVED: Kâ’benin doğu köşesinde Cennetten gelen Ebu Kubeys dağından getirilme parlak siyah taş.

HATİM: Kâbe’nin kuzey duvarı hizasında yarım daire şeklinde duvarcık ile Kâbe arasında kalan yer. Hz.İsmail ve annesi Hz. Hacer’in kabri buradadır.

HERVELE: Safâ ve Merve arasında Sa’y yapılırken erkeklerin yeşil direkler(ve ışıklar) arasında süratli ve çalımlı yürümeleri, hafifçe koşmaları.

HİRA MAĞRASI: Cabel-i Nurdaki(Nur Dağındaki) mağara. Peygamberimize İlk Vahiy bu mağarada inmiştir.

HİLL BÖLGESİ: Harem Bölgesi(Yani İhram yasaklarına uyulması gerekli bölge) ile Mikât Sınırları(Yani İhramsız Geçilmemesi Gerekli Bölge) arasında kalan yerlerdir.

HÜCRE-İ SAADET: Medine-i münevverede Peygamber Efendimizin kabr-i şerifi. (Burada Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer de medfundur.)

İHRAM: Hac ve Umre`yle alakalı en temel kavramlardan biri ihramdır. İhram deyince akla ilk gelen şey beyaz dikişsiz elbise olsa bile, esasen ihram, hacca ve umreye gitmeye karar veren kişinin normalde helal olan tırnak kesmek, tıraş olmak, cinsel ilişkiye girmek, Mekke ve çevresinde bitkileri koparmak, yeşillere zarar vermek gibi bazı şeyleri kendisine haram kılmasıdır. Hacca veya umreye giderken haramların başladığı yerde ihram giyilir. İhram dikişi olmayan ve kefene benzeyen iki parçadan oluşan sade bir giysidir. Buna elbise bile demek zordur. Kefeni hatırlatan ihram makam, mansıp, rütbe ve servet gibi bütün farkları sıfıra indirir, herkes fakir ve muhtaç durumdadır. Ama bu ihtiyaç kullara değil, Allah’adır. İhramı giyen insan dünyaya ait her şeyi geride bırakır, takva elbisesini giyer, “Ölmeden önce, ölünüz” hikmet dolu sözüne ittibaen kefen giymiş gibi olur.

Kısaca; Hac veya umre için niyet edip , telbiyeyle kuşanılan iki parça örtü.

İSTİLAM: Hac ve Umrede Kâbe’yi tavafa başlarken veya tavaf sırasında Hacer-ül esved önüne gelindiğinde, elleri namaza durur gibi kaldırıp tekbir, tehlil getirerek (Allahü ekber, la ilahe illallahü vallahü ekber) diyerek onu selamlamak ve el öpmek. El sürülemiyorsa uzaktan elleri kaldırıp, işaret yapmak.

İZAR: İhramlının belden aşağı kısmına doladığı örtü.

IZDIBA: Tavafa başlarken, ihramın ortasını sağ koltuk altından geçirip iki ucunu sol omuz üstüne getirmek.

KUBBE-İ HADRA: Medinedeki Mescidi Nebide Peygamber Efendimizin kabrinin üzerindeki yeşil kubbe.

KABE: Allah’ın emriyle Hz. İbrahim’in, oğlu ile inşa ettikleri fizik ötesi âlemlerden Beyt-i ma’murun izdüşümü mahiyetinde, küp şeklinde bir yapıdır. Herkesin kafasında bir Kâbe resmi mutlaka vardır. Bu resim, ya anlatılanlardan veya farklı ebatlarda çekilmiş fotoğraflardan ve kartpostallardandır. Ama bunlara bakmak insana hiçbir zaman canlı olarak Kâbe’ye bakma ürpertisini vermeyecektir. Kâbe sürekli bir hareketin merkezidir ve orada donukluk ve uyuşukluk düşünülemez. Keşke Müslümanlar oradaki hareketi hayatın bütün alanlarına yansıtabilseler.

KURBAN: Yüce Allah (cc) bir kurbanla tam olmasa bile şükür eda etme yolunu bize gösteriyor. Bu arada Hac`da kesilen kurbanla herkesin Kurban Bayramı’nda kestiği kurbanı karıştırmamak lazım. Hac`daki kurban, hac gibi zor bir ibadeti yapabilmenin bir şükrüdür.

MAKAM-I İBRAHİM: Hz.İbrahim’in Kâbe’yi inşa ederken ve insanları hacca davet ederken üstüne çıktığı taşın bulunduğu yer.Kabe kapısının 10-15 metre uzağında ve karşısındaki yer.

MEKKİ: Mekke’de ve Mikât sınırları içinde ikamet eden kimseler.

MENASİK: Hacla ilgili fiil ve ibadetler.

MERVE: Sa’yin yapıldığı iki tepeden 2.si.

MES’A: Sa’yin yapıldığı yere verilen ad. Yani Safâ ve Merve arası bölge.

MESCİD-İ HARAM: Beytullahın(Kabenin) etrafındaki Mesciddir.Kabede namaz kılınan her yer Mescid-i Haram’dır.

MESCİD-İ HAYF: Yetmiş peygamberin namaz kıldığı Minâdaki mesciddir.

MESCİD-İ KIBLETEYN: Peygamber Efendimiz Medine`de öğle veya ikindi namazında iken kıblenin Kudüs’ten Kâbe’ye dönülmesi emrinin geldiği mescid.

MESCİD-İ KUBA: Peygamberimizin Hicret esnasında , Medine’ye 3 Km. uzaklıktaki Kuba köyünde yaptırdığı mescid.

MEŞAR`İL HARAM: Müzdelife’de bir tepe. Müzdelife vakfesinin bu tepede yapılması sünnettir.

MİKAT: Hac yasaklarının başladığı, Cenab-ı Hakk’ın huzuruna çıkmak için hazırlığın yapıldığı ilk yerdir. Şekil olarak ihrama girmenin yanında duygu ve düşünce olarak da insanları kırmama, hoşgörü, sabır, insanlara saygı gibi dinin genel yaklaşımlarının daha derince yaşanması mikatla başlar. Türkiye’de havaalanında herkes bembeyaz ihram örtülerine bürünür. Artık yasaklar başlamıştır; saç, sakal ve tırnaklar kesilmez. Bütün vücudumuz bize karşı korunma altına alınmıştır. Şayet ihlal edersek ceza vermemiz gerekiyor.

Kısaca; afakilerin ihrama girdikleri yerlerdir ki Mekke’ye en uzağı Zülhuleyfe en yakını Yelemlemdir.

MİNA: Mekke ile Müzdelife arasında, Harem sınırları içinde bulunan bir bölge. Hacıların cemreleri taşladıkları ve kurban kestikleri yer.

MUHASSER VADİSİ: Minâ ile Müzdelife’yi birbirinden ayıran ve hacıların Minâ’ya giderken durmamaları gereken yer. Burası Eshabı Filin(Kabeyi yıkmaya gelen Yemen valisi Ebrehe’nin ordusunun) helak edildiği yerdir.

MÜLTEZEM: Kâbe’nin kapısı ile Hacer-ül Esved arasında kalan Kâbe duvarında birkaç taştır.

MÜZDELİFE: Arafat ile Minâ arasında kalan, Adem aleyhisselamla Hz.Havvanın yeryüzünde ilk buluştukları yer. Haccın vaciplerinden müzdelife vakfesi burada yapılır.

NAFİLE: Farz ve vacip ibadetlerin dışında sünnetler de dahil olmak üzere yapılan bütün ibadetler.

NİYET: Niyetin sözlük manası: Bir şeye kalben azim, kasd ve ona yönelmekten ibarettir. Fıkıhta ise: Allah rızasını kazanmak için ilâhi bir emri yerine getirmekte kalben ona yönelmek demektir.

NÜSÜK: Hac ve umrede yerine getirilmesi lazım olan işlerden herbiri, ibadet.

REMEL: Tavafın ilk üçünde, erkeklerin kısa adımlarla, omuzları silkerek çalımlı yürümeleri.

RİDA: İhramlının belden üst kısmına örttüğü dikişsiz örtü.

RÜKN-İ HACER`İL ESVED: Kâbe’nin Hacer-il Esved tarafındaki köşesi.

RÜKN-İ IRAKİ: Kâbe’nin Bağdat’a karşı olan köşesi.

RÜKN-İ ŞAMİ: Kâbe’nin Şam’a karşı olan köşesi.

RÜKN-İ YEMANİ: Kâbe’nin Yemen tarafında olan güney köşesidir. Burası da Hacer-ül esved gibi selamlanır.

SA’Y: Hz. İbrahim, oğlu İsmail ile eşini o zamanlar için ıssız ve tarıma elverişli olmayan Mekke’de Kâbe’nin olduğu bölgeye bırakmış, onları Allah’a emanet etmişti. Hâcer validemizin suyu bitince, su aramak ve gelecek birini görmek için Safa ve Merve tepeleri arasında gidip gelmeye başladı. Bu gidiş geliş yedi defa olmuştu. Yokuşta yavaşlıyor, düze inince koşuyordu.

Son seferinde Hz. İsmail’in bulunduğu yerden su çıktığını gördü. Bu, Allah’ın onlara bir ikramıydı. Çorak bir arazide yüzyıllardır hiç kesilmeden akan lezzetli ve besleyici bir su çıkması Hz. İbrahim’in Allah’a tevekkülünün ve duasının bir neticesiydi. Hacıların her sene gelirken getirdikleri, işte bu Hz. İbrahim döneminden günümüze kadar kesilmeyen bereketli zemzem suyudur. “Safâ ile Merve, Allah’ın belirlediği nişânelerdendir.” (Bakara, 2/158) Safa ve Merve arasında gidip gelmemizi istiyor. Biz bu kadarını biliyoruz. Her şeyin bize faydasını ve hikmetini bütünüyle öğrenemeyiz. Deriz ki, Allah’ın emrettiği her şeyde bildiğimiz ve bilmediğimiz nice hikmet vardır. Sonuç olarak sa’y, iman ve ihlâsa dayalı kulluğun tecellî ettiği bir ibâdetin bölümlerinden biridir.

Kısaca; Safâ ve Merve tepeleri arasında Safâ’dan başlayarak Merve’ye, Merve’den Safâ’ya dört gidiş, üç gelişin yapılması.Haccın ve Umrenin Vaciplerindendir.

SAFA TEPESİ: Sa’yın başladığı tepe.Sa’y yapılan 2 tepenin 1.si.

SALAVAT-I ŞERİFE: Peygamberimiz için okunan dualar. Allahümme Salli ve Allahümme Barik duaları…. “Allahümme Salli ala Seyyidina Muhammedin ve alâ âli Seyyidina Muhammed….” demek.

ŞAVT: Tavafta, Hacer-i Esved hizasından başlayıp Kâ’benin etrafında dönerek tekrâr aynı hizaya gelmek. Sa’yda ise Safâ’dan Merve’ye yahut Merve’den Safâ’ya bir kere gitmek. Her tavafta ve sa’yde yedişer şavt vardır.

ŞEBEKE-İ SAADET: Hücre-i Saadetin dış duvarı etrafına yerden Mescid-i Nebi’nin tavanına kadar yükselen demir parmaklık.

ŞEYTAN TAŞALAMA: Hz. İbrahim (a.s.), Allah’ın emrini yerine getirmek üzere oğlunu kurban etmek için Mina’ya doğru ilerlerken şeytan yolunu kesmiş ve onun zihnini çelmek istemişti. Hz. İbrahim onu taşlayarak yanından uzaklaştırdı. Hac ibâdetini yapan Müslüman, cemre adı verilen yerleri taşlarken aslında içindeki şeytanı taşlamakta, onu kendinden uzaklaştırmaya çalışmaktadır. Bu bir vak’anın ifadesi olduğu gibi aynı zamanda bir hedeftir. Herkes içindeki şeytanı taşlamalı ve hayatından çıkarmaya çalışmalıdır.

TAVAF: Kâbe etrafında Hacerü’l-esved hizasından başlayarak yedi defa dönmektir. Tavaf esnasında mü’minler büyük kâinatın küçültülmüş bir numunesini ortaya koyarlar. Çünkü kâinatta yıldız kümeleri, gezegenler, yıldızlar hatta güneş bile kendilerine ait bir yörüngede hareket etmektedirler.

Kısaca; Kâbe’nin etrafında, Hacer-i esvedden başlayıp Kâbe sola alınarak yedi kere dönmektir

TAVAF-I KUDÜM: Mekke-i mükerremeye varınca, yapılan ilk tavaftır. Afakiler(Mekke dışından gelenler) için sünnettir.

TAVAF-I NAFİLE: Mekke-i mükerremede bulunanların zaman zaman yaptıkları nafile tavaf.

TAVAF-I SADR: Hac esnasında cemrelerin taşlanması bittikten sonra Minâ’dan Mekke’ye gelindiğinde yapılan tavaf. Tavaf-ı Veda da denir. Hac vazifeleri bununla sona erer.

TAVAF-I UMRE: Umreye niyet edenin yaptığı tavaf.

TAVAF-I VEDA: Veda Tavafı demektir.Diğer adı Tavaf-ı Sadr dır.

TAVAF-I ZİYARET: Arafat’tan indikten sonra, kurban bayramı günlerinde yapılan tavaftır. Haccın farzı olan Tavaf budur.Tavaf-ı ifâda da denir.İhramdan çıkıp yıkanıp temizlendikten sonra yapılması efdaldir.

TAVAF-ÜL İFADA: Tavaf-ı Ziyaret ile aynı manadadır.Haccın farzı olan Tavaftır .

TEHLİL: “La ilahe illahü vahdehü la şerike leh. Lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü ve hüve ala külli şey’in kadir” demek.

TEKBİR: “Allahü ekber, Allahü ekber. La ilahe illallahu vallahü ekber. Allahü ekber ve lillahi’l hamd” demek.

TELBİYE: “Lebbeyk, Allahümme Lebbeyk, La şerike leke lebbeyk. İnne’l-hamde ve’n-ni’mete leke ve’l-mülke lâ şerike leke: Sana geldim, buyur Allah’ım! Çağırdın koşup geldim, emrine hazırım. Sana geldim, ortağın yoktur, koşup geldim, hamd ve nimet Sana ait, mülk de Senindir. Ortağın yoktur Senin!” (Buhârî, Hac, 26; Müslim, Hac, 19-20) duası hacca giden kimsenin ihramını giyip iki rekat namaz kıldıktan sonra okuyacağı duadır ve “elest bezmi”nde verilen sözün bir karşılığı gibidir. Zencisi de, Arap’ı da, Japon’u da, Türk’ü de bu duayı okur. Bütün alt kimlikler gitmiş, yerine rengi ve dili farklı da olsa belli bir süre aynı dili konuşan, aynı dille ibadet eden Müslümanlar ortaya çıkmıştır. Bu, bütün hayat boyu devam ettirilmesi gereken bir sözdür.

TETAVVU`: Nafile ibadetlere verilen ad.

TERVİYE GÜNÜ: Zilhiccenin sekizinci günü. Bugün Minâ’ya çıkmak ve geceyi orada geçirmek sünnettir.

UDHİYE: Kurban bayramında (Hac Görevi olmayan) Allah rızası için kesilen vacip kurban.

UMRE: Hac günleri olan 5 günden başka(Bu günlerden başka günlerde), senenin her günü, ihram ile yapılan tavaf ve sa’y den sonra saçları kazımak veya kesmekle yerine getirilen ibadet.

VADİ-Yİ URENE: Urene Vadisi demektir.Arafat ovasında bir vadinin adıdır.Ama Arafat Vakfesi burada yapılmaz. Arefe günü Arafat’ın Vadi-yi Urene denilen yerinden başka herhangi bir yerinde Cemi Takdimle(2 Vakit Öğle Vaktinde birleştirilerek)kılınan öğle ve ikindi namazlarından sonra vakfeye durmak, haccın farzlarındandır.

VAKFE: Arefe günü Arafât’ta, bayram gecesi de, gece yarısından sonra Müzdelife’de bulunmak, buralarda Allah Teâlâ’ya telbiye, tesbîh, tekbîr gibi zikirlerle, istiğfâr ve dualarla, tefekkür ve tazarrularla ibâdet etmek, haccın en önemli vazifeleri arasındadır. Burada rekleri, dilleri, ülkeleri ve alışkanlıkları birbirinden çok farklı, fakat aynı Allah’ın kulu ve aynı Peygamber (sas)’in ümmeti olduğunun farkında olan milyonlarca insan burada Allah’a yönelmekte, O’na kulluklarını sunmakta ve O’ndan dileklerde bulunmaktadırlar. Allah Resûlü (sas)’in ifadesiyle haccın kendisinden ibaret olduğu vakfe aynı zamanda dünyada mahşeri temsil eden tek toplantıdır; üzerlerinde kefene benzer giysilerinden başka bir şeyleri bulunmayan insanlar Rabb’in huzurundalar. Hacca giden her mü’min Allah’a iltica eden bu büyük topluluk içinde mahşeri düşünmeli, henüz fırsat varken o güne hazırlanmaya gayret etmelidir.

Kısaca; durmak demektir. Arefe günü Arafat’ın Vadi-yi Urene denilen yerinden başka herhangi bir yerinde, öğle ve ikindi namazlarından sonra bir miktar durmaktır.Haccın farzıdır.

SUUDİ ARABİSTAN

     Suudi Arabistanİslam’ın kutsal beldelerini ve doğuş toprakların yönetimi altında tutan bir devletolduğundan
 bütün dünya Müslümanlarının gündeminde olan bir devlettirHac ve umre için bu devletinvizesine ihtiyaç 
duyulması sebebiyle bu ibadetlerini yerine getirmek isteyenlerin zorunlu olarak budevletle bir irtibatları da 
oluyorDünyaya “seriatla yönetilen ülke” olarak lanse edildiğinden dolayı dasık sık tartışmalara konu
 olmaktadır.
 
Resmi adıSuudi Arabistan Krallığı
 
Yönetim Biçimi :Monarşi
 
BaşkentiRiyad
 
Diğer Önemli Şehirleri : MekkeMedineCiddeTaifDammamDahranBureyde.
 
Yüzölçümü : 2.331.000 km²
 
Para Birimi : Suudi Arabistan Riyali (1$~3,74SAR)
 
Nüfusu : 22,02 Milyon (2000)
 
Etnik yapı : Nüfusun % 94’ü AraptırKalan nüfusu da Güney AsyalılarTürkistan Türkleri ve Huileroluşturmaktadır.
 
Okur yazarlık oranı: %62.8
 
Hafta TatiliPerşembe – Cuma
 
Elektrik : 110 & 220 Volt
 
Saat Farkı : Yaz döneminde saat farkı yokKışın 1 saat ileride
 
Tel. Kodu : (00966) Mekke(2) – (00966) Medine(4)
 
Türkiye’yi Aramak için : 0090+Alan Kodu + Tel
 
Ortalama Hava Sıcaklığı : En Düşük 25, En Yüksek 47
 
Çalışma Saatleri
 
Bankalar : Cumartesi – Çarşamba 08:00-12:00 17:00-20:00 arası
 
Mağazalar : Cumartesi-Çarşamba 09:00-12:00 15:00-18:00 arası açıktır.
 
Telefon Sistemi
 
Türkiye ‘den götüreceğiniz mobil telefonları uluslar arası kullanıma açtırmanız gerekiyorAyrıcaTürkiye ‘ye telefon kabinlerinden ucuz telefon açabilir veya telefon kartı satın alabilirsinizSuudiArabistan hazır mobil telefon sim kartı satın alıp cihazınıza takarak kullanabilirsiniz.
 
İklim Şartları – Hava Sıcaklık Durumu
 
Son dönemlerde Ramazan umresi ve Hac Mevsimi iklimin yumuşak olduğu kış aylarına denkgeldiğindengündüzleri çok rahatsız etmeyen bir sıcaklıkakşamları ise hafif bir serinlik olabilir.Medine yılın her anı Mekke’ye göre daha serindirSıcaklık gündüzleri kışın 25 – 30o C akşamları 15 –20o C , Yazın ise gündüzleri en yüksek sıcaklık 45 – 50o C , geceleri en düşük sıcaklık 20 – 25o ColmaktadırÖğle saatlerinde mümkün mertebe dışarıda kalmamaya dikkat etmeliyiz.
 
Sağlığımızı Korumaya Dikkat Etmeliyiz
 
Suudi Arabistan yıllar geçtikçe sağlık hizmetlerinin kalitesini yükseltti. Hastaneler hala ücretsiz ancak özel hastanelerin sayısı da bir hayli fazla. Genel olarak sağlık hizmetlerinde sıkıntı ve aksama hissedilmiyor.
 
Musluk suları genelde içilmiyor. Şişe suyu tercih ediliyor. Hemen her bölgede hastane bulunuyor. Her türlü sağlık probleminde bu hastanelere gidebiliyoruz. Sürekli ilaç kullanıyorsanız yanınıza almanızı tavsiye ederiz. Aşırı kalabalık zamanlarda hizmetlerde aksama olabileceğini göz önünde bulundurunuz.
 
Kıyafet Seçimi
 
Havanın genellikle sıcak ve güneşli olması nedeniyle, yanımıza ince ve açık renkli kıyafetleri almalıyız. Kumaş cinsi olarak keten ve pamuk cinsi tercih edilmelidir. Ancak her ihtimale karşı bir ceket veya hırka (yelek) götürmekte fayda var. İhram alırken kalın olanını seçmemiz faydalı olacaktır.
 
Alışveriş
 
Giderken yanınıza Riyal, Dolar veya Euro alabilirsiniz. Bazı alışveriş yerlerinde kredi kartı da kullanılabilmektedir. Mağazalardan günün her saatinde alışveriş yapılabilirsiniz. Hediyelik alışverişlerinizi hem Mekke, hem de Medine ‘de yapabilirsiniz. Hurma alışverişi için daha çok Medine tercih edilir.
 
Kargo Şirketleri
 
Satın alacağınız hurma vb eşyalarınızı Mekke ve Medine’den Türkiye’nin her yerine eşya taşıyan kargo şirketleri vasıtası ile gönderebilirsiniz.KĞ 7 Riyale taşınıyor.

 HAC VE UMRE DUALARI 
 
HAC VE UMRE’YE NİYETLENİRKEN DUA
YAPACAĞIMIZ DUALARI ÖNCEDEN BELİRLEMELİ
Dua, ibadetin özü ve kulun kendini Rabb’ine en iyi ifade etme vesilesidir. Bu sebeple orada duasız ve ibadetsiz bir anımız bile olmamalıdır. Yapacağımız duaları, okuyacağımız evrad u ezkarı şimdiden belirlemeli, dua mecmuaları, cevşen, tesbihat, Delâilül Hayrat gibi evrad kitaplarını yanımıza almayı ihmal etmemeliyiz. Ayrıca ellerimizi her açtığımızda kendimizden önce âlem-i İslâm için dua etmeli, Müslümanların fakirlik, cehalet, zulüm, tefrika ve her türlü mağduriyetten kurtulmaları için yürekleri dağlayan dualar etmeliyiz. Ülkemizin birliği ve düzeninin muhafazası, anarşi ve terörün def olması için de avuçlarımızı açmalı ve gözyaşlarımızı ceyhun etmeliyiz.

“Rabbiniz (şöyle) buyurdu: Bana dua edin, size icabet edeyim.” (Mü’min: 60)

“(Ey Muhammed) Kullarım sana, benden sorarlarsa, ben şüphesiz onlara pek yakınım. Bana dua edenin duasını bana dua ettiği anda işitir, ona karşılık veririm.” (Bakara: 186)

“Dua ibadetin ta kendisidir.” (Ebu Davut, Tirmizi)

“İbadetin en üstünü duadır.” (Hakim)

 

HAC VE UMRE’YE NİYETLENİRKEN EDİLMESİ GEREKEN DUA 
(SEYYİDÜ’L-İSTİĞFAR)

 

“Allah’ım! Sen Rabbim’sin. Sen’den başka ilah yoktur. Beni yarattın ve ben senin kulunum ve gücüm yettiğince Sen’in ahdin üzereyim. Yaptıklarımın şerrinden Sana sığınırım. Benim üzerimde olan nimetini biliyor ve günahlarımı itiraf ediyorum. Beni bağışla, zira Sen’den başka hiç kimse günahları bağışlamaz.” (Buhari, Müslim, Şeddad b. Evs’ten, Nesai es-Sünen el-Kübra: 4847, 10416)

 

SEFERE DUALARI
A. Sefere Çıkarken:

 

Abdullah b. Sercis’in Allah Rasulu (s.a.v.)’nden rivayet ettiği dua:
“Allah’ım! Seferde dost Sen’sin, ailemde güvendiğim Sen’sin. Allah’ım, bu seferimizde bizimle beraber ol ve aramızda ehlimizi koru. Allah’ım! Ben yolculuğun zorluklarından, davranış ve dönüşümlerin kötü görünümünden sana sığınırım. Allah’ım! Zorluklardan sonra eksiklerden ve mazlumun duasından ve dönüşümünde ehlimde ve malımda hoşa gitmeyen şeyi görmekten sana sığınırım.” (Tirmizi, Deavat:3435, İbn Mace 3888, Müslim, Hac: 1343, Nesai, İstiaze: 8/272)
B. Sefere Çıkarken Okunacak Bir Başka Dua:

 

Yine Allah Rasulu (s.a.v.)’nden rivayet edilen bir başka sefere çıkma duası:
“Allah’ım! Yolculukta dost Sen. Ehlimiz, çocuklarımız ve dostlarımızın korunmasında güvenilen Sen’sin. Allah’ım! Bu yolculuğumuzda Sen’den iman, takva ve razı olduğun ameli diliyoruz. Allah’ım! Bize yeri dürmeni ve yolculuğu bize kolaylaştırmanı ve (bu) yolculuğumuzda bize din ve dünya selameti verip, evini haccetmemize bizi ulaştırmanı diliyoruz. Allah’ım! Yolculuğun zorluklarından, başa gelenlerin üzüntüsünden ehlimizde, malımızda ve çocuklarımızda kötü bir görünümden sana sığınıyoruz.” (el-Heysemi Mecma’z-Zevaid: 10/130; Cabir b. Abdillah’dan)
C. Sefere Çıkanın Geride Kalanlara Duası:

 

Abdullah b. Yezid el-Hutami (r.a.) Allah Rasulü (s.a.v.)’nden rivayet ediyor:
“Dinimizi, emanetlerinizi ve amellerinizin sonunu Allah’a ısmarlıyorum.” (Ebu Davud, Cihad: 2601)

 

İHRAM DUALARI
( Hacca veya Umreye Niyetlenirken)

 

“Allah’ım! Bunu kabul edilen bir hac kıl. Onu, riyakarlık ve şöhret için yapılmış bir hac kılma.” (Buhari: 1517)
A. Umreye Niyetlenirken:

 

“Allah’ım! Ben umre yapmak istiyorum. O’nu bana kolaylaştır ve benden kabul buyur.”
B. Hacca Niyetlenirken:

 

“Allah’ım! Ben haccetmek istiyorum. Onu bana kolaylaştır ve benden kabul buyur. Sana itaat ederek geldim Allah’ım. Senin hiçbir ortağın yoktur. Sana itaat ederek geldim. Hamd ve nimet Sen’indir. Mülk de Sen’indir. Sen’in hiçbir ortağın yoktur.” (Buhari, Hac:2/170; Müslim, Hac: 2/841-842)
C. Hacca Niyet Ederken Okunabilecek Bir Başka Dua:

 

“Allah’ım! Bunu kabul edilen bir hac kıl. Onu, riyakarlık ve şöhret için yapılmış bir hac kılma.” (Buhari: 1571; İbn Mace, es-Sünen el Kübra, 2922)
D. Kıran Haccına Niyetlenirken:

 

“Umre ve haccetmek niyetiyle sana geldim.” (Buhari; 4353, Müslim 1232)
E. Temettü Haccına Niyetlenirken:

 

“Umre ve haccetmek niyetiyle sana geldim.”
F. İfrad Haccına Niyetlenirken:

 

“Haccetmek niyetiyle sana geldim.”

 

MEKKE’YE GİRERKEN VE HAREM-İ ŞERİF’TE OKUNACAK DUALAR

TELBİYE DUASI

“Lebbeyk Allahumme Lebbeyk Lebbeyke La şerike leke lebbeyk innelhamde ven’ni’mete leke ve’l-mulk la şerike leke”
“Ey Allah’ım! Senin emrine (itaate) hazırım. Sen’in emrine uydum. Sen’in hiçbir ortağın yoktur. Sen’in emrine uydum. Şüphesiz ki (gerçek) hamd, nimet ve mülk Sen’indir. Sen’in hiçbir ortağın yoktur.” diye duada bulunmak.” (Buhari, 1549; Müslim 1148; Ahmed b. Hanbel, 2/3, 28, 34, …)

MEKKE’YE GİRERKEN OKUNACAK DUA

“Allah’ım! Bu harem senin haremin. Bu güvenlik senin güvenliğin. Etimi ve derimi cehennem ateşine haram kıl. Beni, kullarını yeniden yaratıp dirilttiğin günün azabından koru. Beni dostlarından ve sana itaat edenlerden kıl.” (Nevevi, Ezkar, 165; İbn Teymiyye, Şerhu’l-Ümm, 2/411)
HAREM-İ ŞERİF’E GİRERKEN OKUNACAK DUALAR
A. Harem-i Şerif’e Girerken Okunacak Dua:

 

“Allah’ın adıyla. Şeytan’dan, yüzü kerim olan, sultanı kadim olan Allah’a sığınırım.
Allah’ım! Muhammed’e ve Muhammed’in aline salat olsun. Allah’ım! Günahlarımı bağışla ve bana rahmetinin kapılarını aç.” (Ebu Davud: 466)
B. Harem-i Şerif’e Girerken Okunabilecek Bir Başka Dua:

 

“Allah’ım! Şu makamında tevbemi kabul etmeni, yanlışlarımı bağışlamanı ve üzerimden yükümü hafifletmeni istiyorum. Allah’ım! Ben Sen’in kulunum. Bu belde Sen’in belden. Bu harem Sen’in haremin ve bu ev Sen’in evin. Rahmetini dilemek için sana geldim. Cezadan korkan, rahmetini isteyen ve günahlardan korkan, bağışlanmayı uman bir kimsenin dilemesi gibi bir dilemeyle sana geldim.”

KABE’Yİ GÖRÜNCE OKUNACAK DUA

“Allah’ım! Es-selam olan Sensin. Sendendir selam. Ey Rabbimiz, bizi Es-selam ile dirilt.” (Bu duanın tamamı İmam Şafii’nin Müsned’inden 1/338 Said İbnü’l Müseyyeb’den rivayet edilmiştir.


HACER-İ ESVED’DE VE MİZAB’DA OKUNACAK DUA

HACER-İ ESVED’İ İSTİLAMDA DUA

 

“Allahuekber. İlah ancak Allah’tır. O’ndan başka ilah yoktur. O tektir, O’nun ortağı yoktur. Va’dini yerine getirdi ve kulunu doğruladı. Askerlerini üstün kıldı. Tüm orduları yendi.” (Abdurrezzak, el-Musannef, 8894; İbn Teymiyye, Şerhu’l-Umde; 2/428; Ebu Davud, el-Mesai’l; 103)

MİZAB’DA DUA

“Allah’ım! Sen’in gölgenden başka bir gölgenin olmadığı gün, beni gölgende barındır. Allah’ım! Beni Rasulün’ün elindeki kadehten içen ve bir daha ebedi olarak susamayanlardan eyle; Ey celal ve ikram sahibi olan Allah’ım.”


TAVAF VE MÜLTEZEM’DE DUA

KABE’Yİ TAVAF EDERKEN

 

“Rabbimiz! Bize dünyada hasene (iman ve Salih amel) ver. Ahirette de bize hasene ver ve bizi cehennem azabından koru.” (Bakara: 201)
KABE’NİN RUKÛNLARI ARASINDA

 

“Bismillahi vallahu ekber.”
“Allah’ım! Sana iman kitabını tasdik, ahdine vefa ve Nebi Muhammed (s.a.v.)’in sünnetine uymakla… (Beyt’inin tavafına başlıyorum.)” (İbn Hacer, et-Telhis el-Habir; 2/247 Said İbnü’l-Müseyyeb’den; İbn Kudame el-Muğni; 5/215)
RUKN-İ ŞAMİ’DE

 

“Allah’ım! Bunu kabul olunan bir hac kıl. Şükür olan bir gayret ve affedilen bir günah eyle. Rabbim, bağışla ve acı yine bildiklerini bağışla. Sen gerçekten yüce ve kerem sahibi olansın.”
RUKN-İ YEMANİ’DE

 

“Allah’ım! Ben küfürden, fakirlikten, kabir azabından, hayatın ve ölümün fitnesinden sana sığınırım ve yine dünya ve ahiretin aşağılanmışlığından sana sığınırım.” (es-Samurrai, el-Müstevab;4/205-208)
RUKN-İ IRAKÎ’DE

 

“Allah’ım! Beni şüphelerden, şirkten Allah ve Rasulu’ne karşı gelmekten, küfürden ve nifaktan, kötü ahlaktan, ailem, malım ve çocuklarımda kötü dönüşümlerden ve kötü görünüşten koru.”

MÜLTEZEM’DE DUA

A. Mültezem’de Dua:

 

“Ey bu değerli evin sahibi! Boynumu cehennem ateşinden azad eyle ve beni kötülüklerin hepsinden ve şeytanın şerrinden koru. Bana rızık olarak verdiklerinle beni yetinir kıl. Bana verdiklerinde bana bereket ver. Allah’ım! Beni bu misafir kullarının en hayırlılarından kıl. Beni bağışla ve bana acı. Çünkü Sen’sin bağışlayıcı ve acıyıcı olan. Allah’ım! Ben Sen’den ölüm anında bir rahatlık (selamet), hesap anında bir bağışlama diliyorum. Ey Allah’ım! Muhammed’e ve O’nun tüm ashabına salat ve selam eyle.” (Ebu Davud: 1481; Tirmizi: 3477; Nesai, el-Mücteba: 3/44)
B. Hacer-i Esved ile Kabe’nin Kapısı Arasında (Mültezem’de) Dua:
“Allah’ım! Bu ev Sen’in evin. Bu harem Sen’in haremin. Bu makam da cehennem azabından sana sığınanların makamıdır. Allah’ım, beni cehennem ateşinden ve recmedilmiş şeytanın şerrinden koru ve beni kıyamet günü korkularından emin kıl ve dünya ve ahiret sıkıntılarından beni kurtar.”


MAKAM-I İBRAHİM’DE OKUNACAK DUA

A. Makam-ı İbrahim’de Namaz’dan Sonra Dua:

 

“Allah’ım! İşlerimin hepsini koruyan dinimi ıslah et. Kendisinde hayatım olan dünyamı da ıslah et. Kendisine dönüşümün olacağı ahiretimi de ıslah et. Hayatı benim için tüm hayırlar bakımından bereketli kıl. Ölümümü de her türlü şerden uzak kıl.” (Müslim: Fethu’l-Bari, 17/40 “Ebu Hureyre’den”)
B. Makam-ı İbrahim’de Namazdan Sonra Okunabilecek Bir Başka Dua:

 

“Allah’ım! Ben Sen’den başka ilah olmadığına, İlah’ın ancak Sen olduğuna iman ederek istiyorum. Ancak Sen İlah’sın. Sen hiçbir şeye muhtaç olmayan ve her şeye malik olan, doğurmayan ve doğrulmayansın. Günahlarımı affet. Çünkü Sen’sin çok bağışlayıcı ve acıyıcı olan.” (İbn Mace: 3855; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 6/461)
C. Makam-ı İbrahim’de Namazdan Sonra Okunabilecek Bir Başka Dua:

 

“Allah’ım! Muhammed’e ve aline hayır ver. Tıpkı İbrahim’e ve O’nun aline hayır verdiğin gibi. Sen övülen ve yüce olansın. Allah’ım! Muhammed’i ve O’nun alini bereketlendir. Tıpkı İbrahim’i ve O’nun alini bereketlendirdiğin gibi. Sen övülen ve yüce olansın.” (Buhari, Fethu’l-Bari: 13/2201; Müslim: 4/126; Ebu Davud: 976)
D. Makam-ı İbrahim’de Namazdan Sonra Okunabilecek Bir Başka Dua:

 

“Allah’ım ben senin kulunum. Yarattığın bir kadının oğluyum. Alnım Sen’in elindedir. Hükmün benim üzerimde geçerlidir. Benim hakkımdaki takdirin adaletin kendisidir. Ben Sen’den sana ait olan ve kendisi ile kendimi isimlendirdiğin veya kullarından birisine öğrettiğin ya da kitabında indirmiş olduğun yahut gayb ilminde kendi katında gizli tuttuğun tüm isimlerinle Sen’den Kur’an’ı kalbimin baharı; gönlümün aydınlığı ve üzüntümün giderilmesi ve kederimin yok olmasını diliyorum.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned; 3712; İbn Hibban: 1/509)


SA’Y DUALARI

A. Safa Tepesinde Dua:

 

Nafi; Abdullah bin Ömer’den Safa Tepesi’ne çıktığında şu duayı okuduğunu rivayet etmektedir:
“Allah’tan başka ilah yoktur. İlah ancak O’dur ve O’nun ortağı yoktur. Mülk O’nundur, hamd O’nadır ve O her şeye gücü yetici olandır. La ilahe illallah, dini yalnız O’nun için halis kılarak, O’na kulluk ediciyiz. Kafirler hoşlanmasa da. Allah’ım! Beni dininle, sana itaatim ve Rasulü’ne olan itaatimle koru. Allah’ım! Beni haramlardan uzak kıl. Allah’ım! Beni, sen sevenlerden, meleklerini, nebilerini, rasullerini ve Salih kullarını sevenlerden kıl. Allah’ım! Meleklerini, nebilerini, rasullerini ve Salih kullarını bana sevdir. Allah’ım! İşleyeceğim hayır amelleri bana kolaylaştır, beni hem dünya hem de ahirette bağışla. Beni Allah’tan korkanların önde gelenlerinden eyle ve beni Naim cennetlerine yerleştirdiklerinden kıl. Din günü günahlarımı bağışla. Allah’ım! Sen hak olan sözle söyledin. (“Bana dua ediniz, duanızı kabul edeyim” dedin.) Allah’ım! Nasıl ki beni İslam’ın hidayetine erdirdiysen, onu benden alma, İslam üzere, benim ruhumu alıncaya kadar beni ondan ayırma. Allah’ım Beni cehennem azabına sunma ve beni kötü fitnelerin gelip çatacağı güne kadar da geciktirme.” (Malik, Muvatta, Hc: 1/372, 373; el-Beyhaki, es-Sünen, el-Kubra: 5/94;İbn Kudame, el-Muğni: 5/235)
B. Safa ve Merve’de Dua:

 

İbn Ömer’in duası: 
“Allah’ım! Beni Rasul’unun sünneti üzere yaşat ve beni O’nun milleti üzere öldür ve beni saptırıcı fitnelerden koru.”(Beyhaki, es-Sünen el-Kübra: 5/95)
C. Safa ve Merve’ye Çıkınca Dua:
“Bizi buna hidayet eden Allah’a hamdolsun. Eğer Allah bizi buna erdirmeseydi, biz hidayete eremezdik. Allah’tan başka ilah yoktur. İlah ancak O’dur. Mülk O’nundur. Hamd O’nundur. Ve o her şeye gücü yeticidir. Allah’tan başka ilah yoktur. Yalnız O ilahtır. Vaadini doğruladı (yerine getirdi). Ve kulunu (Hz. Muhammed’i) üstün kılıp (şirk) ordularını yalnız olarak hezimete uğrattı.” (Bu dua, bir ayet ve bir hadisten oluşmaktadır.)
SAFA İLE MERVE ARASINDA
Abdullah ibn Mesud’un duası:
“Rabbim! Bağışla ve acı. Beni en doğru yola ilet. İşlediğim ve bildiğim günahlarımı affet. Sen’sin kimseye muhtaç olmayan ve yüce olan.” (Beyhaki, es-Sünen el-Kübra: 5/95; Ebu Davud, el-Mesail: 115)
SA’Y BİTİRİNCE
“Allah’ım! Bizden kabul buyur. Bize afiyet ver ve bizi affet. Sana itaat etmemizde ve sana şükretmemizde bize yardım et. Bizi Sen’den gayrısına güvenenlerden kılma. Bizi gerçek İslam üzerine; bizden razı olmuş olarak ecelimizi sona erdir. Allah’ım! Beni hayatta koyduğun sürece bütün günahları terk etmemde acıyarak bana yardımcı ol. Benim için gerekli olmayan şeyleri üstlenmekten bana acıyarak beni koru. Seni razı edecek olan şeyde güzel düşünmekle beni rızıklandır. Ey acıyanların en merhametlisi…”


ARAFAT, MEŞAR’İ HARAM VE AKABE CEMRESİ DUALARI

ARAFAT’A GİRERKEN
“Allah’ım! Sana geldim, sana yöneldim ve yüzümü sana çevirip rızanı istedim. Beni meleklerine karşı övdüğün kullarından kıl. Allah’ım Sen’in bağışlaman ve affetmenle Sen’in cezalandırmandan sana sığınırım. Sen’den sana sığınırım. Sen’i hakkıyla övmeye güç yetiremem. Sen kendini övdüğün gibisin.” (Müslim: 486; Ebu Davud: 879; Tirmizi: 3491)
ARFAT’TA VAKFE DUASI
“Allah’ım! Sen yerimi görüyor, sözümü işitiyor, gizli ve açık olan her şeyimi görüyorsun. İşlerimden hiçbiri Sen’den gizli kalmaz. Ben muhtaç ve yoksulum. Yardımını diliyor, korku ve arzuyla günahını itiraf eden ve cehennem azabından sana sığınan; Sen’den, yoksul bir insan gibi dua ediyor ve günahlarımdan ötürü zelil duruma düşen kulun yakarışıyla yakarıyorum ve boynu korkusundan bükülen ve beni küçülen ve gözü yaşla dolan ve alınlarını yere koyan insanlar gibi sana dua ediyorum.” (el-Heysemi, Mecmau’z-Zevaid, Hac: 3/252)

ARAFAT’TAN İNERKEN

A. Arafat’tan Ayrılırken:
“Allah’tan başka ilah yoktur. İlah yalnız O’dur. Ortağı yoktur. Mülk O’nundur, hamd O’nadır. Diriltir ve öldürür ve O, gücü her şeye yetici olandır.”(Müslim: 5/91, 92; Ebu Davud: 1506)
B. Arafattan İnerken Okunacak Bir Başka Dua:
“Allah’ım! Ben nefsime çok zulmettim. Günahı Sen’den başka hiç kimse bağışlamaz. günahlarımı, kendi katından bir rahmetle bağışla. Çünkü Sensin, gerçekten çok bağışlayıcı ve çok acıyıcı olan.”

MEŞ’AR-İ HARAM’DA OKUNACAK DUA

A. Meş’ari Haram’a Varınca:
“Arafat’tan sel gibi akınca, Allah’ı Meş’ari Haram’da zikredin. Sizi nasıl hidayete erdirdiyse öyle zikredin. Hatırlayın ki, siz daha önceleri sapıklardan idiniz. Ve Allah’tan bağışlanma dileyiniz. Çünkü Allah bağışlayıcı ve acıyıcı olandır.” (Bakara: 198-199)
B. Meş’ari Haram’da Okunabilecek Bir Başka Dua: 
“Allah’ım sana hamdolsun. Sen göklerin ve yerin ve her ikisi arasında olanın nurusun. Hamd sanadır. Sen gökleri ve yerleri ve her ikisinde olanı yaratıp ayakta tutansın. Hamd sanadır. Sen göklerin ve yerin ve her ikisinde olanların Rabbisin. Sen Hak’sın. Va’din haktır, sözün haktır. Sen’inle karşılaşmak haktır. Cennet haktır, nebiler haktır, Muhammed (s.a.v.) haktır, kıyamet saati haktır. Allah’ım! Senin için İslam’a girdim. (Her şeyin) hükmünü sana ait kılıyorum ve sana tevekkül ediyorum. Yaptıklarım ve ihmal ettiklerimden, gizleyip açığa vurduklarımdan ötürü beni bağışla. Olacak olan bir şeyi öne alan da Sen’sin, onu geciktiren de Sen’sin. Sen’den başka ilah yoktur, İlah ancak Sen’sin.” (Buhari: 3/245-246; Müslim: 6/54-54 (769); Ebu Davud: 771)

AKABE CEMRESİ’NDE OKUNACAK DUA

“Allah’ım! Bu hacc(ımızı)ı, imanla yapılan bir hacc kıl, günahlarımızı bağışla ve bu haccımızı katında kabul edilen bir hac kıl.” (Buhari, Hac: 2/218,219, Abdullah ibn Ömer’den; İbn Mace, Menasik: 2/1009, Abdullah ibn Abbas)
HAC VE UMRE’DEN DÖNERKEN OKUNACAK DUA
“İlah ancak Allah’tır. O’ndan başka ilah yoktur. O’nun hiçbir ortağı yoktur. Mülk O’nundur ve hamd O’nadır. Tevbe ediciler olarak, kullar olarak, secde ediciler olarak ve Rabbimize hamdediciler olarak dönüyoruz. Allah va’dini yerine getirdi, kulunu üstün kıldı ve orduları helak etti.” (Buhari; 3/8; Malik, Muvatta: 1/368; İbn Hibban: 2696)

PEYGAMBERİMİZİN KABRİNİ ZİYARET DUASI
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ أَيُّهَا النَّبِيُّ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ، أَلصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا رَسُولَ اللهِ، ، اَلصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا نَبِيَّ اللهِ، اَلصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا خَيْرَ خَلْقِ اللهِ، اَلصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا مَنْ أَرْسَلَهُ اللهُ، رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ. اَلصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا سَيِّدِ الْمُرْسَلِينَ وَخَاتَمَ النَّبِيِّنَ، وَ امَامَ الْمُتَّقِينَ، اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ وَعَلَي سَائِرِ اْلأَنْبِيَاءِ الْمُرْسَلِينَ وَعَلَي أَهْلِ بَيْتِكَ الطَّيِّبِينَ الطَّاهِرِينَ، اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ وَعَلَي أَزْوَاجِكَ الطَّاهِرَاتِ أُمَّهَاتِ الْمُؤْمِنِينَ، ، اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ وَعَلَي أَصْحَابِكَ أَجْمَعِينَ، وَعِبَادِكَ الصَّالِحِينَ، أَشْهَدُ أَنْ لاَ اِلَهَ اِلاَّ اللهُ وَ أَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّداً عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ. اَللّٰهُمَّ أَجْزِ عَنَّا نَبِيَّنَا أَفْضَلَ مَاجَزَيْتَ أَحَداً مِنَ النَّبِيِّينَ وَالْمُرْسَلِينَ، اَللّٰهُمَّ آتِهِ الْوَسِيلَةَ وَالْفَضِيلَةَ. رَبَّنَا آمَنَّا بِمَا أَنْزَلْتَ وَاتَّبَعْنَا الرَّسُولَ فَاكْتُبْنَا مَعَا الشَّاهِدِينَ.

“Ey Nebi! Allah’ın selâmı, rah-meti ve bereketi üzerine olsun.”
“Ey Allah’ın Resulü! Salât ve selâm üzerine olsun.”
“Ey Allah’ın Habibi! Salât ve selâm üzerine olsun.
“Ey Rahmet Peygamberi! Sa-lât ve selâm üzerine olsun.
“Ey Ümmetin Şefaatçisi! Salât ve selâm üzerine olsun.
“Ey Yaratılanların En Hayırlısı! Salât ve selâm üzerine olsun.
“Ey Âlemlere Rahmet Olarak Gönderilen! Salât ve selâm üze-rine olsun.
“Ey Peygamberlerin Efendisi! Salât ve selâm üzerine olsun.
“Ey Peygamberlerin Sonuncu-su! Salât ve selâm üzerine olsun.
“Ey Takva Sahiplerinin Önderi! Salât ve selâm üzerine olsun.
“Selâm sana ve bütün pey-gamberlere ve ehlibeytine olsun.
“Selâm sana ve annelerimiz olan eşlerine olsun.
“Selâm sana ve bütün saha-belerine olsun.
“Selâm sana ve bütün salih kullara olsun.
“Şahadet ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur, ‘O’ tektir. Or-tağı da yoktur. Yine şahadet ederim ki Efendimiz, Onun kulu ve Resu-lüdür.
“Allah’ım! Efendimizi bütün peygamberlerden daha ziyade mü-kâfatlandır.
“Allah’ım! Peygamberimize ve-sileyi, fazileti ve yüksek dereceleri ihsan eyle. Bizleri onun şefaatine nail eyle.
“Allah’ım! Bize indirilen Kur’a-n’a iman ettik. Resulüne de tâbi olduk. Bizleri sana ve peygamber-lerine i`an edenlerden eyle.”
Bundan sonra ziyaretçi, ema-net selâm gönderenlerin selâmlarını “Ya Resulallah, Senin ümmetinden …………..………..… kişilerin selâmları-nı getirdim, kabul buyurun.” diyerek iletir.
HZ. EBUBEKİR VE HZ. ÖMER’İN (R.A.) KABRİ ÖNÜNDE SELÂM VE DUA

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا خَلِفَةَ رَسُولِ اللهِ أَبَا بَكْرِ الصِّدِّيقَ… اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا عَتِيقَ اللهِ مِنَ النَّارِ، اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا صَاحِبَ رَسُولِ اللهِ وَثَانِي اثْنَيْنِ إِذْ هُمَا فِي الْغَارِ، اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا مَنْ أَنْفَقَ مَالَهُ كُلَّهُ فِي حُبِّ اللهِ. اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا أَمِيرَ الْمُؤْمِنِينَ عُمَرَبْنِ الْخَطَّابِ، اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا سِرَاجَ أَهْلِ الْجَنَّةِ، اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا أبَا الْفُقَرَاءِ والضُّعَفَاءِ وَاْلأَرَامِلِ وَاْلأَيْتَامِ جَزَاكُم اللهُ عَنْ أمَّةِ رَسُولِ اللهِ خَيْرَ الْجَزَاءِ، اَللّٰهُمَّ ارْضَ عَنْهُمْ وَارْفَعْ دَرَجَتَهُمْ وَأَكْرِمْ مَقَامَهُمْ وَأَجْزِلْ ثَوَابَهُمْ بِفَضْلِكَ وَكَرَمِكَ يَا أَكْرَمَ اْلأَكْرَمِينَ آمِينَ…
“Selâm Sana, Ey Resulullah’ın Ha-lifesi Ebubekir! 
“Selâm Sana, Ey Resulullah’ın Sadık Dostu! 
“Selâm Sana, Ey Resulullah’ın Hicret Arkadaş. ı
“Selâm Sana, Ey Resulullah’ın Can Yoldaşı Ebubekir!
“Selâm Sana, Ey Kur’an’ın Met-hettiği Aziz İnsan!
“Selâm Sana, Ey Cennet’le Müj-delenen Büyük Sahabe!
“Selâm Sana, Ey Bütün Servetini Allah İçin Bağışlayan Cömert İn-san!
“Selâm Sana, Ey Mü’minlerin Emîri Hz. Ömer!
“Selâm Sana, Ey Adalet ve Doğ-rulukta Daim Olan!
“Selâm Sana, Ey Mihrap Şehidi!
“Selâm Sana, Ey Fakirlerin, Ga-riplerin, Dul ve Yetimlerin Hamisi.
“Selâm Sana, Ey Cennet Ehlinin Aydınlatıcısı!
“Allah’ım! Ebubekir ve Ömer Efendilerimizi cennet’in en güzel nimetleri ile mükâfatlandır, onlar-dan razı ol, derecelerini âli, makam-larını yüksek, sevaplarını bol eyle. Ey ikramı ve fazileti bol olan Al-lah’ım!”
Selâmlama bitince Allah’a hamd ve şükür edilir. Mümkünse zi-yaretçi, kıbleye yönelip kendisi, ebe-veyni, yakınları, dostları, dua bekle-yenleri, bütün İslâm ümmeti ve insanlık için bolca dua eder. Yüce Allah’tan günahlarının affını diler.
CENNETÜ’L-BAKİ ÖNÜNDE EHLİBEYT VE SAHABE EFENDİLERİMİZİ SELÂMLAMA VE DUA

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَمْ يَا دَار قَوْمٍ مُؤْمِنِينَ وَإِنَّا إِنْ شَاءَ اللهُ بِكُمْ لاَحِقُونَ. اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَمْ يَا أهْلَ بَيْتِ مُحَمَّدٍ صَلَّي اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ. اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُنَّ يَا زَوْجَاتَ رَسُولِ اللهِ أُمَّهَاتِ الْمُؤْمِنِينَ. اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا عُثْمَانَ بْنِ عَفَّانَ، اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا خَادِمَ الْقُرآنِ، اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا ذِي النُّورَينِ، اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ يَا أَصْحَابَ مُحَمَّدٍ، اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا أهْلَ الْبَقِيعِ أَنْتُمْ سَلَفُنَا، وَنَحْنُ بِالأَثَرِ، يَغْفِرُ اللهُ لَنَا وَلَكُمْ وَيَرْحَمُ اللهُ الْمُسْتَقْدِمِينَ مِنْكُمْ وَالْمُسْتَأْخِرِينَ. اَللّٰهُمَّ لاَتَحْرِمْنَا أَجْرَهُمْ، وَلاَ تَفْتِنَّا بَعْدَهُمْ، وَاغْفِرْلَنَا وَلَهُمْ، اَللّٰهُمَّ اغْفِرْ ِلأَهْلِ بَقِيعِ الْغَرْقَدِ.
“Allah’ın selâmı üzerinize ol-sun, ey mü’minler yurdunun sakin-leri! İnşallah biz de size kavuşa-cağız, selâm size olsun.
“Selâm Size Olsun, Ey Ehli-beyt-i Muhammed (a.s.m.)!
“Selâm Size Olsun, Ey Annele-rimiz!
“Selâm Size Olsun, Ey Efen-dimizin Evlâtları!
“Selâm Sana Olsun, Ey Kur’an’ın Hadimi Hz. Osman, Ey Zinnureyn!
“Selâm Size Olsun, Ey Ashab-ı Muhammed (a.s.m.)!
“Selâm Size Olsun, Ey Baki Ehli!
“Sizler bizim ahirete göçen büyüklerimizsiniz, bizler de size tâbi olanlardanız. Allah sizleri ve bizleri bağışlasın. Allah’ın rahmeti, sizin ve bizim üzerimize olsun. Allah’ım! Onlara bahşettiğin mükâ-fatları bize de lütfeyle. Bizleri fitneye ve günahlara düşürme. Onları ve bizleri bağışla. Ey sonsuz kerem sahibi Allah’ım! Onlardan ve biz-lerden razı ol; derecelerini yükselt, sevaplarını artır, makamlarını Cen-net eyle. Âmin.”
UHUD ŞEHİTLİĞİ ÖNÜNDE SELÂM VE DUA

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَاحَمْزَةُ عَمَّ رَسُولِ اللهِ، اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا سَيِّدِ الشُّهَدَاءِ، اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا أَسَدَ اللهِ وَأَسَدَ رَسُولِهِ. اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَمْ يَا شُّهَدَاءَ أُحُدِ. اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَمْ يَا أَصْحَابَ مُحَمَّدٍ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ بِمَا صَبَرْتُمْ فَنِعْمَ عُقْبَى الدَّارِ. اَللّٰهُمَّ ارْضَ عَنْهُمْ وَارْفَعْ دَرَجَتَهُمْ وَأَكْرِمْ مَقَامَهُمْ وَأَجْزِلْ ثَوَابَهُمْ بِفَضْلِكَ وَكَرَمِكَ يَاأَكْرَمَ اْلأَكْرَمِينَ آمِينَ…

“Selam Sana Olsun, Ey Re-sulullah’ın Amcası Hz. Hamza!
“Selam Sana Olsun, Ey Şehit-lerin Efendisi, Allah’ın ve Resul’ün Aslanı!
“Selam Size Olsun, Ey Uhud Şehitleri!
“Selam Size Olsun, Ey Ashabı Muhammed (s.a.v.)!
“Sabır ve Sebatınız İçin Selam Size Olsun, Ey Şehitlerimiz! Allah sizler için cennetinde ne güzel ni-metler hazırlamıştır…
“Allah’ım! Onlardan razı ol, de-recelerini yüksek, makamlarını âli ve sevaplarını bol eyle. Âmin.”

UMREDE KADINLARIN DURUMU


UMREDE HANIMLARIN İBADET FARKLARI
 
Umrenin yerine getirilişi açısından kadınlarla erkekler arasında görülen farklar şunlardır:
 Kadına ait on iki durum vardır ve şunlardır:
 
1.      Zağferan ve yalancı safran ile boyanmış olmamak şartı ile ihramlı iken dikişli elbise giyebilir.
2.      Ayakkabı (Hanefi mezhebine göre ayakkabı ve eldiven) giyebilir.
3.      Başını örtmesi gereklidir.
4.      Telbiye getirirken sesini yükseltmez.
5.      Tavaf anında remel(Sonunda sa’y bulunan tavafl arın ilk üç şavtında koşar adımlarla çalımlı yürüme)
          yapmaz.
6.      Sa’y yaparken iki yeşil direk arasında ızdıba yapmaz ve (Hervele yapmaz) koşmaz.
7.      Saçlarını tıraş etmeyip sadece kısaltır.
8.      Erkekler olduğunda Hacer-i Esved’i öpmeyip sadece uzaktan eli ile selamlar.
9.      Âdetliyken ihrama giren veya ihrama girdikten sonra âdet görmeye başlayan hanımlar, umrelerini
         özel günleri geçtikten sonra yaparlar.Âdetleri devam ettiği sürece dua, tesbihat ve zikir ile kutsal
         iklimdeki vakitlerini değerlendirirler.Kadınlar bu dönemde iken ihrama niyet edebilir, Hayızlı ise
         veda tavafını yapmadığında ceza gerekmez.
10.    Hayız veya nifas sebebi ile Kurban bayramı günlerinde ziyaret tavafını tehir ederse ceza gerekmez.
11.    Tavafı, Harem’in üst katlarından veya en kenar bölgesinden yapar.
12.    Rahmet dağının yakınında durmaz. Bu son iki madde erkeklere karışmasını önlemek içindir.
 
          Arafat’ta vakfeye durabilir, şeytan taşlayabilir. Mescidi hareme giremez , tavaf yapamaz. Âdet günleri ziyaret tavafına denk gelen hanımlar, farz olan ziyaret tavafını yapabilmek için bekliyor. Kafilesi dönene kadar ziyaret tavafı yapamazsa bir sonraki kafileye kalabiliyor. Diyanet yetkilileri bu konuda kolaylık sağlıyor. Çünkü farz olan ziyaret tavafının zamanı yok. Sonra da yapsa hacı olmuş sayılır. Veya âdetli iken bu tavafı yaparsa kefaret olarak bir kurban keser. Yine ibadetini tamamlamış olur. Âdetli iken farz olan ziyaret tavafından başka tavaf yapmak için hareme giremez.
            Daha önceden, tavaflarını rahat yapmak ve kafilesiyle dönmek isteyen hanımların âdet geciktirici ilaçları doktor kontrolünde kullanabilecekleri söyleniyordu. Ama zaman içinde bu ilaçların başka sıkıntıları ortaya çıkardığı görüldü.
            İlacı düzenli alamamaktan kaynaklanan veya ilaç kullandığı halde oradaki mevsimin etkisiyle düzensizlik yaşanabiliyor. Normalinden daha uzun sürebiliyor. Bu durumlar hacıyı daha çok rahatsız ediyor. Onun için ilaç kullanmamalarını, normal durumu geçirdikten sonra tavaf yapmalarını öneriyoruz. Zaten tüm kadınların bu dönemi ziyaret tavafına denk gelmiyor. Ama isteyene yine doktor kontrolünde kullanabileceğini söylüyoruz.
TIBBİ AÇIDAN ADET GECİKTİREN HAPLARIN KULLANIMI
 
         Soru: Adet geciktiren hapların tıptaki kullanım amacı nedir?
 Prof. Dr. Cemil AKGÜL: Adet geciktirmek ya da daha az sayıda adet görmek isteyen kadınlar eğer oral kontraseptif (Doğum kontrol hapı) kullanabiliyorlarsa 21 tabletten sonra ara vermeden ikinci kutuya başlayarak adetten sakınmış olurlar ancak doğum kontrol haplarının sık görülen bir yan etkisi olan lekelenme kanamalarıdır. Lekelenme kanamaları hac ziyareti yapanlarda kabul edilebilir bir yan etki olmayabilir. Bu yan etkinin ilaca yeni başlayanlarda daha sık görüldüğü bilinmekle beraber kimlerde gerçekleşeceği öngörülememektedir.
           Adet geciktirmek için ikinci bir seçenek ise tahmini adet başlangıcından 3-7 gün öncesinden başlanan yalnızca progesterone içeren ilaçlardır. Sınav, balayı, tatil gibi sosyal nedenlerle kullanımı çok yaygındır. Genellikle kısa süreli kullanıldığından yan etki görülme olasılığı oldukça azdır ve genellikle kullananlar memnundur.
Doğum kontrol hapları gebelikten korunma, adet düzensizliği, yumurtalık kistleri, hormon eksikliği gibi birçok tıbbi nedenlerle kullanılır.
Progesteronlar ise aşırı adet kanaması, hormon desteği, düşük tehdidi, adet düzensizliği gibi bir çok sebeplerle kullanılır. 
      Soru: Bu ilaçların içerikleri aynı mıdır.?
      Piyasada mevcut ilaçların (Progesterone) etken maddeleri arasında etkinlik farkları olmakla birlikte gün içinde alınan tablet sayısı artırıldığında bu fark önemsenmeyecek düzeylere çekilmiş olur.
Doğum kontrol haplarının da içerikleri değişik olsa da medikal etkileri arasındaki fark oldukça önemsizdir. 
      Soru: Doktor kontrolü olmadan alınıp kullanılabilir mi?
Hayır
       Soru: Alınan bu ilaçlar her bünyede istenen sonucu verir mi?
Bu ilaçların kullanılmasında sakınca olmayanlarda beraberinde etkileşebilecek başka bir ilaç almayanlarda uygun dozda ve sürede kullananlarda aynı sonuca ulaşılması beklenir.
      Soru: Yan etkileri var mıdır? Varsa en çok hangi durumlarda görülebilir?
Genellikle kısa süreli kullanıldıklarından (progesterone) yan etki görülme olasılığı azdır ve görülse de yan etkiler kolayca tolere edilebilir. Göğüs ağrısı, şişkinlik, iştah artışı gibi yan etkiler görülebilir. Doğum kontrol haplarının yan etkileri bulantı, baş ağrısı gibi hafif ve sık yan etkileri dışında nadir fakat ciddi olan inme, akciğer embolisi ve bacak damarlarında pıhtılaşama gibi komplikasyonlar da görülebilmektedir.
 Ancak adet geciktirmek için genellikle yalnızca progesterone içeren ilaçlar kullanıldığından yan etkiler nadiren ve nispeten hafif olarak görülmektedir.
       Soru: Bu ilaçları kimler kullanamaz? Kullanması sakınca oluşturan durumlar olabilir mi?
Progesterone Aktif karaciğer hastalığı, damar tıkanıklığı ve gebe olanların kullanması sakıncalıdır. Doktor önerisiyle alınmalıdır. Doğum kontrol haplarının doktor kontrolünde başlanması gerekir.
        Soru: Kısa süreli kullanımlar ile uzun süreli kullanımlar arasında, yan etkiler açısından bir fark var mıdır?
Yalnızca progesteronun uzun süre kullanılması pratik bir uygulama değildir ve kanama koplikasyonlarıyla karşılaşılabilir. Adetler birkaç ay önceden seyahat tarihine göre ayarlanarak kısa süreli kullanım sağlanabilir.
        Soru: Bir hafta, on-onbeş gün hac yada umre yapacaklar için bu ilaçlar verilebilir mi? Ne tavsiye edilebilir? 
Belirtmiş olduğunuz kısa süreler için kullanım mümkündür ancak hac seyahatinden birkaç ay önce jinekoloğa başvurulursa adetler manipüle edilerek kutsal seyahat sırasında ilaç kullanma gereksinimi ortadan kaldırılabilir.
        Soru: Hanımların hac ibadeti esnasında kullandıkları bu materyaller sebebiyle karşılaştıkları olumsuzluklar ne anlama geliyor?
Kullanım yanlışlıkları ya da ilacın unutulması gibi durumlarda kanama olabilir bu durumda eğer zaman sıkıntısı varsa sonuç hüsran olabilir. Kanama durumunda kanamayı durdurmak bazen mümkün olamaz fakat doktora başvurulursa başka ilaç takviyesiyle kanama durdurulabilir.
        Soru: Uzun süreli giden hanımlardan bazıları yolculuğa çıkmadan çok öncesinde bu ilaçları almaya başlamaktadırlar. Orada kaldıkları bir ay boyunca da bu ilacı kullanmaya devam etmektedirler. Bu tür kullanım yanlış mı? İki âdetin ertelenmesi söz konusu.
Avrupa ve Amerika’da yıl içinde yıl içinde adet kanamasını azaltmak için 3 ay boyunca kullanılan ilaçlar mevcuttur böylece 2 adet atlamak mümkündür ancak ülkemizde bu preparat henüz mevcut değildir. Doğum kontrol hapları bu amaçla iki kutu arasında ara vermeden kullanılabilir fakat kanama komplikasyonu daha fazla olacaktır, bu da istenmeyen bir durumdur. Ayrıca yalnızca tavaf sırasında adetsiz olmak yeterliyse aylarca bu ilaçları kullanmak pratik bir uygulama değildir. Tekrar ifade etmek gerekirse seyahat tarihlerine göre adet birkaç ay öncesinden ayarlanarak hac vazifesinde ilaç kullanmak gereksinimi ortadan kalkacaktır. Ya da kısa bir süre kullanarak ibadet için yeterli bir süre sağlanacaktır.
         Soru: Sağlıklı bir kullanım biçimi ve süresi var mıdır.?
Tahmini adetten 7 gün önce başlanarak adet görmek istemediği süre kadar kullanması doğru bir uygulama olacaktır.
          Soru: Gerçekten de tamamen yasaklamayı gerektirecek bir durum var mı?
Hayır. Doğru (hekim kontrolünde) kullanıldığı takdirde herhangi bir olumsuz bir durumla karşılaşmak olası değildir. 
          Soru: Bu kullanımların benzeri ve farklı sebeplerle tekrarının bir riski var mıdır?
Hayır
          Soru: Bu ilaçları kullanan fakat hiçbir sorunla karşılaşmayanlarda ilerde herhangi bir sorun oluşabilir mi?
Hayır
          Soru: Gerçekten de bizim çok korkup sakınmamız gereken bir husus mudur?
Kesinlikle hayır. Bu ilaçların kontrolsüz olarak kullanılmasını önermiyoruz eğer hekime başvurulursa hem seyahat sırasında kendini gösterecek başka hastalıklar saptanabilir böylelikle tedavisi yapılmış olur ve kişiye uygun bir yöntem seçilir.
           Prof. Dr. Cemil AKGÜL (İ.Ü. Tıp Fak. Kadın Doğum ABD Öğrtim Üyesi)
***   ***    ***    ***    ***    ***  ***   ***    ***    ***    ***    ***  ***   ***    ***    ***    ***    ***  ***   ***    ***    *** 
            Hazret-i Âişe validemiz (ra) anlatıyor: “Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm ile birlikte Hac maksadıyla yola çıktık. Serif denilen yere geldiğimizde ben aybaşı oldum. Ağlıyordum. Resûlullah Efendimiz (asm):
“Ne oldu sana? Aybaşı mı oldun?” buyurdu. Ben de:
“Evet!” diye cevap verdim. Resûlullah Efendimiz (asm) şöyle buyurdu:
“Bu, Allah’ın (cc) Âdem’in kızlarına takdir buyurduğu fıtrî bir şeydir. Kâbe’yi tavaf hariç haccın bütün icaplarını yerine getir.”(1)
              Hazret-i Âişe validemiz (ra) anlatmıştır: Huyeyy’in kızı Safiyye (ra) Mina günleri esnasında hayız gördü. Ve bu durum Resûlullah’a (asm) bildirildi. Resûlullah Efendimiz (asm):
 “Bizi bekletecek mi?” buyurdu.
 “O, ziyâret tavafını yapmıştır” dediler. Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm): “O halde mesele yok!” buyurdu.(2)
             İbn-i Ömer (ra) demiştir ki: “Her kim Beytullahı haccederse, onun haccının sonu Beytullahı vedâ tavafı olsun. Ancak hayız gören kadınlar müstesnâdır. Çünkü Resûlullah (asm) onların vedâ tavafı yapmadan Mekke’den ayrılmalarına ruhsat vermiştir.”(3)
             Hazret-i Âişe (ra) bildirmiştir: “Hayız gördüm. Ve bunun üzerine Resûlullah (asm), Beytullahı tavaftan başka haccın bütün gereklerini yapmamı emretti.”(4)
             Hadislerden anlaşılıyor ki, hac esnasında âdet gören kadın Kâbe’yi tavaftan başka haccın bütün gereklerini yerine getirir. Farz olan ziyâret tavafını (yani Arafat’ta vakfeden sonra yapılması farz olan tavafı) ise temizlendikten sonra yapar. Eğer kurban bayramı günlerinde (yani ziyâret tavafı günlerinde) temizlenemezse, ziyâret tavafını bayramdan sonra temizlendiği gün yapar. Böylece haccı tamam olur. Böyle kadınların âdetten dolayı ziyâret tavafını geciktirmesinde hiçbir sakınca yoktur.
              Kadının, âdetinden önce davranarak, farz olan ziyâret tavafını yapıncaya kadar ilâç kullanıp âdetini geciktirmesinde de bir sakınca yoktur. Ziyâret tavafını yaptıktan sonra âdet görmekte ise, haccın sıhhatine zarar gelmez.
 Bayanların Ravza-ı Mutahhara Ziyaret Saatleri 
Sabah: 07.00 11.00 Öğle : 13.30 15.30 Akşam: 21.30 23:00
Dipnotlar:
1- Nesâî, Hayız, 1; Buhârî, Hayız, 1.
2- Tirmizî, Hac, 97/949.
3- Tirmizî, Hac, 97/950.
4- Tirmizî, Hac, 98.
Umre Yasakları Ve Öneriler
 
 
           İhrama giren kimse için bazı iş ve davranışlar yasaktır. Bunlara “ihram yasakları” denir. Bu yasaklar ihrama girildiği andan, yani niyet ve telbiye anından itibaren başlar, ihramdan çıkıncaya kadar devam eder. İhramlı kimsenin “ihram yasakları” na uyması vaciptir. Yasakları ihlal edenlere, yasağın çeşidine ve ihlal biçimine göre değişen cezalar gerekir.
 
İhramlı için yasak olan şeyler şunlardır:
 
– Cinsel ilişkiye girmek veya sevişmek, öpüşmek, oynaşmak…. Gibi cinsel ilişkiye götüren davranışlarda bulunmak. Şehevi duyguları tahrik edici şeyleri konuşmak.
– Tırnak kesmek, saç sakal tıraşı olmak, vücudun herhangi bir yerindeki kılları koparmak veya kesmek, saç sakal ve bıyıkları yağlamak, boyamak, saçlara biryantin veya jöle sürmek, kadınlar oje ve ruj kullanmak, vücuda veya ihram örtüsüne koku sürmek ve parfüm kullanmak.
– Elbise giymek, başı ve yüzü örtmek, eldiven, çorap, topuklu ayakkabı giymek. Kadınlar normal giysilerini çıkarmazlar. Ancak ihram süresince yüzlerini açık bulundururlar.
– Harem denilen bölgenin (Mekke ve çevresinin) bitkilerini kesmek, koparmak. (Harem bölgesinin bitkilerini kesmek, koparmak ihramsız olanlar için de yasaktır.)
– Başkalarına zarar vermek, kavga etmek, sövmek, kötü söz ve davranışlarda bulunmak.
İhramlı için şunlar yasak değildir: 
 
            İhramlının yıkanması, kokusuz sabun kullanması, diş fırçalaması, diş çektirmesi, kırılan tırnağı ve zarar veren bir kılı koparması, kan aldırması, iğne yaptırması, yara üzerine sargı sardırması, kol saati, yüzük ve bilezik takması, kemer kullanması, omuza çanta asması, yüzü ve başı örtmeden üzerine battaniye, pike ve benzeri şeyler alması, palto ve benzeri giysileri giymeksizin omuza alması yasak değildir.
 
           Telbiye ve tekbirleri tek rakamlarla (üçer, beşer, yedişer… vs) getirmesi daha uygundur. Kâbe’ye gelene kadar telbiye getirir. Kâbe’nin önüne gelene kadar kafasını kaldırıp bakmaz, Kâbe bütün ihtişamı ile karşısına çıktığı zaman kafasını kaldırır ve dua eder.
 
            Hacer-ül Esved’in olduğu köşeye gelinir, çizginin üzerinde tavaf için niyet yapılır. “Allah’ım senin rızan için umre tavafını yapmak istiyorum. Bana kolaylık ver ve kabul buyur.” Tavaf Hacerü’l Esved’in köşesinde başlayıp yine aynı köşede tamamlanmak üzere Kâbe’nin etrafını samimi duygular içinde yedi defa dolaşmaktır. Bu dolaşmanın her birine ŞAVT adı verilir.
 
            Tavaf Hacerü’I-Esved’de başlar, Hacerü’l-Esved’de biter. Umre Tafavının ilk üç şavtında Remel vardır. Remel kısa adımlarla, hafif koşar vaziyette omuzları silkeleyerek çalımlıca yürümektir. Hanımlar remel yapmazlar. Izdıba ise ihramlının tavaf sırasında sağ omzunu açmasıdır, sünnettir. Tavafa başlarken ve her şavtın bitiş hizasına gelince sağ el kaldırılır hafifçe Hacer-ül Esved’e dönülüp Bismillahi Allahü Ekber denilerek istilam edilir. Eğer izdiham yoksa başkasına zarar verilmeyecekse Hacer-ül-Esved öpülür. Tavaf’da insanlar dua kitabındaki tavaf dualarını veya içinden geçen duaları veya Kur’an-ı Kerim okuyabilirler. Tavaf bittiğinde Makam-ı İbrahim’de iki rekât tavaf namazı (Kerahat vakti değilse) kılar. Birinci rekâtta Kafirun, ikinci rekâtta İhlâs sureleri Fatiha’dan sonra okunur. Daha sonra Kâbe’nin kapısının bulunduğu yerde (Buraya Mültezem adı verilir) Mültezem duası okunur.
 
             Mültezem’den sonra altınoluğun altında bulunan ve bir yay şeklinde duvarla çevrilmiş olan “HATİM” denilen yerde en az iki rekât namaz kılınır. Burası Kâbe’nin içinden sayıldığından dolayı burada kılınan namaz Kâbe’nin içinde kılınmış gibi olur. Namaz kıldıktan sonra Hatim’de okunacak duayı okur. Sonra bolca zemzem içilir. Mümkün olursa yeri ıslatmadan üzerimize ve bedenimize dökeriz. Sonrada zemzem duasını okuruz.
 
              Say Safa ile Merve tepeleri arasında yapılan yürüyüşe denilir. Bu yürüme Safa’dan Merve’ye dört, Merve’den Safa’ya üç geliş şeklindedir. Say Safa tepesinde başlar, Merve tepesinde biter. Safa’dan Merve’ye bir gidişe şavt denir. Bir say ise 7 Şavttan meydana gelir. Tekbir, Tehlil, Hamd ve salâvat getirerek Safa tepesine çıkılır ve Kâbe’yi görecek bir yerde durulur. Ve Umre sayı için niyet edilir.
 
              “Allahım senin rızan için Safa ve Merve arasında yedi Şavt umre sayımı yapmak istiyorum. Bu ibadeti bana kolay kıl ve kabul eyle” diyerek Say’a başlanır. Sonra Safa tepesinden Merve tepesine doğru yürümeye başlar. Dua kitabındaki say dualarını veya bildiği başka duaları okur. Tekbir, Tehlil, Salâvat ve Hamd getirir. Safa-Merve arasındaki iki yeşil direk arasına geldiğinde “”HERVELE” yapılır. Hervele süratli çalımlı ve canlı şekilde yürümenin adıdır. Bu Hz. Hacer validemizin hatırasını canlandırmak için yapılır.
 
             Hervele say’ın her şavtının sünnetidir. Yedinci şavt Merve’de tamamlanınca say duası yapılır. Say tamamlandıktan sonra, erkekler saçlarını dipten tıraş ederler veya kısaltırlar. Kadınlar ise saçlarından bir miktar keserler Saçları dipten tıraş etmeden veya kısaltmadan erkekler sakal tıraşı olamazlar. Elbiselerini giyemezler ve diğer ihram yasaklarını yapmazlar. Çünkü gerek erkekler gerekse kadınlar için tıraş olmadıkça ihramdan çıkılmış ve ihram yasakları kalkmış olmaz. Tıraş olduktan sonra ihramdan çıkılmış olur.
KABENİN ÖRTÜSÜNÜN HAZIRLANMASI

       Kabe’nin kumaşı bir seferde siyahlaştırılmıyor. Önce kırmızı, ardından yeşile boyanan kumaş daha sonra siyaha boyanıyor. Kabe örtüsünde siyah dokuma kabartmalar da bulunuyor. Bu kabartmalarda Allah’ın 99 isminin yanı sıra, kelime-i tevhid, tesbih ifadeleri yer alıyor. Kabe örtüsünün üstten üçte birlik bölümünde ise 47 metre uzunluğunda kuşak bulunuyor. Burada Hac ibadeti ile ilgili Kur’an ayetleri bulunuyor. Bu ayetler altın suyuna batırılmış gümüş ipliklerle işleniyor.

 Kâbe, mü’minlerin ruhunda dinî vecd ve huzur uyandıran mukaddes bir mâbed hüviyetini dâima muhafaza etmiştir. Bu sebeple Kâbe’ye bakmak dahi bir nevi ibadet olarak zikredilmektedir.İnsanın içinde kalbin yeri ne ise kâinatta da Kâbe’nin yeri odur. Başka bir tabirle Kâbe kâinatın kalbidir. Etrafında dalga dalga tavaf eden mü’minler o kalbin atışlarını ifade etmektedir. Kâbeyi tavaf eden her mü’min az çok bir vecd ve azamet hissetmektedir. el-Batanunî, er-Rihla el-Hicaziyye adlı eserinde bu duygularını şöyle dile getirmektedir:

“Önünde en büyük ruhların bile nihayet hiç oldukları mutlak kudretin bu heybetli hâkimiyeti ve ulvî şa’şaası karşısında bütün cemaat, en derin bir huşû içerisinde toplanmış bulunuyordu. Eğer namaz esnâsında vücutların hareketini ve dua esnasında da ellerin kalkışını görmeyip, mırıldanılan sözlerin fısıltısını da duymasaydık ve bu sonsuz azametin huzurunda kalplerin çırpıntısını işitmeseydik, kendimizi bam başka bir âleme ve hayata geçmiş sanacaktık.“Hakikatte biz o dakikada bam başka bir âlemde bulunuyorduk. Allah’ın evinde ve Allah’ın hemen huzurunda idik. Başımız eğik, dilimiz tutuk idi. Eller göklere açılmış, gözlerimiz yaş ile, gönüllerimiz huşu ile ve içimiz de iyi ve temiz duygular ile doluydu.”

Bir başka ifadesinde “Mekke Onun kudret ve iradesinin burcu ve vahyinin nâzil olduğu makamdır ve Kâbe Onun mâbedi ve azamet ve inayetinin mahallidir” demektedir.

Kâbe’ye olan bu hürmet duygusu Kâbe’ye libas giydirmekle tezahür etmiştir. Kâbe’ye ilk örtüyü örten hakkında farklı rivâyetler bulunmaktadır. İlk örtüyü örtenin Hz. İsmail (a.s.) olduğu rivâyet edilmekle birlikte, Yemen krallarından Es’ad Ebû Kerîb’in Kâbe’ye ilk örtüyü örttüğü daha yaygın ve daha meşhurdur.Rivayete göre, Es’ad Ebû Kerîb bir defasında Mekke tarafından seyahat etmiş, Mekke’de altı gün ikameti sırasında kurbanlar kesmiş, Mekke halkına ve fakirlere dağıtmıştır. Mekke’de iken bir gece rüyasında Kâbe-i Muazzamaya kisve giydirdiğini görmüş. Sabahleyin rüyasını tahakkuk ettirerek, gecede rüyasında gördüğü kumaştan bir kisve giydirmiştir. İkinci gece bir başka kumaş giydirdiğini, üçüncü gecede yine başka bir kumaş giydirdiğini görmüştür. Her sabah rüyasında gördüklerini tahakkuk ettirmiştir. Böylece Kâbe’ye ilk örtüyü örten olarak tanınmıştır. Hatta bu sebeple Peygamber Efendimiz (a.s.m.) Es’ad Ebu Kerîb’i kasdederek “Tubbaa sebbetmeyiniz, çünkü o ehl-i tevhiddir” buyurmuşlardır.

Hz. Peygamberin de (a.s.m.). Kâbe’yi örttüğüne dair birçok rivayetler vardır. Rivayetlere göre Cahiliyye döneminde yünden yapılmış kumaşlarla Kâbe örtülürdü. Hz. Peygamber (a.s.m.) Yemen kumaşından bir kumaş ile Kâbe’yi örttü. Hz. Ömer ve Osman da Mısır’ın ince kumaşından bir örtü ile örttüler.Rivayetler Resulullahın (a.s.m.) Kâbe’yi kumaşla örttüğünde müttefiktir. Ancak kumaşın cinsinde farklı görüşler bulunmaktadır. Fakat hadis şârihleri, Resulullahın (a.s.m.) farklı zamanlarda, hadislerde rivayet edilen farklı kumaşları örtmüş olabileceğini ifade ederler.Asr-ı Saadette halifeler devrinde senede bir defa Kâbe’nin örtüsü değiştirilirdi. Hz. Muaviye bunu senede iki defaya çıkarmış, Me’mun ise senede üç defa Kâbe’nin örtüsünü yenilemiştir.

Arefe’den bir gün önceki Terviye gününde kırmızı kumaşla, Receb’in birinci gününde Kabatî denilen bir kumaşla, Ramazan’ın yirmiyedinci gününde ise beyaz bir kumaşla örterdi.Fatimîler zamanında beyaz kumaştan örtü giydirilirdi. Sultan Mahmud Sebük Tekin sarı bir örtüyle Kâbe’yi örtmüştü. Abbasilerden Halife Nasır zamanında Kâbe yeşil örtüyle örtüldü. Daha sonra aynı Halife zamanında siyah renge değiştirildi. Kâbe’nin örtüsü olarak bu siyah renk zamanımıza kadar devam edegelmiştir. İslâm tarihi boyunca Kâbe örtüsü ihmal edilmemiş; hatta Hicrî 750 tarihlerinde Salih İsmail bin Nasır, Kâhire civarında bir köyü Kâbe örtüsü için vakfetmiş ve bu vakfın gelirinden örtü her sene yenilenmiştir.

Rivayetlerde Kâbe’nin örtüsü Hz. Ömer zamanında her sene yenilendiği ve eski örtü ise hacılar arasında taksim edildiği nakledilmektedir.Bugün ise Cidde ile Mekke arasındaki eski otoyoldan gidenler Mekke girişinde 100.000 metrekarelik geniş bir sahaya yayılmış ayrı ayrı yerlerde binalar görürler. Bu binalarda, 300 kadar işçi ve sanatkâr, çok mübarek bir iş üzerinde çalışırlar. Bu, Kâbe-i Muazzama’yı örten büyük kumaş parçası “kisve” dir.1962 yılına kadar Kâbe’nin örtüsü Mısır’da imal edilirdi. Daha sonra Kral Suud, Mekke’de bir kisve fabrikası kurulmasını temin etti. Kâbe örtüsü bugün bu fabrikada, maharetli ustalar, dokumacılar, hattatlar ve teknik uzmanlar tarafından imal edilmektedir. Kisve için her yıl (1988’e göre) 24 milyon riyal ayrılır. 670 saf beyaz ipeğin kullanıldığı örtü için 720 kilogram boya ve asit kullanılır. Kisve 47 parçadan meydana gelir. Her bir parça 14 metre uzunluğunda ve 95 santimetre genişliğindedir. Örtünün toplam ebadı 650 metrekareyi bulur. 16 parçadan oluşan kuşak 45 metredir. Her 4 köşesinde İhlâs Sûresi altınla işlenmiştir. Kuşağın altındaki panellerde başka âyetler yazılmıştır. Siyaha boyanan ipeğin üzerinde 120 kilogram altın ve gümüş kullanılmıştır. Altının gümüşe nispeti 1’e 4’tür.Kisvenin dokunması, boyanması, işlenmesi yaklaşık 1 yıl alır. Hacdan bir ay önce kisve tamamlanarak eş-Şaibi ailesine teslim edilir. Kâbe ikinci defa yıkanırken de örtü eskisiyle değiştirilir. Eski kisve parça parça kesilerek Müslümanlara dağıtılır.

Not: Mescid-i Haram’da, Kabe örtüsünde ve Mescid-i Nebevi’de yazılı olan Sure ve ayetlerle ilgili aşağıdaki makaleyi okumanızı tavsiye ederiz.

Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi’deki ayetler

Başta tarihî yapılar olmak üzere çeşitli sanat eserlerini âyetlerle bezeme geleneği Kur’ân kültürümüzün önemli bir parçasıdır. Edebiyatta olduğu gibi, sanat eserlerinde de âyet, hadis ve kelâm-ı kibâr iktibas edilmekte ve bu ibarelerin, yapıda mücevher gibi parladığı ve yapıya sanatkârane bir nitelik kazandırıp değer kattığı düşünülmektedir.

Peki, sanat eserlerinde Kur’ân’dan iktibaslar yapılırken, yani, başta binalar olmak üzere her tür sanat eseri âyetlerle bezenirken, nelere dikkat edilmektedir? Bu yazıda söz konusu soruya sadece Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevî çerçevesinde cevap arayacağız.

Fazîleti hakkında hadis bulunan âyet ve sureler

Fazîleti hakkında hadis bulunan âyet ve surelere hemen her yapıda olduğu gibi, kutsal topraklardaki yapılarda da rastlanır: âyet ve sure başlarında olduğu gibi, müstakil olarak da rastlanan Besmele’ye ek olarak, âyete’l-kürsî, İhlâs ve Fâtiha sureleri hemen her yerde karşımıza çıkar.

Mescid-i Nebevî’nin -eski kısım- kubbe eteklerinde En’âm, Kehf, Meryem, Müzzemmil, Müddessir, YâSîn, Duhâ, Cum’a, Rahmân, Şems, Leyl, Tebâreke/Mülk, ‘Amme/Nebe’, İnşirah, Tekâsür, Feth, Kadr, ‘Alâk, Âmene’r-Rasûlü, İhlâs, Mu’avvizeteyn, Fâtiha, ElifLâmMîm zâlike’l-kitâb… (1-5. âyetler); Mescid-i Nebevî -yeni kısım- kuşağında Nasr, Vâkı’a, Cum’a, Tebâreke, Muhammed, YâSîn, Duhān, Hucurât, İnşirâh, İhlâs, Mu’avvizeteyn; Kubâ mescidi kubbe eteklerinde ise, Fetih suresinin bir kısmı, Hucurât, Cum’a, YâSîn, Kadr ve Rahmân sureleri, Ve âtâküm min külli mâ seeltümûh… (İbrâhim 14/34), Nasr, Asr, Kevser sureleri, duvarlarında ise, âyete’l-kürsî, Huva’llāhüllezî ve Âmene’r-rasûlü yazılıdır.

Bu üç mâbed, fazîleti hakkında hadis bulunan âyet ve surelerin hemen tamamını kapsaması bakımından da dikkat çekicidir. Türkiye’deki yapılarda, büyük yer kaplamalarından dolayı, bunların -bırakın tamamını- sadece Fetih suresinin tamamen yazıldığına bile nâdiren rastlanır.

Kur’an-ı Kerim’le ilgili âyetler de bu kapsamda değerlendirilebilir. Örneğin Ravza-i Mutahhara’da ön cephesindeki Zâlike min enbâi’l-ğayb nûhīhâ ileyk… (Âl-i İmrân 3/44) ve Fe-izâ kara’te’l-Kur’âne… (Nahl 16/98), Lâ ye’tîhi’l-bâtılü min beyni yedeyhi ve lâ min halfih… (Fussilet 41/42) âyetleri…

Yapı, yapının inşâsı veya fonksiyonu ile doğrudan ilişkili âyetler

Yapıya, kendisiyle doğrudan ilişkili âyet yazılmasına en güzel örnek: Kâbe örtüsüne, kilit ve anahtarlarına Kâbe’nin inşâsı, ilk mâbed oluşu, kıble oluşu, haccedilmesi gerektiği ve Kâbe’ye güvenlik ve esenlik içinde girileceği çerçevesindeki âyetlerin yazılması; Kâbe kilit ve anahtarlarına feth : “açma” fiilinin geçtiği İnnâ fetahnâ lek (Feth 48/1), anahtar kelimesinin geçtiği Ve ‘indehû mefâtihu’l-ğayb.. (En’âm 6/59) âyetlerinin, Kâbe’nin Safâ-Merve çıkışındaki Osmanlı revakları ile Safâ tepesi üzerindeki yeni kubbe eteğine inne’s-Safâ ve’l-Mervete… (Bakara 2/158) âyetinin; Makam-ı İbrahim’e ve’ttahizû min makāmi İbrâhîme musallâ (Bakara 2/125) âyetinin, Kubâ mescidine -hem mihrabın üstüne hem de dışarıda bir taş sütuna- bu mescidle ilgili: le-Mescidün üssise ‘ale’t-takvâ… (Tevbe 9/108) âyetinin, Kıbleteyn mescidi mihrabına Kad nerâ… (Bakara 2/144) kıble âyetinin yazılmasıdır.

Yapının bânîsini -ya da o mekânda yaşamış veya defnedilmiş birini- doğrudan ya da dolaylı ilgilendiren âyetler

Örneği: Kâbe örtüsüne Hz. İbrahim’e insanları Kâbe’ye davet etmesi ve oğlu ile birlikte Kâbe’yi inşâ edişleriyle ilgili âyetlerin, Mescid-i Harâm’ın -Osmanlı ve daha önceki dönemlerden kalma- kapılarına bunları inşâ eden şahıslarla ilgili âyetlerin, Mescid-i Nebevî’nin kıble duvarına, Hücre, minber vb. örtülerine Hz. Peygamber’le (onun peygamberliği, ümmeti için model teşkil ettiği, onun üzerinde titremek (salâtüselâm etmek) gerektiği vs. ile) ilgili -bilhassa Muhammed ve Nebî lâfızlarını içeren- âyetlerine, Hücre’nin arka duvarına Ve sîka’llezîne’ttekav Rabbehüm ile’l-Cenneti zümerâ (Zümer 39/73) âyetinin, Ravza ön duvarına: bu mescidde Hz. Peygamber’le birlikte İslâm devletinin temellerini atan Ashâb-ı Kirâm’la ilgili Muhammedün rasûlû’llāh ve’llezîne ma’ahû… (Feth 48/29), Kayıtbay ve Kanuni mihraplarına, yine Sahabîlerin vasıflarından söz eden et-Tâibûne’l-‘âbidûne… (Tevbe 9/112) âyetinin yazılması; Mescid-i Nebevî’nin Kadınlar kapısına Ve men yaknüt minkünne… (Ahzâb 33/31-34) âyetlerinin, Cibrîl kapısına Fe-inna’llāhe hüve mevlâhu ve Cibrîl… (Tahrîm 66/4) âyetinin yazılması…

Bunun enfes örneklerinden biri de Kanuni Sultan Süleyman’ın Kâbe’ye hediye ettiği şâhane minbere İnnehû min Süleymâne ve innehû Bismi’llâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm âyetinin yazılmasıdır. İnnehû min Süleymân… ibaresi esâsen Hz. Süleyman’ın Sebâ kraliçesine yazdığı mektupla ilgilidir; ancak minbere yazılmakla innehûdaki zamirin mercii değiştirilerek âyet “Bu minber Kanuni Sultan Süleyman’dan Kâbe-i Muazzama’ya bir hediyedir.” mânasında iktibâs edilmiş olmaktadır. Mâlum, bir yere âyet/hadis yazılırken, -tıpkı edebiyattaki iktibaslarda olduğu gibi- cümlenin aslî mânasında alınması şart değildir.

Yapının herhangi bir biriminin fonksiyonuna ilişkin âyetler

Örneği: Ravza-i Mutahhara’daki üç mihraba kıble âyeti olan Kad nerâ… fe-velli vechek.. (Bakara 2/144) âyetinin yanı sıra, Kanuni ve Kayıtbay mihraplarına mihrap kelimesini içeren Küllemâ dehale aleyhâ Zekeriyye’l-mihrâb (Âl-i İmrân 3/37) ifadesinin yazılması.

İkinci olarak; sultan/halîfe adına hutbe irad edilen minberler siyasî bir niteliğe de sahip olduğu için, minber kapılarına, devletin temel akīdesini yansıtan Kelime-i Tevhid yazılması gelenekselleşmiştir. Mescid-i Nebevî’deki III. Murad minberinin girişinde de Kelime-i Tevhid yazılıdır. Minberlerin Cuma namazıyla bağlantısı düşünüldüğünde, Cuma suresinin Cuma namazını konu alan âyetlerinin; minberde irad edilen hutbelerde Hz. Peygamber’e salâtüselâm getirildiği düşünüldüğünde ise, İnna’llāhe ve melâiketehû yusallûne ‘ale’n-Nebiyy… (Ahzâb 33/56) âyetinin yazılış amacı anlaşılır.

İslâm’ın temel akîdesini yansıtan âyetler/ibareler

Hemen her yerde karşılaşılabilen Kelime-i Tevhid devletin İslâmî niteliğini vurgulamakta; Kâbe örtüsü, Mescid-i Haram revakları vb. yerlerde rastladığımız Ebu Bekr, Ömer, Osman, Ali isimleri, bilhassa Kâbe örtü zemînindeki -hiçbir Sahabîyi dışlamadan hepsini sahiplenen- Radıya’llāhu ‘an Ebî Bekr ve ‘Ömer ve ‘Osmân ve ‘Alî ve ‘ani’s-sahābe ecma’īn : “Allah Ebu Bekr, Ömer, Osman, Ali ve bütün Ashâb-ı Kirâm’dan razı olsun.” ibaresi, devletin Sünnî karakterini yansıtmaktadır.

Kâbe kuşaklarında yazı aralarında rastladığımız Kul küllün ya’melü ‘alâ şâkiletih… (İsrâ 17/84) âyetiyle, bütün dinlerin bir kıblesinin olduğu, herkesin -bilhassa kıble çerçevesinde- kendi değer yargılarına göre hareket ettiği, ama sonuçta kimin doğru yolda olduğunu sadece Allah’ın bildiği belirtilmektedir.

Yapının kendisine benzetilebileceği nesnelerden bahseden âyetler

Yapı bütünüyle bir şeye benzetilebiliyor ve bunun hakkında âyet bulunuyorsa, yapıya bu âyet yazılabilmektedir. Cennetliklere Allah’ın ‘tertemiz bir içecek’ ikrâmı ile ilgili Ve sekāhüm Rabbühüm şarâben tahûrâ (İnsân 76/21) âyetinin Zemzem kuyularına; Cennetlikleri Cennete buyur eden Udhulûhâ bi-selâmin âminîn (Hicr 15/46) âyetinin, -Cennete benzetilen- Mescid-i Nebevî’nin yeni kısmının bütün kapılarına yazılması bunun güzel örneklerindendir.

Bir başka örnek de, herhangi bir yere girişte okunup yazılabilen Rabbi edhilnî… (İsrâ 17/80) âyeti ile mescidleri konu alan Fî büyûtin ezina’llāh… (Nûr 24/36-38) âyeti Mescid-i Nebevî Bâbüsselâm’ına yazılmasıdır:

İlkin, Rabbi edhilnî… (İsrâ 17/80) duasının, putperestlerin Hz. Peygamber’i Mekke’den sürme ya da öldürme teşebbüsleri (17/76) üzerine tavsiye edildiği dikkate alınırsa, duâda “muhrac-i sıdk” ve “müdhal-i sıdk” olarak bahsedilen yerlerin –sırası ile- Mekke ve Medîne olduğu aşikârdır. O zaman, imana kucak açan Medine’deki genel merkezin, yani Mescid-i Nebevî’nin, ilk kapısına bu âyetin yazılmasındaki sır da ortaya çıkmaktadır.

İkinci olarak; -Allah’ın nûrunun parıl parıl parladığı ve Allah’ın adının anıldığı büyût “mescidler” ve O’nu sabah-akşam tesbîh eden ricâl : “erler” ile Mescid-i Nebevî ve Ashâb-ı Kirâm’la ilişkisi aşikârdır.

Yapının inşâ ve imarına yönelik âyetler

Sözgelimi Ve mâ tef’alû min hayr… (Bakara 2/197), Ülâike yüsâri’ûn… (Mü’minûn 23/61), Meselü’llezîne yünfikūne … (Bakara 2/261-263), İnnâ lâ nuzī’u ecra men ahsene ‘amelâ (Kehf 18/30) ve bilhassa İnnemâ ya’muru mesâcida’llāh… (Tevbe 9/18) âyetleri hayruhasenâtın Allah rızası için yapıldığına telmîhan infâk, hayrât ve imar çerçevesinde yazıldığı anlaşılmaktadır.

Ziyaretçilere çeşitli mesajlar veren âyetler

Esasen diğer şıkların tamamında belli bir mesaj söz konusu olmakla birlikte, aşağıdaki örneklerde bu daha belirgin ve yoğundur:

Hz. Peygamber’in Hücre-i Mutahhara’sına Yâ eyyühe’llezîne âmenû lâ terfa’û esvâteküm… (Hucurât 49/2-3) âyeti yazılarak “Lütfen sessiz olun!” denmektedir.

Mescid-i Harâm’ın Safa kapısındaki Ve sâri’û ilâ… ve’l-kâzımîne‘l-ğayza ve’l-âfîne ‘ani’n-nâs va’llāhu yuhibbü’l-muhsinîn : (Âl-i İmrân 3/133-35) âyetleri, Cennetin kimler için hazırlandığını hatırlatmakla kalmamakta, öfkeli, hoşgörüsüz, nâhoş hareketlerin sergilenebildiği böyle kalabalık bir ortam için son derece uygun ve gerekli bir ihtardır.

Kâbe örtüsündeki Nebbi’ ‘ibâdî… (Hicr 15/49), Ve izâ seeleke ‘ibâdî… (Bakara 2/186), Ve beşşiri’l-mü’minîne… (Ahzâb 33/47), Men ya’mel sûen… (Nisâ 4/110), Ve innî le-ğaffâr.. (TâHâ 20/82) âyetlerinin yanı sıra, Kâbe kapısındaki Kul yâ ‘ibâdiye’llezîne esrafû… (Zümer 39/53), Ğâfiri’z-zenb, kābili’t-tevb (Gâfir 40/1-3), Ketebe Rabbüküm ‘alâ nefsihi’r-rahme (En’âm 6/54) âyetleri ile Allah’ın engin rahmeti vurgulanarak ümitsizlik reddedilmekte; Mescid-i Nebevî’nin Kadınlar Kapısındaki Ve men yaknüt… (Ahzâb 33/31-34) âyetleriyle -Peygamber hanımları özelinde- mümin kadınlara birtakım tavsiyelerde bulunulmakta; yine aynı yerdeki Li’r-ricâli nasīb… (Nisâ 4/33) âyetiyle kadınlara ve erkeklere, kadın ve erkek olarak kendi rollerini oynamaları, birbirlerinin özelliklerine göz dikmemeleri salık verilmekte; Kubâ mescidindeki ElifLâmMîm zâlike’l-kitâb… (Bakara 2/1-5) âyetleriyle felâha ereceklerin kimler olduğu, dış pencerelerdeki Ve sâri’û ilâ mağfiratin min Rabbiküm ve Cennetin (Âl-i İmrân 3/133) ifadesiyle insanlar ibadete teşvik edilmekte; Kanuni ve Kayıtbay mihraplarındaki et-Tâibûne’l-‘âbidûn… (Tevbe 9/112), Kul sadaka’llāh… (Âl-i İmrân 3/95), İnne evle’n-nâs… (Âl-i İmrân 3/68) âyetleri ve Kâbe örtüsündeki Kureyş suresi ile ziyaretçilere bir müminin taşıması gereken sıfatlar ve Allah’a -Hz. İbrahim’in yolundan giderek- kulluk etmeleri gerektiği hatırlatılmaktadır.

Sonuç olarak;

Mimarîde Kur’ân iktibas etme geleneğinde, kuşak yazılarını bir tarafa bırakırsak, kısa, özlü ve etkileyici âyetlerin tercih edildiği görülmektedir. Bu âyetler genelde Yüce Allah’ı vecîz bir şekilde tasvîr etmekte, Kur’ân’ı özetlemekte ve İslâm’ın temel inançlarını özlü biçimde yansıtmaktadır.

Herhangi bir âyetle

1 Yapının veya yapıdaki herhangi bir birimin fonksiyonu ve

2 Yapının bânisi veya orada medfûn kişiler arasında çok yönlü ve hoş bağlantıların kurulduğu bu gelenekte, âyetlerin asıl mânalarında alınması şart değildir.

Haremeyn-i Şerîfeyn’de yazılı âyet ve surelere gelince, bunlar Mescid-i Harâm, Hz. Peygamber, kıble, hacc, namaz, Allah’ın engin rahmeti, Hz. İbrahim çerçevesinde yoğunlaşmaktadır. Yapılarla âyetler arasında hoş bağlantılar kurulmakta; kutsal mekânlara gelenlere her türlü günaha tevbe etme imkânı bulunduğu hatırlatılmak suretiyle belli bir eğitim – öğretim yapılmaktadır.

Bu gelenek Suûdî Arabistan yetkililerince Mescid-i Haram’da değilse de diğerlerinde sürdürülmüştür: Mescid-i Harâm’ın şu anki 95 kapısından Kral Fahd ve Kral Abdülaziz kapıları gibi ana girişlerine büyükçe kûfî Besmele ve Mescid-i Harâm duvarlarının imkân verdiği hemen her yere, özellikle de revakların birbiri ile buluştuğu müsâit kısımlara kûfî Lâ ilâhe illâllah ve Muhammedün rasûlûllah (ayrı ayrı) cümleleri yazılıdır.

Mescid-i Nebevî’nin yeni bölümünün duvarlarına, Kubâ mescidi duvarlarına ve kubbe eteklerine Türk hattatlara âyet ve sureler yazdırılmıştır. Ancak, -kubbelerin tam ortasına yazılacak yazılar biraz daha ustalıklı/dairevî bir istif gerektireceği, fazîleti hakkında hadîs bulunan bütün âyetlerin dairevî istifleri bulunmadığı, bu istifleri oluşturmak oldukça meşakkatli bir iş olduğu, kubbe etekleri kubbe merkezlerine göre daha fazla âyet istîâb edeceği için- kubbe ve tavanlara yazma geleneği sürdürülememiştir. Kâbe kapısı, örtüsü ve anahtarı için zaman zaman farklı pasajların tercih edildiği de görülmektedir.

İsm-i Nebî, yani “Muhammed” lâfzının (ayrıca Ebu Bekr, Ömer, Osman, Ali) hemen her yerde, lâfza-i celâlle birlikte yazıldığı bilinmektedir. Nitekim Kâbe örtüsü, Kâbe revakları, Mescid-i Nebevî vb. yerlerde de böyledir. Ancak Kubâ mescidinde, -Hz. Peygamber ve diğerlerinin isimlerini, onlarla tamamen farklı bir ontolojik yapıya sahip bulunan “Yüce” Allah’la eşdeğer tutmamak gerektiği düşüncesiyle- büyükçe “Allah” isminin altına daha küçük Lâtīfun bi-‘ibâdih… (Şûrâ 42/19) âyeti, aynı büyüklükteki Muhammed isminin altına da yine küçük Rasûlûllāh ve’llezîne ma’ahû eşiddâ’ü ‘ale’l-küffâri ruhamâu beynehüm (Fetih 48/29) âyeti yazılmış; böylece “yan yana ve aynı büyüklükte yazılanın, Allah’ın ve Peygamber’in isimleri değil, bu isimlerin geçtiği âyetler olduğu” izlenimi verilmek istenmiştir. Hücre-i Muattara’nın ön duvarındaki Sultan Ahmed’in yadigârı yâ Allah yâ Muhammed ibârelerinin, yâ Allah yâ Mecîd’e dönüştürülmesinde de aynı inancın izleri görülebilir.


🌴Hurma ile İnsan Arasındaki Benzerlikler🌴
 
      Dilimize Farsçadan geçen hurma, Arapçada nakhle olarak bilinir. Allame Nimetullah Cezairi “Envarun Numaniye” adlı kitabında hurmayla ilgili şunu söyler: “Allah(c.c) Hz.Adem’i yaratacağı zaman meleklere Hz. Adem’in toprağını bir eleğe koymalarını emretti. Elendikten sonra saf ve ince olanından Hz. Adem yaratıldı. Elekte geriye kalan kısımdan da hurma yaratıldı. Nakhle “elekte kalan” anlamını taşır. Hz. Adem’in toprağından geriye kalan anlamında hurma ağacına nakhle denmiştir. O yüzden hurma ağacı halamız sayılır” denmiştir.
 
Hurma ağacı incelendiğinde insana ne kadar çok benzediği anlaşılmaktadır. Hurma ağacının insana benzemesi hususunda Peygamber Efendimizin(s.av) de hadis-i şerifleri bulunmaktadır. İbni Ömer anlatıyor:
 
“Efendimizin yanında otururken hurma ağacının özü içi(cummar) getirildi. Efendimiz şöyle bir soru sordu. ‘Ağaçlardan bir ağaç aynen Müslüman adama benzer yaprağı düşmez. Söyler misiniz bana hangi ağaçtır o?’ Orada bulunanlar çöl ağaçlarına daldılar benim aklıma hurma olduğu geldi. Söylemeye niyetlendim ama baktım ki ben orada olanların en küçüğüyüm sustum.Efendimiz buyurdular ki : ‘O ağaç hurmadır’ “(Buhari,ilim14,50;Müslim,sıfatü’l-kıyamet 63; Tırmizi,emsal 79)
 
Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri de, ‘Marifetname’ isimli eserinde canlıların yapı benzerliklerine göre sınıflandırıldığında madenlerle bitkiler arasında ara varlığın mercan, bitkilerle hayvanlar arasındakinin hurma, hayvanlarla insanlar arasındakinin de maymun olduğuna işaret etmektedir. Yani madenlerin en tekemmül etmiş(mükemmel) şekli mercan, bitkilerin hurma, hayvanların maymun ve yaratılanlar arasında en mükemmel varlık ise insan nev’idir., demiştir. Şimdi hurma ile insan arasındaki benzerliklere bir göz atalım;
 
Hurma ile İnsan Arasındaki Şaşırtıcı Benzerlikler :
 
 
       İnsan Gibi Yavruluyor, İnsan Kadar Yaşıyor ve Bir İnsanı Öldüren Darbelere Marûz Kalınca Ölüyor.
Yeryüzünde İnsana En Çok Benzeyen Bir Canlıdan, İnsanoğlunun Halası Hurmadan Bahsediyoruz;
 
. İnsan da hurma da dik ve geniş bir gövdeye sahiptirler. 
 
. İkisinde de erkeklik ve dişilik vardır. 
 
. İkisi de ancak döllenme ile çoğalır ve meyve verir. 
 
. Erkeklik poleni kokusuyla insanın meni kokusu aynıdır. 
 
. İkisinin de kafaları kesildiğinde ölürler. 
 
. İkisinin de kalbi kuvvetli bir darbeye maruz kalırsa ölürler. 
 
. İnsanın cismindeki kıllar ve saçlar gibi hurma ağacında da lifler vardır. 
 
. Farklı çeşitteki hurmaların renkleri farklı ırktan insanların ten renklerine benzer. 
 
. İnsanın şiddetle suya ihtiyacı olduğu gibi onunda çok bol suya ihtiyacı vardır. 
 
. Ömrü ortalama insan ömrü kadardır. 
 
. Yavrulaması insanın ortalama yavru adedine denktir. 
 
. Gençlik ve ihtiyarlık yaşları da insanın yaşlarına benzer.

 
 
🌴Hurmanın Döllenmesindeki Benzerlikler🌴
 
Hurma ile insan arasındaki benzerlikler arasında özellikle hurmanın döllenmesinin ve yavrulamasının aynen insan gibi olması oldukça ilgi çekicidir. Döllenme olayı kış mevsiminde meydana gelir. Erkek hurma ağacından alınan polenler(tal) bir yerde kurutulur. Sonra dişi hurma ağacının tepesinde bir yarık açılmaya başlar. Bu yarık bölgeye belli oranda tal denilen kurutulmuş polenler konulur ve üzeri zarar görmeyecek bir şekilde sarılır. Böylece döllenme işlemi tamamlanır. Yeni filiz oluştuktan sonra kesilir ve dişi ağacın yakınına dikilir. Belli büyüklüğe ulaştıktan sonra da annenin yanından alınarak başka bir yere nakledilir. Hurma ağacının en verimli yılları 15 ile 40 yaşları arasındadır. 60 yaşından sonra da artık ya meyve vermez ya da çok az meyve verir hale gelir. İnsana bu kadar benzemesi çok ilginç ve şaşırtıcıdır.
 
Hurmanın Olağanüstü Yararları
 
                      Ramazan ve özellikle iftarla özdeşleşen bir meyvedir Hurma.. Her iftar sofrasında yerini alan, oruç açarken tercih edilen bir meyvedir. Hurma sofralarımızı süsleyen bir meyve olmasının yanı sıra, faydalarıyla da adından söz ettirmektedir. Bünyesinde çok sayıda vitamin ve mineral bulunduran hurma, insan sağlığı açısından oldukça faydalı bir besin kaynağıdır.
 
                      Hurma meyvesi bilinenin aksine düşük kalorili bir besin değildir. İçerdiği şeker oranına bakıldığında tek birhurma 20 kalori bulundurur. Bu değer tek bir tane yenildiğinde herhangi bir zararı olmaz. 1 hurma  içerisinde mükemmel derecede magnezyum, kalsiyum ve potasyum içermektedir. A vitamini açısından da zengin olan bu meyve , aynı zamanda içerisinde kalp sağlığına yararlı mineraller bulunduruyor. O açıdan hurmayı bir meyve yada şekerleme olarak görmememiz gerekir. Hurmanın sağlık açısından diğer faydaları şunlardır;
Hurmanın Faydaları
 
                       Kabızlık başta olmak üzere, hazımsızlık ve sindirim sistemi sorunlarına iyi gelir.Kalp problemlerine ve kansere karşı etkili bir silahtır.Emzirme dönemlerinde olan annelere, süt miktarını arttırıcı etkisi vardır.Günde 2 adet tüketildiğinde özellik göz sağlığına karşı etkilidir.Vücuttaki kötü huylu kolesterolü düşürür. Vücudun dengesini sağlar.Karaciğerde yağlanma oluşmasını önler, zararlı maddelerin vücuttan atılmasını sağlarHücre yaşlanmasına karşı korucu etkisi olduğu için gençlik iksiri özelliği vardır. Cilde iyi gelir, erken yaşlanmayı önler.Aç karnına tüketildiği taktirde, bağırsak parazitlerini ve kurtlarını öldürür.
İftardan 2-3 tane hurma tüketmek sizi sağlık açısından yeterince besleyecektir. Kan şekeri dengenizi yerine getiren Hurma, badem ve ceviz ile tüketildiğinde vücudunuzun mükemmel enerji almasını sağlar. Bir bardak suyun içerisine akşam konulan iki tane hurma, sabah aç karnına içildiğinde, kabızlık sorununu ortadan kaldırmaktadır. İçerisine 1 yemek kaşığı keten tohumu ve 1 tatlı kaşığı da zeytinyağı koyduğunuzda etkisi daha da artacaktır.
HURMA DİYETİ için Tıklayınız..
HURMA ÇEŞİTLERİNDEN:
ACVE  
MEBRUM 


HUDRİ
 


   RABİA



               SAFAVİ                                                       SUGAİ


                           MEŞRUK                                                                  SUGARİ


YAŞ HURMA  

    ISLAK HURMA


       MECDUL

ZEMZEM SUYU NASIL BULUNDU ? ANLAMI NEDİR ?

        Mekke-i mükerremede, Mescid-i haram içerisinde, Kâbe’nin Hacer-i esved köşesi tarafında bulunan kuyudan çıkan mübârek su. Zemzemin çeşitli isimleri vardır. Allahü teâlâ zemzem ile İsmâil aleyhisselâmı suya kandırdığı için, “Sakıyyullâh-ı İsmâil”, inananlara fayda verdiği için “Nâfiâ”, doya doya içenlerin Cehennem azâbından kurtulacakları müjdesinden dolayı, “Büşrâ”, berrak ve sâfiyetinden dolayı “Muazzibe”; bozulmadığı için, “Sâlime”; sıhhat ve berekete sebep olduğu için “Meymûne”; yemeğin yerini tuttuğu için “Kâfiye”; içenler rahatlık ve âfiyet bulduğu için “Âfiye” denilmiştir.

            Zemzem Arapça bir kelime olup “alçak sesle konuşmak” demektir. Aslında atların çıkardığı alçak sese zemzem denir. Herhangi bir şeyi muhafaza etmek için de kullanılır (İbn Manzûr, Lisanu’l-Arab, Beyrut 1956, XII, 237 vd).

Süryanicede Zem: Dur, gitme mânasınadır.

Zemzemin tarihçesi kısaca şöyledir: 

Hz. İbrahim (a.s.), Cenab-ı Hakkın emri üzerine hanımı Hacer validemizi ve henüz süt emmekte olan oğlu Hz. İsmail’i bugünkü Zemzem kuyusunun bulunduğu yere bıraktı. O tarihte Mekke’de hiçbir insan yaşamıyordu. İçecek su da yoktu. Hz. İbrahim, hanımı ve oğlu için biraz hurma ve bir miktar da su bırakarak oradan ayrıldı. Yiyecek ve içeceğin bulunmadığı bu ıssız yerde kalmak Hz. Hacer’e çok zor geldi. Ancak, kendilerini oraya bırakmasını Hz. İbrahim’e Cenab-ı Hak emrettiğine göre düşünmek yersizdi. Çünkü, rızkı veren Allah elbette kendilerinin durumunu da görüyordu. 

        Bir müddet sonra Hz. İbrahim’in bıraktığı su bitti. Hz. İsmail ağlamaya, su istemeye başladı. Annesi ne yapacağını şaşırdı. Süt yok ki emzirsin, su yok ki içirsin. Hz. İsmail’in ağlamalarına daha fazla dayanamadı. Safa Tepesine çıktı. Birini görebilmek ümidiyle sağa sola baktı. Kimseyi göremeyince de Safa ile Merve arasında koşmaya başladı. Yedinci defa Merve’ye çıktığında bir ses işitti. Zemzem Kuyusunun yanında Hz. Cebrail’i gördü. Cebrail (a.s.) kanadıyla (bir rivayette ayağıyla) yeri kazıyordu. Nihayet su göründü. Hz. Hacer buna çok sevindi. Suyun aktığını görünce, “Dur, dur” manasında “Zem zem” dedi ve su akmasın diye önünü kesti, havuz gibi yaptı. Bir taraftan da testisini dolduruyordu. Suyu aldıkça yerinde kaynıyordu. Testisi dolduktan sonra sudan içti ve Hz. İsmail’i emzirmeye başladı. Bu arada Cebrail (a.s.), Hacer’e hitaben: 

      “Sakın, ‘Helak oluruz, zarara uğrarız’ diye korkmayın. İşte şurası Beytullah’ın [Kabe’nin> yeridir. O beyti şu çocukla babası yapacaktır. Muhakkak ki, Cenab-ı Hak o işin ehlini zayi etmez” dedi.(1) 

       İşte, Zemzem Kuyusunun ortaya çıkması bu şekilde oldu. Hz. Hacer suyun önünü kesmeseydi ve onu kendi halinde bıraksaydı, bu su bir ırmak olacaktı. Peygamberimiz (a.s.m.) bir hadislerinde bu hakikati şöyle beyan buyurur: 

      “Allah, İsmail’in annesi Hacer’e rahmet etsin. O, Zemzem’i kendi haline bıraksaydı veya avuçlamasaydı; muhakkak Zemzem akar, bir ırmak olurdu.” (2) 

       Zemzem, çok mübarek ve gıdalı bir sudur. Hz. Hacer ve Hz. İsmail, uzun müddet yemek yemeden bu suyla idare ettiler. Bir hadiste Peygamber Efendimiz Zemzem’in bu hususiyetine işaret etmiştir.(3) 

      Bir diğer hadiste de “Zemzem ne niyetle içilirse ona şifa olacağı” buyurulmuştur.(4) 

         Mekke ve çevresinin idaresi İsmail Aleyhisselam’ın vefatı ile oğlu Sabit’e kaldı. Sabit’in ölümünden sonra halk arasında bölünmeler meydana geldi. Mücadeleler Cühümiler kabilesinin üstünlüğü ile bitti. Ancak bir zaman sonra iktidara sorumluları, adaleti ve tarafsızlığı terkederek zulme sapmıştı. Milletin malını bile elinden almaya aklkışan Cürhümilerden dolayı gün geldi şikayet ve feryatlar ayyuka çıkmaya başladı. Haksızlıklar dayanılmaz ölçülere varınca; İsmail Peygamber nesli, terkrar derlenip toparlandı ve yapılan bir savaşta Cürhümileri mağlup etti. Yenik taraf, aman dileyince eşyalarını alıp asıl vatanları olan Yemen’e gitmelerine izin verildi… ancak iş başında iken zulüm yapan ve bu yüzden beddua alan bu kabile mensupları, az bir zaman sonra bulaşıcı bir hastalığa yakalanarak teker teker ölüp gittiler.

Cürhümiler, aman dileyip beldeyi İsmail Peygamber soyuna teslim etmeden hemen önce ve son an ve son dakikada huyları icabı bir kötülük işlediler. Yabancı devletlerden mbirinin hediye ettiği altın mbir ceylan heykeli ve kılıç, kalkan, gürz, zırh… gibi Kabe hazinesine mahsus kıymetli eşya namına ne var ne yoksa hepsini zemzem kuyusuna doldurdular ve ağzını taş toprakla akapatarak yerini belirsiz hale getirdiler. Herhalde dönüp Mekke’yi geri alacaklarını düşünüyor ve bu sebeple hazinenin ele geçmemesi için böyle hareket ediyorlardı.

İsmail aleyhisselam evladı, nihayet Mekke ve civarında hükümran oldu ama hafızalardan silinen bullur sulu zemzem kuyusu kaybolup gitti. Mekke ve Kabe, asıl sahiplerine dönmüştü.. Şifa pınarı zemzem ise kimbilir kaç yıl gözlerden saklı, besmeleli mü’min ağızlara hasret, için için kaynayıp duracaktı?

Cürhümilerin yığdığı taş, toprak senelerin geçmesi ile katmerleşti ve altta kalan ilahi armağanı gözlerden büsmütün sakladı. Bu şartlarda canlara can katan zemzemin yerini bulmak mümkün değildi… yalnız bu imkansız zannedilen aklın çerçevlediği sebep-sonuç münasebetine göre. Ya aklı aşan sebepler, aklın kavuşamadığı bölge… Allah, isterse hangi imkansız gerçekleşmez ki?

Zaman bir müjdeye, toprak, sökmesi yakın bahtlı şafağa hazırlanıyordu… Mekan, ilahi fermanla, gelmekte olan “Adı güzel kendi güzel Muhammed” aleyhisselam için yeniden donatılıyordu. Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalib, Kabe’ye komşu olan evinde uyurken şu hitap üzerine yatağından korku ile doğruldu.

-Ey Abdülmuttalip, kalk ve zemzem kuyusunun üzerinde taş toprak ne varsa kaldır!

Bir müddet gördüğü rüyanın ne manaya geldiğini çözmeye çalıştı; fakat bir şey anlamadan yeniden uyudu. Ancak rüyadaki ses, emri tekrarladı. Yine uykudan sıçradı. Zihninde izaha kavuşturulmayan sorular birbirini takip ediyordu. Buna rağmen uyumaktan başka çaresi yoktu. Ses, emri üçüncü defa verince gördüklerini yorumlatmak için kalkıp Kureyş’in tanınmış tabircilerine gitti ve olanlar anlattı. Bu kişiler:

-Rüya rahmani ise yine görürsün, dediler.

Aradan bir iki gün geçtiği halde Abdülmuttalib, o garip rüyayı bir daha göremedi. Bundan dolayı merak ve üzüntüsü günden güne artıyordu:

-Acaba rüya rahmani miydi, değil miydi? Zihnini günlerce bu soru meşgul etti. Nihayet bir gün rüyayı gördüğü odada uykudan önce ellerini kaldırarak:

-Ey merhametli Allahım! Bu rüyanın sırrını neler yapmam gerektiğini bana bildirmeni diliyorum, diyerek can evinden yalvardı ve az sonra uyuya kaldı.

Abdülmuttalib’in isteği, bütün zamanların ve bütün mekanların en üstünün hürmetine kabul olmuştu. İşte aynı ses…

-Ey Abdülmuttalib kalk ve zemzem kuyusunu ortaya çıkar!

Abdülmuttalib:

-Zemzem suyu nedir?

-Cebrail’in ayağını vurduğu yerden çıkmıştır. Peygambere ait bir mucizedir. Dünyanın dört tarafından gelecek hacılara yetecek kadar bereketlidir. Zemzemden içen susuzlar kanar, açlar doyar, hastalar iyileşir.

Kuyunun yerini bulmam için bir iz, işaret var mı?

-Mescid-i Haram’a yakın iki put vardı. Kafirler, bu putlar uğruna hayvan kestiklerinde işkembesini çukurca bir yere dökerler. Sen orada iken kırmızı gagalı bir karga gelecek ve işkembe artıklarını yemek için toprağı gagalayacaktır. Az sonra gagalanan yerin altından bir de karınca yuvası çıktığını göreceksin… İşte orası zemzem kuyusunun ağzıdır.

Sabah olduğunda Abdülmuttalib, doğruca putların bulunduğu yere gitti. Biraz sonra puta tapanlar gelip tanrıları için kurban kestiler ve işkembe ve barsakları rüyada tarif edilen yere attılar. Derken kırmızı gagalı karga göründü ve yeri gagalamaya başladı; az sonra karınca yuvası da ortaya çıktı. Her şey aynen rüyadaki gibi gerçekleşmişti. O halde olanlar hayırlı ve rüya doğru idi. Oradakiler uzaklaşınca sevgili Peygamberimizin sevgili dedesi, rüyada söylenen yeri kazmaya başladı. Kazı işi biraz ilerlemişti ki haberi alan Kureyşli müşrikler oraya koştu:

-Biz, taptığımız putların yanına kuyu kazdırmayız! diyerek Abdülmuttalib’e mani olmak istiyorlardı. Bir sürü münkir içinde kalan Abdülmuttalib, yaptığı işin büyüklüğünü anlatmaya çalışıyordu:

-Bu, öyle her hangi bir kuyu değildir. Bu, ilahi kıymet taşıyan suya “Zemzem” denir. İsmail Peygamberin yadigarıdır.

Putperestler, fena diş biliyorlardı. Ne var ki kaba kuvvet gösterileri sökmedi; Kureyş’in bu soylu insanını bir adım şöyle dursun, bir ayak boyu bile geriletemediler. Bunun üzerine kuyuya ortak olmak istediler; bu telifleri de reddedildi.

-Öyle ise, dediler, ünü bütün ülkeleri tutmuş aklı ve ilmi hepimizce kabul edilen Şam kahinine gidelim; ihtilafımızı anlatalım, vereceği karara her iki taraf da uysun!

Abdülmuttalib, bu hal tarzına “Peki” dedi. Bunun üzerine her kabileden bir temsilci ve Peygamber efendimizin dedesi develere binerek Şam yoluna düştüler… Mevsim yaz, hava sıcak. Güneş, kavurdukça kavuruyor. Çöller, avını yutmaya hazır alev dilli ejderha. Şam yolcuları bu manzara kum denizlerini aşmaya çalışıyor. Ne var ki geride kalan mesafelerle beraber su ve her türlü serinletici nesne tükenmiştir. Nihayet Nihayet öfkeli çöller bu cüretli yolcuları teslim aldı.Dermansız kalan dizler çözüldü ve oldukları yere külçe gibi yığıldılar. Saniyeler, saat gibi uzun ve geçmeyen cinsten. Sadece dudaklar değil, belki diller de yol yol çatlamış. Kimsede suya dair bir ümit yok. Olması da mümkün değil. Ancak bu halde ne vakte kadar beklenecektir? Abdülmuttalib:

-Böyle durmakla elimize hiç bir şey geçmez! Az daha gidelim. Rabbimden ümitli olalım; olur ki su buluruz, dedi.

Çökmüş olan develere nerede ise sürünerek bindiler. Hayvanların sırtında bile zor duruyorlardı. Henüz hareket etmişlerdi ki, o şanslı dedenin devesinin ayağı bir taşa takıldı ve yerinden söküp attı… Tablo inanılacak gibi değildi. Devenin çıkardığı taşın yuvasından tatlı ve serin bir su akıyordu. Sudan kana kana içip kaplarını doldurdular ve ölümün eşiğinden yeniden hayata döndüler. Bir farkla ki kabile temsilcileri sadece hayata dönmemiş, ezik ve mahcup olarak Şam yolunda da geri dönmüşlerdi. Bu inanılmaz vak’ayı hep birlikte yaşayan yol arkadaşları Abdülmuttalib’e:

-Ey Abdülmuttalib, o kuyuyu kazmak senin hakkındır. Bunu geç de olsa anladık Kimse mani olamaz. Dönelim herkes işine baksın! Demek zorunda kaldılar ve hep beraber Mekke’ye geldiler. Abdülmuttalib, kuyuyu kazmaya, kaldığı yerden devam etti. Zemzem kuyusunu tekrar ortaya çıkarma işinde yalnız oğlu Haris’ten yardım görüyordu. Bu sebeple Cenab-ı Hak’tan Haris’ten başka kendisine on oğul daha vermesini diledi: … Abdülmuttalib’in bu duası kabul olmuş erkek evlat sayısı zamanla onbiri bulmuştu. Oğulları ile beraber kuyuyu kazan Abdülmuttalib, yıllar sonra zemzem suyunu ve Cürhümilerin kuyuya doldurduğu hazineyi buldu. Kureyşliler bu defa da:

-Kuyu, dedelerimizin mirası; içinden çıkanlar bizimdir, diye direttiler.

Abdülmuttalib:

-Siz bu kuyuyu kazarken bana yardım etmeyip bilakis zorluk çıkardınız. Şimdi hangi hakla mirasçılık iddia ediyorsunuz? diyerek onları azarladı veilave etti, bununla beraber, “Kur’a çekelim, hangi mal kime çakırsa onun olsun” dedi.

Kılıç, kalkan gibi savaş malzemelerini bir tarafa, altın ceylanı bir tarafa ayırdılar ve Kabe-i Şerif, Kureyşliler ve Abdülmuttalib adına kur’a çektiler. Altın Ceylan Kabe’ye, harp aletleri Abdülmuttalib’e çıktı. Kureyşlilere bir şey isabet etmedi. Altın ceylanı Kabe kapısına astılar; uzun yıllar, kapıda asılı kaldıktan sonra bir gece Ebu Leheb sarhoş iki arkadaşıyla gelip heykeli çaldı ve götürüp sattı. Zemzem kuyusunu bulmak Abdülmuttalib’in şan ve şerefini daha da yükselmişti. Zaman, ırmaklar misali büyük müjdeye doğru akıyordu. Tabii bu olay Zemzem’in ikinci kez ortaya çıkarılışının hikayesiydi. Ancak Allah azze ve celle o mübarek suyu hz. İsmail’in topuğunda tüm insanlara sunmuştu.

Hz. İbrahim, Kur’an-ı Kerim’de ismi geçen peygamberlerden biridir. Nemrut tarafından ateşe atıldı fakat ateş onu yakmadı. Bu olaydan sonra İbrahim, memleketi olan Urfa’dan ayrılıp Şam’a, sonra da Mısır’a geldi. Mısır kralı, İbrahim’in çokgüzel eşi Sare’ye sahip olmak istedi. Sare’nin Allah’a yalvarması neticesinde kral titremeye başladı. Başına bir hal geleceğinden korktu. Sare’yi İbrahim’e geri gönderdi ve kendisine Hacer isimli cariyeyi de hediye etti. Sare de Hacer’i İbrahim’e bağışladı. Buhari’nin Abdullah b. Abbas’tan rivayet ettiği uzun bir hadis-i şerifin devamı şöyledir.

“… İbrahim, Hacer ile evlenip İsmail doğduktan sonra emzirmekte olduğu bu oğlu ile birlikte Mekke’ye geldi. Hacer ile İsmail’i, Mescid-i Haram’ın bugün bulunduğu yerin yukarısındaki büyük bir ağacın yanına bıraktı. O tarihte Mekke’de hiç bir kimse yoktu. Hatta içecek su bile yoktu. İşte İbrahim, Hacer ve oğlunu buraya bıraktı. Sonra İbrahim, Şam’a gitmek üzere oradan ayrıldı. Ayrıldığı sırada İsmail’in annesi Hacer, peşine takılıp ona şöyle diyordu:

– Ey İbrahim, bizi bu vadide bırakıpta nereye gidiyorsun ? Öyle bir vadi ki ne görüp görüşecek bir insan var, ne de hayat eseri başka bir şey var.

Hacer bu sözleri ne kadar tekrar ettiyse de İbrahim dönüp ona bakmadı. Nihayet Hacer ona: Bizi burada bırakmanı Allah mı emretti ? diye sordu. İbrahim de: Evet Allah emretti, diye cevap verdi. Bunun üzerine Hacer: Öyle ise Allah bizi unutmaz, O bizi korur dedi.

Artık İsmail’in annesi oğlunu emziriyor ve kendisi de kırbadaki sudan içiyordu. Nihayet kırbadaki su bitince hem Hacer hem de çocuğu susadı. Hacer, çocuğun susuzluktan toprak üzerinde sızlanarak yuvarlandığına bakmaya başladı. Fakat çocuğun bu elim haline bakmaktan fenalaşarak onun yanından kalkıp biraz öteye gitti. O mıntıkada Kabe’ye en yakın tepe olarak Safa tepesini buldu ve onun üstüne çıktı. Sonra vadiye karşı durup kimseyi görebilir miyim diye bakmaya başladı. Bu defa Safa tepesinden indi. Vadiye inince ( ayağına dolaşmasın diye ) entarisinin eteğini topladı. Sonra müşkil bir işle karşılaşan bir insan azmiyle koştu, vadiyi geçti. Sonra Merve tepesine çıktı. Orada da biraz durdu ve kimseyi görebilir miyim diye baktı. Fakat hiç kimseyi göremedi. Hacer, bu suretle ( Safa ile Merve arasında ) yedi sefer gitti, geldi. Hacer, son defa Merve üzerine çıktığında bir ses işitti ve kendi kendine ‘Sus, iyice dinle’ dedi. Sonra dikkatle dinledi. Bu sesi evvelki gibi bir daha işitti. Bunun üzerine Hacer: Ey ses sahibi, sesini duyurdun. Eğer sen bize yardım edebilecek güce sahipsen, bize yardım et, dedi. Hacer böyle der demez, hemen zemzem kuyusunun yerinde bir melek göründü. O melek, ayağının topuğu ile yahut kanadıyla yeri kazıyordu. Nihayet su göründü. Hacer, su başka tarafa akmasın diye suyu eliyle çevirdi, havuz gibi yaptı. Hacer hem eliyle böyle yapıyor, hem de kırbasını doldurmaya devam ediyordu. Su ise yerinde kaynıyordu.

Abdullah b. Abbas bu arada şöyle dedi: “ Resulullah (s.a.v.), Allah, İsmail’in annesi Hacer’e rahmet etsin. O, zemzemi kendi haline bıraksaydı, suyu avuçlamasaydı, muhakkak zemzem akar ve bir ırmak olurdu, buyurdu. “

Hacer, bu sudan içti ve çocuğunu emzirdi. Melek Hacer’e: Helak oluruz, kayboluruz diye korkmayın. İşte şurası Allah’ın evidir, o evi şu çocukla babası yapacaktır. Muhakkak ki Allah, o işin ehlini zayi etmez, dedi.

Mekke şehrinin idaresini İsmail’den sonra oğlu Nabit, ondan sonra da Cürhüm Kabilesi devam ettirdi. İşte bu sırada Yemen’den kuzeye doğru güç eden Ezd kabilesinin bir kolu olan Huzaa Kabilesi Harem bölgesinde kalmak için Cürhüm Kabilesinden izin istedi. Cürhüm Kabilesi onlara izin vermeyince aralarında başlayan savaş Huzaa Kabilesiın kesin zaferiyle neticelendi. Bunun üzerine Cürhüm Kabilesi Mekke’yi terk etmek zorunda kaldı. Şehirden ayrılırken de zemzem kuyusunu kapattılar. Kuyunun en dibine altından yapılmış iki ceylan heykeli, bir takım silahlar, kılıçlar, zırhlar koyarak; sonra da çakıl, kum ve taşlarla kuyuyu doldurup yerini belli olmaz hale getirdiler. Bu şekilde kapatılan zemzem kuyusu, Abdülmuttalib’in onu bulup ortaya çıkarmasına kadar kapalı kaldı. Kimse onun yerini bulamadı.

Hz. Peygamberin dedesi Abdülmuttalib, gördüğü bir rüya üzerine, oğlu Haris ile birlikte, rüyada kendisine gösterilen yeri kazarak zemzemi buldu. zemzemin bulunması ile Haşimoğulları kendilerine ait olan “hacılara su dağıtma” işini daha kolaylıkla yerine getirdiler.”

Zemzemin Hususiyetleri

  1. Saftır ve renksizdir.
  2. Kokusuzdur.
  3. Kendisine has bir tadı vardır.
  4. Az tuzludur.
  5. İçindeki bütün kimyevî iyon konsantrasyonları “Dünya Sağlık Teşkilâtı’nın” öngördüğü sınırların altındadır.
  6. Bütün mikroplardan âridir.
  7. Tadının değişmesi için tabii hâdiselerin dışında özel bir sebep yoktur.
  8. Bakteri ihtiva etmemektedir.
  9. Sıhhate zararlı bütün unsurlardan âridir.
  10. Bulanık değildir. 

Kaynaklar 

  1. Buharı, Bedü’l-Halk: 29. 
  2. .e. 
  3. Fethü’r-Rabbani, 23:248.

Hacerül Esved Taşı nedir ?

 

             HACERÜ’L-ESVED (Arapça: الحجر الأسود,) : Kabe’nin güney doğu köşesinde bir buçuk metre yüksekte asılı bulunan yumurta biçiminde hafif kırmızı ve san damarcıkları bulunan otuz santimetre çapında oldukça parlak siyah bir taş.

 

             Hz. İbrahim Aleyhisselam, Kabe’nin inşasını bitirdikten sonra oğlu İsmail Aleyhisselam ile tavafa başlangıç sırasını bildirmek için: “İsmail, bana bir taş getir de tavafın nereden başlayacağını işaret edeyim.” dedi. Hz. İsmail Aleyhisselam da Cebel-i Kubeys’ten bir taş alıp babasına verdi. O da tavafın başlayacağı bugünkü Kabe’nin köşesine taşı koydu. Taş, yumurta şeklinde 18-19 santimetre yarıçapında idi. Konduğu yer, yerden üç arşın 4 parmak yüksekliğinde idi. Böyle yükseğe konmasının sebebi ve sırrı her yerden herkesin görebilmesi için idi. Rengi vaktiyle beyaz olan bu taş, çokça istilam edildiği yani selamlanıp öpüldüğü için kırmızımsı (kırmızımsı esmer bir taş) haline gelmiştir diye rivayet edilmektedir. Hacerü’l-esved, melekler tarafından, peygamberler tarafından ve Efendimiz Muhammed Aleyhisselam tarafından öpülmüştür. Hacerü’l-Esved’i öpmek, Cenab-ı Hakk’ın saltanat-ı İlahiyesine kurbiyete (yakınlığa) bir işaret olması itibariyle hürmet, teslim ve ikrar manasını ifade eder. İşte bunun içindir ki, Hz. Ömer Efendimiz (ra) ; “Vallahi seni öpüyorum. Senin taş olduğunu, zarar ve fayda veremeyeceğini de biliyorum. Eğer Resulullah’ın seni öptüğünü görmeseydim, seni öpmezdim.” demiştir.

 

Kabe, Huzaalıların eline geçtikten sonra, Hacer-i Esved, onların rakibi olan Cürhümlüler tarafından kaçırılıp sonradan Huzaa kabilesi tarafından yeniden ele geçirilerek tekrar yerine konulmuştur. Daha sonraları Abbasi Halifelerinden Muktedirbillah zamanında Mekke’yi zaptetmiş olan Karamite (Kırmitîler) reisi Tahir tarafından koparılıp Küfe Mescidine konulmuştu. 20 sene sonra, Halife Mutî’ Billah tarafından 24 bin dinar karşılığında geri alınıp Mekke’ye getirilmiş, bugünkü yerine konulmuştur.

 

Hacer-i Esved, muhtelif zamanlardaki yangınlarda kırılmıştır. Şimdi 12 parça olarak birleştirilmiştir. Ufak bir parçası Kanuni Sultan Süleyman zamanında bir Hadım Ağası tarafından İstanbul’a nakledilmiş, Süleymaniye civarındaki Kanuni Sultan Süleyman türbesine asılmıştır.

 

Hacerülesved’in tarihi Hz. İbrahim (a.s.) ve oğlu İsmail (a.s.) tarafından inşa edilen yeryüzünün ilk mâbedi Kâbe’nin tarihiyle paralellik gösterir. Allah (c.c.) Hz. İbrahim’e insanların ibâdet edecekleri bir mescid yapmasını emrettiğinde, Hz. İbrahim ve oğlu İsmail Kâbe’nin temellerini attılar (Bakara, 2/127). Tarihî kaynaklar Hacerülesvedin de buraya Hz. İbrahim tarafından konduğunu kaydeder. Taşın nereden ve nasıl getirildiği hususunda değişik inançlar ve anlatımlar vardır, ancak kesin bir bilgi yoktur.

 

Mekke’nin yakınında olan Ebû Kubeys dağından getirildiğine dâir inancın yanında Nesâi, bir hadîs-i şerifte Hz. Peygamber’in “Hacerülesved cennettendir.” buyurduğunu nakleder (Keşfü’l-Hafâ, Aclûnî, 1108).

 

hacerul-esvedKâbe, Hz. İbrahim ve oğlu İsmail’den sonra birçok milletlerin kontrolüne geçti ve çeşitli defalar tahrip olup tekrar tekrar inşa ve imar edildi. Her defasında hacerülesved de bu durumlardan etkilendi.

 

Hz. İsmail’den sonra Cürhümîlerin eline geçen ve bir süre onların yönetimi altında kalan Kâbe zamanla ilgisizlikten harabe hâline geldi. Ardından meydana gelen ve tarihe “Seylü’l-farre” adıyla geçen bir sel felaketiyle duvarları tümden yıkılan Kâbe’den geriye boş bir arazi kaldı. Bu dönemde hacerülesvedin nasıl muhâfaza edildiği bilinmiyor.

 

Daha sonra güçlü Amalika kabîlesinin eline geçen bu bölge ve Kâbe onlar tarafından tekrar ihya edildi; bu kez Kâbe’nin duvarları eskisinden daha yüksek yapıldı. Bu, Hz. İbrahim’den sonra Kâbe’nin ikinci inşasıdır. Bir süre Kâbe’yi hürmetle muhâfaza eden Amalikalılar, daha sonra burayı kendi mülkleri gibi görmeye başlayıp ziyaretçilere engel olmaya, parası olmayanlara zemzem suyunu bile vermemeye başladılar.

 

Kâbe’ye saygının kalmadığı bu dönemde, harabe hâline gelen Kâbe ikinci bir sel baskınıyla tamamen yıkıldı. Amalikalılar da bölgeyi terketti. Amalikalılardan sonra tekrar Cürhümîlerin eline geçen Kâbe üçüncü kez inşa edildi. Zamanla azgınlaşan Cürhümîler Kâbe’ye ve hacılara hürmetsizlik edip etrafa terör estirdiler. Cürhümîlerin bu tutumunu hazmedemeyip savaş açan Bekroğulları ve Huzâalılar onları Mekke’den çıkardı.

 

Ancak şehri terkederken Kâbe’nin değerli eşyalarını yağmalayan Cürhümîler hacerülesvedi toprağa gömerek sakladılar. Şehri ele geçiren Huzâalılar, Cürhümîlerin sakladıkları bu taşı bulup tekrar eski yerine koydular. Huzâalılardan sonra Miladî 440 yılında Mekke ve Kâbe’nin yönetimi Peygamberimiz (asm)’in beşinci atası Kusay b. Kilab ve oğullarına geçti. Uzun bir kesintiden sonra Kâbe tekrar Hz. İsmail’in torunlarına geçmişti. Kusay Kureyş’ten, Kureyş ise Hz. İsmail’in soyundandı. Kusay’dan önce Kâbe yakınına ev yapıp yerleşmek saygısızlık olarak kabul edildiğinden, yerleşim birimi değilken Kusay, Beytullah’ın yanına evler kurulmasını ve buranın şenlendirilmesini emretti.

 

Ayrıca, bir başka rivâyete göre Kâbe’yi yıkıp yeniden inşa etti. Daha sonra Mekke’nin parlamento binası olacak olan “Daru’n-Nedve” Kusay’dan kalan evdi. Kusay Kâbe’nin bütün hizmetlerini kendi kabîlesinde topladı. Diğer kabîleler bu hizmet yarışı nedeniyle ona düşman oldular ve aralarında uzun süre ayrılıklar devam etti.

 

Hz. Peygamber (asm) zamanında, duvarları alçak olan Kâbe’nin değerli eşyaları çalınmaya başlamış, bu yüzden Kureyş Kâbe’yi daha korunaklı bir şekle dönüştürmeye karar vermişti. Tam bu dönemde bir yangınla tahrip olan Kâbe, ardından gelen bir sel felaketiyle tamamen yıkıldı ve yeniden inşa edildi. Ancak hacerülesvedi yerine yerleştirme konusunda bencil davranan kabileler, bu şerefi başkalarına vermek istemeyince sorun büyüdü, hatta kılıçlar kınlarından çıktı. Bundan dolayı kan dökmek istemedikleri için de “Kâbe’ye gelecek ilk kişinin hakemliğini kabul etmekte” anlaştılar.

 

Kararlaştıkları günün sabahında Kâbe’nin çevresinde beklerken Kâbe’ye “Muhammedü’l-emin” dedikleri Hz. Peygamber girince rahatladılar; çünkü ona güveniyorlardı, henüz peygamber değildi, ona düşman olacakları zamana daha vardı. Hz. Muhammed (asm) bir bez parçası istedi onu yere serdi, başka rivayete göre abasını yere açtı. Hacerülesvedi kendi elleriyle üzerine koydu. Her kabîleden bir temsilciye bezin bir ucundan tutup kaldırmalarını söyledi. Onların kaldırdığı bu taşı tekrar kendi elleriyle alıp yerine koydu. Allah bu şerefi kendi Peygamberine nasib etti; kabîleler ise kaldırmaya ortak olmanın verdiği mutlulukla barıştılar.

 

Hz. Peygamber (asm) nübüvvetle görevlendirildikten sonra putlardan arındırılan Kâbe, Yezid İbn Muâviye’nin ordusu tarafından mancınıklarla taşa tutularak tahrip edildi (hicri 63). Yezid’i halife olarak kabul etmeyen Mekkeliler Abdullah b. Zübeyr’e bey’at ettiler. Mekke’yi muhâsara eden Yezid’in ordusu yağlı fitiller atıp mancınıklarla taşa tutarak Kâbe’yi tahrip etti. Atılan bu taşlardan biri hacerülesvedi üç parçaya böldü. Yezid’in Ordu’suna teslim olmayan Mekkeliler Abdullah b. Zübeyr’i halife olarak tanımaya devam etti.

 

Daha sonra Abdullah b. Zübeyr kırılan bu parçaları bir gümüş çerçeve içine koyarak biraraya getirmek istediyse de etrafındaki, taşlar yanıp kireçlenmiş olduğundan hacerülesvedin parçaları birbirine yapıştırılmakla yetinildi. Kâbe’ye ilk örtü de onun emriyle bu dönemde örtüldü. Abdullah b. Zübeyr hacca gelenlerin Yezid’in vahşetini görüp gerçeği anlaması için hac mevsimine kadar tamir ettirmediği Kâbe’yi, bu dönemden sonra halkla yaptığı istişare neticesinde yıkıp yeniden inşa ettirdi.

 

Osmanlı Padişahı Birinci Ahmed devrinde tekrar tamir edilen Kâbe onsekiz yıllık bir aradan sonra şiddetli bir sel baskınıyla tekrar yıkıldı. Hacerülesvedin bir parçası kırıldı. Kâbe’nin, Dördüncü Murad’ın emriyle yapılan tamir ve inşasıyla birlikte hacerülesved de tamir edildi. Bakırdan yapılmış olan muhâfaza kabı gümüşle kaplanarak altınla yaldızlandı (M. 1629). Abdülmecid devrinde ise (1839-1861) taşın gümüş çerçevesi tekrar yenilendi.

 

Hacerülesvedi değerli kılan, haccın menâsikinden olması ve Rasûlullah’ın onu öpmesi nedeniyledir. Haccda tavâfa Hacerülesvedden başlanır ve yine onunla bitirilir. Tavâf esnasında hacerülesved öpülür, bu imkân olmadığı takdirde elle, bu da mümkün olmazsa uzaktan selâmlanır. Onu öpmek sünnet olduğu için öpülmediği takdirde hac yine yerine gelmiş olur. Ayrıca hacerülesvedin öpülme imkânı bulunmadığı zaman Kâbe’de ikinci bir taş olan Yemame taşına elle dokunmak da onun yerine geçer. Bu taşın bulunduğu yere “Rüknü’l-Yemanî” denir.

 

Hz. Peygamber (asm)’in hacerülesvedi öptüğü, ayrıca Vedâ Haccı’nda hasta olduğu bir sırada devesinden inmeden tavâf sırasında değneğiyle ona dokunduğu; bir başka zaman da eliyle selâm verdiği rivâyet edilmektedir. Hz. Ömer bir haccında hacerülesvede yaklaşıp öpmüş ve şöyle demişti:

 

“Çok iyi bilirim ki, sen zararı ve faydası olmayan bir taş parçasısın. Eğer Rasûlullah öpmemiş olsaydı seni asla öpmezdim.” (Tecrîd-i Sarîh Tercümesi, VI/108-109).

 

Hz. Ömer puta tapıcılıktan yeni kurtulmuş bir toplumun, bir taşın öpülmesini gördüğü an küllenmiş duygularının yeniden kabarmasından endişe ederek böyle bir açıklamayı gerekli görmüştü. Batılıların iddia ettikleri gibi hacerülesvedi öpmek puta tapıcı Araplardan Müslümanlara geçen bir miras değil bir saygı ifadesidir; Hz. Peygamber (asm)’in sünnetine uymadır.

 

Hacerül Esved Taşı Nasıl Selamlanır ?

Rivayete göre Hacer-i Esved kıyamet gününde Kabe’yi tavaf edenlere şahit olacağından bunu aşk ile yapmak gerekir.
 

       Yaya olarak tavaf etmek, tavafın başlangıcında Hacerü’l-esved’i istilam etmek ve onu öpmek, sünnettir. Ama insanlara zarar vermemek vacibtir. İzdihamda birisine zarar vermek haramdır! Hele hele kadınların izdihama girmesi asla caiz değidir! Sünnet yapayım derken Büyük günaha girer!..
        Eğer buna gücü yetmezse, istilam eder, yani elini dokundurmakla yetinir ve buna gücü yetmezse, eliyle işarette bulunur ve bu selamlamayı her dönüşünde tekrarlar.  Elimizi namazdaki iftitah tekbiri gibi kaldırırız. Erkekler kulak memesi hizasına kadar, Kadınlarda Göğüs hizasına kadar ellerini kaldırılar.

Tavafın başlangıcında şöyle dua eder:

       “Bismillahi, Allahu Ekber, Allah’ım! Sana olan imanımla, kitabını tasdikle, ahdine vefa ile, Peygamberin Muhammed’in (s.a.v.) sünnettine uymak suretiyle başladım..” 

HACERUL ESVEDİN ÇALINMASI

           Birçok insan, Hacerü’l-Esved’in bugün Kâbe’nin köşesinde gözüken siyah taşın tamamı olduğunu sanır. Hâlbuki Hacerü’l-Esved tarihi boyunca birçok suikasta uğramış, bir ara çalınmış ve Yemen’e kadar kaçırılmıştır. Hacerü’l-Esved günümüzde etrafını saran gümüş çerçeve içerisinde görülen siyah dolgu içinde 8 parça halinde durmaktadır.

           Hacerü’l-Esved ismi siyah taş manasma gelmektedir. Ama günümüzün birtakım gönül insanları onu, Hacerü’l-Es’ad (mesut, mutlu taş) diye çağırmaktadırlar. Aslında beyaz olduğundan, günahkâr insanların dokunmalarından ya da cahiliye devrinde üzerine sürülen kurban kanlarından karardığı söylenir. Hz. Ebubekir(R.A) torunu Abdullah bin Zübeyr(R.A) Mekke’yi müdafaa döneminde, Haccac’ın mancınıklanndan atılan bazı taşlar Hacerü’l-Esved’i çatlatmıştır. Hz . Zübeyr(R.A) taşı yapıştırma girişiminde bulunurken bir de bakar ki taşın içi bembeyazdır. Bu mukaddes taşın bu parçalanmış halini görünce, bugün İstanbul’da; Sokullu Mehmed Paşa’nın Kadırga Camii ile Kanuni’nin türbesindeki parçaların nasıl olup da İstanbul’a geldiğini insan daha iyi anlıyor.

SURRE (الصرّة)
Hac zamanı dağıtılmak üzere Haremeyn’e gönderilen eşya ve hediyeleri ifade eden bir terim.
Sözlükte “içine altın ve para gibi kıymetli eşyaların konulduğu kese” anlamına gelen surre kelimesi terim olarak her yıl hac döneminden önce genellikle Mekke ve Medine halkına dağıtılmak için yollanan para, altın ve diğer eşyaları ifade eder. Haremeyn’e surre gönderilmeye ne zaman başlandığı tam olarak belli olmamakla birlikte bu âdetin Abbâsî Halifesi Mehdî-Billâh zamanında (775-785) ortaya çıktığı görüşü hâkimdir. Aynı dönemde hac yollarının güvenliği, hac güzergâhı üzerinde bulunan su kuyularının bakımı, hacıların konaklama vb. ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla bazı tedbirlerin alındığı da bilinmektedir. Haremeyn’e her yıl düzenli biçimde surre gönderilmesine Abbâsî Halifesi Muktedir-Billâh döneminde (908-932) başlandı. Surrenin konulduğu, develere yüklenen bir çeşit vasıta olan mahmil de ilk defa Abbâsîler devrinde kullanıldı. Hicaz’da nüfuz ve hâkimiyet kurulması bakımından Abbâsîler’e karşı mücadele eden Fâtımîler ve Fâtımî Devleti’ne son veren Eyyûbîler de Haremeyn’e surre yolladılar.
 
656’da (1258) Abbâsî Devleti’nin sona ermesinden sonra Memlük Sultanı el-Melikü’z-Zâhir I. Baybars’ın 1261’de Kahire’de Abbâsî hilâfetini yeniden ihya etmesiyle Memlükler, Abbâsîler’in Haremeyn’e surre ve mahmil yollama geleneğini sürdürdüler. Aynı yıllarda Abbâsîler’in halefi olarak Hicaz’ın yönetimine tâlip olan Yemen’in Resûlî emîri el-Melikü’l-Muzaffer Yûsuf b. el-Melikü’l-Mansûr, Haremeyn’de hutbeyi kendi adına okuttu, surre ve Kâbe örtüsü göndererek hâkimiyetini pekiştirmeye çalıştı. Memlükler’in ilk surreyi 664’te (1266) yollamış olmalarına rağmen Yemenli Resûlîler ile Memlükler arasındaki surre rekabeti, Sultan Baybars’ın 1269 yılında hacca gitmesi ve surre ile Kâbe örtüsü gönderme hakkının Memlükler’de olduğunu pekiştirmesine kadar devam etti. Bu tarihten itibaren Haremeyn’e mahmil içinde surre ve Kâbe örtüsü yollayan Memlükler bununla ilgili merasimlere de önem verdiler. Bu dönemde Kahire’nin yanı sıra Bağdat, Dımaşk ve Halep gibi büyük şehirlerde hac kervanları oluşturuluyor ve her kervanın kendi mahmili ve surresi bulunuyordu.
Osmanlılar zamanında Haremeyn’e ilk surrenin hangi padişah tarafından gönderildiği tam olarak bilinmemektedir. Zayıf bir rivayet olmakla birlikte Yıldırım Bayezid’in Edirne’den bir defa surre yolladığı zikredilmektedir (Mekkî, s. 19). Daha kuvvetli ve yaygın rivayete göre ise Çelebi Sultan Mehmed surre gönderen ilk Osmanlı sultanıdır ve 1413-1421 yılları arasında iki defa surre yollamıştır. II. Murad döneminde Haremeyn’e gönderilen surrenin adet ve miktarında belirgin bir artış oldu. Âşıkpaşazâde’ye göre II. Murad her yıl Mekke, Medine, Kudüs ve Halîlürrahman’a surre göndermenin yanı sıra Ankara’nın Balıkhisarı’na bağlı köylerinin gelirini Mekke’ye ve 850 (1446) tarihli vasiyetnâmesiyle Manisa’daki mülküne ait gelirlerin üçte birini Mekke ve Medine’ye vakfetti (Târih, s. 196). II. Mehmed devrinde yollanan surrenin düzenli olup olmadığı hakkında kesin bilgi bulunmamakla birlikte II. Bayezid’in Haremeyn’e her yıl surre yolladığından bahsedilir.
            Osmanlı padişahları, 923’te (1517) Haremeyn’in Osmanlı yönetimine girmesinden itibaren surreyi düzenli biçimde gönderdiler. Bu anlamda ilk surrenin daha Yavuz Sultan Selim Kahire’de iken yollandığı bilinmektedir. Osmanlılar döneminde surre genellikle İstanbul ve Kahire’den gönderilmiş olmakla birlikte bazan Yemen ve Halep’ten de sevkedilirdi. Ayrıca Mekke ve Medine’nin yanı sıra Kudüs, Halîlürrahman ve nâdiren de Dımaşk’a surre gönderilirdi. Bunlardan başka Mısır ve Şam’dan Medine’ye karayolu güzergâhında bulunan bedevîlerin saldırılarından emin olmak için “urban surresi” adıyla da para ve hediyeler hazırlanıyordu. Osmanlılar’a ait en eski Kâbe kapı perdesi ve kuşağının 950 (1543) tarihli olmasından hareketle, eski bir gelenek olan surre ile birlikte Kâbe’ye örtü göndermenin Osmanlılar’da Kanûnî Sultan Süleyman zamanında başladığına hükmedilir. Kâbe örtüsünün yenisi genellikle Kahire’de dokunur ve surre alayı ile yollanırdı. Eskisi de surre alayının dönüşünde İstanbul’a getirilirdi. Haremeyn’e surre gönderme geleneği, XIX. yüzyılın başında Mekke ve Medine’nin Vehhâbîler’in yönetiminde kaldığı yıllar hariç 1915 yılına kadar kesintisiz sürdü. 1916 yılına ait surre, Şerîf Hüseyin’in isyanı sebebiyle Medine’de kaldı ve Mekke’ye ulaştırılamadı. 1917 ve 1918 yıllarına ait surre ise Dımaşk’a kadar gidebildi. Son Osmanlı padişahı VI. Mehmed, 1919’da surre yollanması için hazırlıkların yapılmasını irade ettiyse de gönderildiğine dair bir bilgi yoktur.
          Haremeyn’e her yıl gönderilen surre ve mahmille ilgili yapılan merasimler Abbâsîler devrine kadar gitmekle birlikte esas gelişim seyrini merasim ve teşrifatın öneminin artışına paralel olarak Osmanlılar döneminde tamamladı. Sarayda gerçekleştirilen surre merasiminin bütün ayrıntıları belirlenmiş olup bunlar teşrifat defterlerine kaydedilirdi. Surrenin karadan gönderildiği 1864 öncesi dönemde surre alayı recep ayının on ikisinde veya müteakip günlerde düzenlenirdi. İstanbul’daki surre merasimini Haremeyn vakıflarını da idare eden Dârüssaâde ağası tertipler ve hazırlıklar, surrenin yol boyunca güvenliğinden ve Haremeyn’e ulaştıktan sonra dağıtımından sorumlu olan surre emini tayiniyle başlardı. Padişahın katıldığı törenler sırasında Mekke emîrine hitaben yazılmış nâme-i hümâyun, surre keseleri ve surre defterleri surre eminine teslim edilir ve mahmil yüklü devenin de yer aldığı surre alayı saraydan çıkardı. XIX. yüzyılın ortalarına kadar Topkapı Sarayı’nda yapılan törenlerin sonunda surre alayı Sirkeci İskelesi’nden Üsküdar’a geçerdi. Padişahların Dolmabahçe veya Yıldız saraylarında ikamet ettiği yıllarda bu saraylarda yapılan merasimlerin ardından Beşiktaş İskelesi’nden Üsküdar’a geçilirdi. Üsküdar’da mutasarrıflık dairesi avlusunda surre alayı gidiş ve dönüşünde İstanbul halkının şahit olduğu, yılın en önemli, en çok itibar edilen ve Boğaz’ın her iki yakasında büyük kalabalığın iştirak ettiği, bir dinî merasim halini alıyordu. Törenler Osmanlı Devleti’nin sona erişine kadar bu özelliğini korudu.
             Surrelerin kaynakları arasında en önemlisi Haremeyn vakıfları idi. Osmanlı topraklarında mevcut hânedan mensuplarına ve devlet erkânına ait büyük vakıfların birçoğunun gelirlerinin bir kısmı Haremeyn’e tahsis edilmişti. Bunların dışında devlet hazinesinden, Hazîne-i Hâssa’dan ve ferdî bağışlardan önemli miktarda maddî destek gelirdi. Son dönemde bütün bu gelirlere rağmen gönderilecek surre miktarının yetersiz kaldığı yıllarda Galata bankerlerinden borç alınarak takviye yapılırdı. Vakıfların Evkaf Nezâreti çatısı altında toplanmasından sonra surre kaynağı ve sorumlusu bu nezâret oldu. Ayrıca hânedan mensuplarının, devlet erkânının ve halktan dileyenlerin hazırladıkları hediye ve paralar “ferâşet çantası” denilen, bir yüzünde gönderenin, diğer yüzünde alıcının adı ve adresi yazılı deri çantalara konularak Evkaf Nezâreti’ne teslim edilirdi. Bunlar da surre alayı ile gönderilirdi. Dönüşte bu çantalar, içinde Haremeyn’den yollanan hediyeler olduğu halde sahiplerine iade edilirdi. Bütün bunlar o yılın surre ve ferâşet defterlerine kaydedilirdi. Kaybolan veya henüz bulunamayan defterler hariç XVI. yüzyılın sonlarından XX. yüzyılın ilk on yılına kadar 5000 civarında surre defteri mevcuttur.
            XVIII. yüzyıl öncesinde surreler deniz yoluyla Mısır’a ve oradan Haremeyn’e gönderilirken bu tarihten sonra karayoluyla Şam üzerinden gönderildi (Uzunçarşılı, s. 35). Bazan da sultanların Mısır’daki vakıflarının yıllık gelirleri orada ilâve edilmek üzere İstanbul’dan yollanacak miktardan düşülerek kalan surre miktarı Mısır’a sevkedilir ve Mısır’da tamamlanan surre-i hümâyun Haremeyn’e gönderilirdi (Anonim Osmanlı Tarihi, s. 187). Karayolunun kullanıldığı dönemden 1837 yılına ait güzergâh Sirkeci’den başlar, Üsküdar, İzmit, Akşehir, Konya, Adana, Antakya, Hama, Şam, Maan, Medine ve Mekke’de sona ererdi. Aynı yıl gönderilen surre alayı elli dört menzilde konaklamış, bazı yerlerde bir veya iki gün kalırken ramazan ayını Şam’da geçirmek maksadıyla burada otuz bir gün kalmıştır. Dönüşte güzergâh aynı olmakla birlikte menzil sayısının elli dokuza çıktığı, gidişte elli sekiz ve dönüşte otuz iki gün olmak üzere doksan gün
yolculuk yapıldığı belirtilmektedir (Atalar, s. 150-153).
          Surre alayının güvenliği güzergâh üzerinde bulunan sancak beyi, beylerbeyi veya valilerce sağlanırdı. 1863 yılı surre alayının Payas civarında eşkıya saldırısına uğrayıp surrenin gasbedilmesi ve bir sonraki hac mevsimine kadar bölgede güvenliğin sağlanamaması yüzünden 1864’ten itibaren denizyolu tercih edildi ve Beşiktaş İskelesi başlangıç noktası oldu. Denizyoluyla yolculuk daha kısa sürdüğünden surre alayı merasimi de şâban ayının ortasında yapılmaya başlandı ve Beyrut üzerinden Şam’a geçilerek ramazan bayramı burada kutlandı. Surrenin Şam’dan Haremeyn’e yolculuğu ise karayoluyla yapıldı. Suriye Valisi Midhat Paşa, 1879’da güvenlik ve tasarruf gerekçesiyle surre alayının İstanbul-Beyrut güzergâhından Şam’a ve oradan tekrar Beyrut üzerinden Cidde’ye denizyoluyla gönderilmesini teklif etti. Uzun müzakerelerden sonra Şam’dan itibaren karayolunun kullanılmasına devam edilmesi kararlaştırıldı (BA, İrade-Dahiliye, nr. 63945). 1908’de Hicaz demiryolunun tamamlanmasından itibaren surre demiryoluyla gönderilmeye başlandı. Demiryoluyla daha kısa sürdüğü için surre alayı şevval ayına alındı ve hareket noktası olan Haydarpaşa’ya kadar daha önce yapılan merasimlere devam edildi.
         Kara, deniz ve demiryoluyla gönderilen surre-i hümâyun için Dımaşk çok önemli bir merkezdi. Osmanlı öncesinden itibaren farklı bölgelerden gelen hacıların uğrak yeri olan Dımaşk, Osmanlı döneminde de Anadolu’dan, Irak’tan, İran’dan ve Halep’ten gelen hacıların yanı sıra Orta Asya hacılarının da bir toplanma merkeziydi. İstanbul’dan gönderilen surre alayı burada merasimlerle karşılanarak diğer hacılarla birleşirdi. Mahmil-i şerifin Dımaşk’tan ayrılışı ve Dımaşk’a dönüşü aynı şekilde merasimlerle olurdu. Dımaşk’tan Medine’ye kadar olan bölgenin en önemli dinî, siyasî ve ticarî olayı surre ve hac kervanı idi. Surre alayı şevval ayının on ikisiyle yirmisi arasında Dımaşk’tan hareket eder, zilkadenin sonundan önce Mekke’ye ulaşılması hedeflenirdi. Hama’dan itibaren surre alayının güvenlik sorumluluğu önceleri Şam beylerbeyiliğine, daha sonra Suriye valiliğine aitti. Beylerbeyi veya vali emîr-i hac sorumluluğunu bazan kendisi üstlenir, çoğu zaman da bölgede güçlü eşraftan birine verirdi. Dımaşk’tan Medine’ye gidiş ve dönüşte surre alayının muhafazasından emîr-i hac sorumlu idi. Haremeyn’de ise en önemli sorumluluk Mekke emîrinde idi.
          İstanbul ve Mısır’dan yollanan surrelerin ayrılmaz unsurlarından biri de mahmillerdi. İstanbul’dan gönderilene mahmil-i hümâyun, Kahire’den gönderilene mahmil-i Mısrî denirdi. Dörtgen bir ahşap çerçeve üzerinde dört yüzlü bir piramit şeklinde olan mahmil, üzeri altın ve gümüşle bezenmiş yazılar, ipek püsküller, çeşitli nakışlar ve kıymetli taşlarla süslenmiş bir atlasla kaplanırdı. İstanbul’dan gönderilen mahmillerin erken örnekleri siyah, son asırlardaki örnekleri ise yeşil renk atlastandı. İstanbul’da saraylarda yapılan törenlere benzer bir şekilde Mısır mahmili Hidiv Kasrı önünde yapılan törenin ardından Kahire sokaklarında gezdirilirdi. Mısır surre ve mahmili tamamı karayoluyla veya Süveyş üzerinden Cidde’ye ve bazan da İskenderiye’den Hayfa’ya denizyoluyla, oradan demiryoluyla Medine’ye olmak üzere farklı güzergâhlardan gönderilirdi. Mısır ve Şam’dan gelen surre ve mahmiller Medine ve Mekke’de törenlerle karşılanır ve Arafat’ta birleşirdi. İstanbul’dan 1918 sonrasında mahmil yollandığına dair bilgi bulunmamakla birlikte Mısır’dan 1926’ya kadar kesintisiz gönderildi. Suudi hükümetinin karşı çıkması üzerine 1936’ya kadar ara verildi ve ertesi yıla ait mahmil Cidde’ye kadar gidebildi. 1952’ye kadar hacıların gidiş ve dönüş merasimlerinde Kahire sokaklarında görülen mahmil Temmuz 1952 Hür Subaylar ihtilâliyle son buldu. Bunun dışında Mekke emîrinin cülûs merasimi dolayısıyla tebrik için gönderdiği, içinde değiştirilmiş olan eski Kâbe örtüsünün bulunduğu hediyelere de mahmil veya mahmil-i şerif deniyordu (Selânikî, II, 682-684).
        Surreler, İslâm’da kutsal sayılan beldelere maddî destek sağlamakla beraber özellikle hilâfeti elinde bulunduran Abbâsîler, Memlükler ve Osmanlılar için dinî ve siyasî yönden çok önemli idi. Zaman içerisinde Hicaz üzerindeki nüfuzu hatırlatmanın önemli bir aracı olarak görülen surre alayları Bağdat, Kahire, İstanbul ve Dımaşk gibi hem çıkış noktalarında yılın en önemli dinî ve kısmen de siyasî merasimlerini oluşturuyor, hem de güzergâh boyunca surreyi yollayan iktidarın dinî kimliğinin önemli sembolü diye görülüyordu. Osmanlı sultanlarının sadece Haremeyn’deki seyyid ve şerifleri değil aynı zamanda ulemâ ve meşâyihi de özel hediyelerle donatmaları aynı anlayışla değerlendirilebilir. Her yıl müslümanlardan dileyenlerin hediyelerini Haremeyn’e iletmesi bakımından halk için surrenin ayrı bir önemi vardı. XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Mısır hidivlerinin surre merasimlerini giderek daha şaşaalı hale getirmeleri, iki gidiş öncesi bir de dönüşte olmak üzere yılda üç merasim düzenlemeleri ve Kâbe örtüsü, Makām-ı İbrâhim örtüsü ve mahmili Kahire sokaklarında dolaştırarak halkın heyecanlı katılımını sağlamaları, İstanbul’a karşı yürüttükleri dinî ve siyasî nüfuz mücadelesinin âdeta bir göstergesi gibiydi. Surre ve mahmil geleneğinin sona erdirilmesi de aynı şekilde Suudi yönetiminin bu nüfuz simgesini ortadan kaldırma kararlılığıyla ilgilidir.

Çöl Kaplanı Fahrettin Paşa Ve Medine Müdaafası
Fahrettin Paşa Kimdir?
             Medine müdafaası sırasında karşı karşıya geldiği İngiliz ajanı Lawrence tarafından “Çöl Kaplanı” olarak tanımlanan Fahrettin Paşa’ya, İngiliz yarbayı Bassett “Kaburgalarına kadar tam bir askerdir.” diyor. Bizim kanaatimizce de vatanperver, dürüst, cesur ve yüreği Peygamber sevgisiyle dolu bir Osmanlı Paşası’dır. Bu sevgisini Medine’de kaldığı sürece Hz. Peygamber’in kabrini sık sık ziyaret ederek gösteren Paşa, adeta bir türbedar gibi çalışmıştır. O, tevazu sahibi bir komutandır. Nitekim isyancılara karşı düzenlenen askeri bir harekât esnasında, güçlükle yürüyen çelimsiz bir askeri görünce devesinden inmiş “Kardeşlerim! Sıkıntıda da bollukta da her şeyi paylaşacağız.” diyerek o askeri kendi devesine bindirmek suretiyle yolculuğa yaya olarak devam etmiştir. Medine’de isyanların arttığı bir dönemde Cemal Paşa’nın “İstersen tecrübeli alman pilotlardan gönderelim.” teklifini geri çevirmiş; bir İslam beldesi olan Medine’yi savunurken yalnızca Müslüman askerlerle bu işi yapmak istediğini söyleyerek bu konudaki hassasiyetini ortaya koymuştur. Medine’de kaldığı sürece şehri savunmanın dışında imar faaliyetleriyle de uğraşan Paşa, Hz. Peygamber’in kabrine giden yolları genişletmiş, Osmanlı askerlerinin defnedildiği Medine’deki Cennetü’l Baki mezarlığını düzenlemiştir. O’nun bu yaklaşımı, kutsal toprakları sahiplendiğinin en açık göstergesidir…
Günümüzde pek çoğumuzun hatırlamadığı bu unutulmaz Paşa’nın asıl adı Ömer Fahrettin Türkkan’dır. 4 Şubat 1868’de Tuna Nehri kenarındaki küçük bir kasaba olan Rusçuk’ta doğmuştur. Babası Nizam-ı Cedid Topçubaşısı Ömer Ağa’dır. Annesi Mohaç kahramanı Akıncı Beyi Bali Bey’in soyundan gelen Fatma Adile Hanım’dır. Henüz on yaşındayken yaşadığı 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi), Ömer Fahrettin’de asker olma isteği uyandırmıştı. Zira bu savaşta binlerce Müslüman hayatını kaybetmiş binlercesi de göçe zorlanmıştır.
Bilindiği üzere Osmanlı Devleti’nin Balkanları İslamlaştırma ideali doğrultusunda 14. yüzyıldan itibaren bölgeye yerleştirilen Türkler, 19. yüzyıldan itibaren bölgenin kaybedilmesi üzerine “tersine göç” ile karşı karşıya kalmışlardı. Sahip olunan pek çok kıymetin terki anlamına gelen bu hüzünlü vedayı yaşayanlardan biri de Ömer Fahrettin olmuştur. Osmanlı-Rus Harbi sonrasında ailesiyle İstanbul’a gelen Ömer Fahrettin, Harp Okulu’nu ve Harp Akademisi’ni başarıyla bitirdikten sonra 1891’de kurmay yüzbaşı olarak Osmanlı ordusuna katıldı. 1908’e kadar merkezi Erzincan’da bulunan 4. Kolordu’da görev yaptı. Meşrutiyet’in ilanından sonra Yarbaylığa terfi edip İstanbul Selimiye 1. Nizamiye Tümeni Kurmay Başkanı olarak atandı. Balkan Savaşları’ndaki başarılı hizmetlerinin ardından I. Dünya Savaşı’nda 4. Ordu Komutanlığına bağlı 12. Kolordu Komutanlığı’na atandı. Bu vazifede iken Musul ve havalisinde başarılı hizmetler yürüttü. 1915’te 4. Kolordu Komutanlığı Vekilliğine tayin edilen Fahrettin Paşa bölgedeki Ermeni isyanları ile uğraştı. 23 Mayıs 1916’da Medine’ye gönderildi. Medine’yi ele geçirmek isteyen İngilizlere karşı tüm imkânsızlıklara rağmen bu kutsal beldeyi 2 yıl 7 ay savundu. Bu sırada şehrin yağmalanması ihtimaline karşı 100 parçaya yakın kutsal emaneti İstanbul’a naklederek, belki de Kutsal Emanetleri British Museum’da sergilenmekten kurtardı ve İslam Tarihi Kültürüne önemli bir katkıda bulundu. Uzun süre Medine’yi teslim etmeyen Fahrettin Paşa, devlet merkeziyle bağlantının kopması, erzak ve ilaç sıkıntısının had safhaya ulaşması üzerine 7 Ocak 1919’da Medine’yi teslim etmek zorunda kaldı.
Bu beklenmedik durum karşısında önce İngiliz kontrolündeki Mısır’a götürülen Fahrettin Paşa daha sonra savaş esiri olarak Malta’ya sevk edildi. Buradaki esaret hayatından 30 Nisan 1921’de kurtularak Milli Mücadeleye katılmak üzere Ankara’ya gelen Paşa, Kabil Büyükelçiliği’ne atandı. Afganistan ve havalisinden Milli Mücadele için toplanan yardımların Ankara’ya gönderilmesinde önemli payı olmuştur. 1926’da İstanbul’a dönüp sonra çeşitli görevlerde bulunduktan sonra 5 Şubat 1936’da Tümgeneral rütbesiyle TSK’dan emekliye ayrıldı. 22 Kasım 1948’de bir Ankara seyahati sırasında Eskişehir yakınlarında kalp krizi geçirerek vefat eden Fahrettin Paşa İstanbul’da toprağa verildi. Rumelihisarı kabristanında medfundur.
FAHRETTİN PAŞA’NIN UNUTULMAZ MEDİNE MÜDAFAASI
Medine savunması, askeriyle tek vücut olmuş bir Osmanlı paşasının vatan ve Peygamber sevgisinin yansımasıdır. Medine Muhafızı Fahrettin Paşa, Medine’de bulunduğu sırada resmi yazışmalarda askerleri için “Mehmetçik” tabirini kullanmakta ve onları Peygamber’in askerleri olarak nitelendirmektedir. İngiliz oyunlarıyla, bedevilerin isyanlarıyla, açlıkla, susuzlukla, 50 dereceyi aşan kavurucu sıcakla, başta İspanyol Nezlesi ve askerin dişlerini ve çenesini düşüren İskorpit olmak üzere türlü hastalıklarla ve ağır çöl koşullarıyla canla başla mücadele ederek Medine-i Münevvere’yi, Hz. Peygamber’in kabrini son ana kadar savunan, teslim çağrılarını geri çeviren Fahrettin Paşa’nın bu dik duruşunu ancak ve ancak Peygamber sevgisiyle izah edebiliriz. Zira Fahrettin Paşa Medine’yi “bütün İslam’ın sırtını dayadığı yer, manevi gücünün desteği” diye tanımlamak suretiyle bu kutsal şehre özel bir önem vermektedir.
Bilindiği üzere Osmanlı Devleti, Fransız İhtilali’nin bir sonucu olarak ortaya çıkan milliyetçilik isyanları ve emperyalist devletlerin kışkırtmaları neticesinde 19. yüzyılda büyük toprak kayıplarına uğramıştı. 20. yüzyıl başlarında Bulgaristan bağımsızlığını ilan etmiş, Trablusgarp’ın İtalya tarafından işgali ile Kuzey Afrika’daki Osmanlı varlığı son bulmuştu. Ardından gelen Balkan Savaşları Osmanlı Devleti’nin Batı Trakya topraklarını kaybetmesine neden olduğu gibi fırsattan istifade eden Arnavutluk da bağımsızlığını ilan etmişti. Netice itibariyle I. Dünya Savaşı başlarında Osmanlı Devleti, yüzyıllardır adalet ve hoşgörü ile hâkim olduğu Balkanlardaki ve Afrika’daki topraklarını yitirmişti. Arap memleketlerinde de durum hiç iç açıcı değildi. Zira İngiltere bölgedeki petrol kaynaklarını kullanabilmek için gözünü Osmanlı Devleti’nin Arap topraklarına çevirmiş, bunun için de her türlü oyuna başvurmaktaydı.
Birinci Dünya Savaşı işte böyle bir ortamda başlamıştı. Bu arada İngiliz ajanı olan Lawrence de bölgede bulunuyor ve “Osmanlı, Müslüman olmayan Almanya ile ittifak yapıyor, yakında Almanlar Mekke ve Medine’ye de girecektir.” diyerek Arapları Osmanlı Devleti aleyhinde kışkırtıyordu. Bu karışık ortamda Peygamber Efendimiz’in kabrinin bulunduğu Medine’yi savunmak üzere Fahrettin Paşa 23 Mayıs 1916’da Medine’ye görevlendirildi.
CAN VERİR, CANAN’I (SAV) VEREMEZ TÜRKLER
İşte tarihe altın harflerle kazınan, Türk milletinin Hz. Muhammed’e (sav) bağlılığını ortaya koyan, “Can Verir, Cananı (sav) veremez Türkler” diye adına şiirler yazılan, başından sonuna bir destan olan “MEDİNE MÜDAFAASI” böylece başlıyordu. Fahrettin Paşa ve askerlerinin yazdığı bu destan Temmuz 1916’dan Ocak 1919’a kadar sürecek, Peygamber Efendimiz’in kabrini düşmana bırakmamak için isyancılara karşı mücadele edilecektir. İsyancıların baskınları, pusuları, Hicaz Demiryolu’nun bombalanması gibi pek çok olayın yaşandığı bu mücadele esnasında en temel sorun açlık ve susuzluk olmuştur. Lawrence ve adamları tarafından su kaynaklarının zehirlendiği bir ortamda Medine’ye gelen tren seferlerindeki aksamalar hem askeri hem de halkı yiyecek sıkıntısı ile karşı karşıya getirmiş, halkın önemli bir kısmı şehri terk etmek zorunda kalmıştır. Medine’deki direnişi kırmak isteyen İngilizlerin I. Dünya Savaşı sonlarında Hicaz Demiryollarını bombalaması üzerine Medine’nin dış dünya ile bağlantısı tamamen kesilmiş ve sıkıntılar daha da artmıştı. Buna rağmen Hz. Peygamber’in kabrini düşmana bırakmamakta kararlı olan Osmanlı askeri un stokları azalınca hurma çorbası içmiş, hurma çekirdeklerini öğüterek elde ettikleri undan ekmek üreterek yemişlerdi…
MEHMETÇİKLERİN KUMANYASI KAVURMA NİYETİNE ÇEKİRGE 
Büyük komutan Fahrettin Paşa, bir taraftan Medine’nin geleceğini düşünürken diğer taraftan gıda sıkıntısına karşı çözüm yolları arıyordu… Hicaz Demiryolu’nun Medine’ye yakın istasyonlarının düşman eline geçmesi nedeniyle şehre erzak girişinin kesilmesi ve isyancıların Medine Kalesi’ni muhasara etmesi üzerine direnişin en zor günleri başlamıştı. Medine açlıkla boğuşurken çok ilginç bir olay yaşanır. Şehir çekirgeler tarafından istila edilmiştir. Herkes durumu endişe ile karşılarken Fahrettin Paşa, askerlerini toplayarak; Peygamber Efendimiz döneminde de Hicaz’da çekirge istilasının yaşandığını ve sahabenin çekirge yediğini söyleyerek durumu bir fırsata dönüştürmek istemiştir. Askerlerine, Hz. Peygamber’in “İki ölünün ve iki kanlının yenmesi bize helal oldu.” şeklindeki hadisini hatırlatan; “iki ölü balık ve çekirge, iki kanlı dalak ve karaciğerdir.” diyen Fahrettin Paşa, çekirge yemenin sünnet olduğunun altını çizerek askerlerini buna alıştırmak için şu bildiriyi yayınlamıştı: “Çekirgenin serçe kuşundan ne farkı var? Uçar, yeşilliklerle beslenir, temiz ve taze olan yiyecekleri yer… Hicaz, Yemen, Asir Araplarının başlıca gıdası çekirgedir. Bedeviler sağlamlık ve çevikliklerini çekirgelere borçludurlar… Hekimlerimiz de çekirgenin şifa verici ve besleyici olduğundan bahsediyorlar…” diyerek Peygamber Efendimiz’in kabrini düşmana teslim etmemek için yaşadıkları bu sıkıntı karşısında Allah’ın kendilerine bir lütufta bulunduğunu ifade etmiştir. Fahrettin Paşa’nın bu açıklamalarıyla askerimiz kavurma niyetine çekirge yemiş, çekirge unundan ekmek yapmış, çekirge kurusunu da çerez gibi yiyerek bir süre bu şekilde beslenmiştir.
“SON ERE, SON MERMİYE VE DE SON DAMLA KANA DEK…” MÜCADELE
Yüzyıllardır İslam’ın bayraktarlığını yapan, İslam düşmanlarına karşı canını ortaya koyan bir milletin evladı olan Fahrettin Paşa, yaşanan tüm bu sıkıntılara rağmen askerleriyle birlikte Hz. Peygamber’in kabrinin önünden ayrılmıyor; kendisinin deyimiyle “son ere, son mermiye ve de son damla kana dek…” mücadeleye devam edileceğini adeta haykırıyordu.
Bu sıkıntılı günlerde ortaya konulan direniş, Fahrettin Paşa’nın subaylarından İdris Bey tarafından şöyle dile getiriliyordu:
Yapamaz Ertuğrul evladı sensiz,
Can verir, Canan’ı (s.a.v.) veremez Türkler.
Ebedi hâdimu’l haremeyniniz,
Ölsek de Ravzanı ruhumuz bekler.
Peygamber Efendimiz’e bağlılığın bir göstergesi olan bu şiir İdris Bey tarafından yazılmış olmakla beraber Medine’yi savunan Müslüman Türk askerinin ruhundan fışkırıyordu. İdris Bey askerimizdeki Peygamber sevgisini ortaya koymuştu bu dizelerinde…
 BÜTÜN İSLAM’IN SIRTINI DAYADIĞI YER, MANEVİ GÜCÜNÜN DESTEĞİ: MEDİNE-İ MÜNEVVERE
Fahrettin Paşa ve askerleri böyle bir ruh hali içerisinde iken Osmanlı Devleti İtilaf devletleriyle 30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzalamış ve I. Dünya Savaşı’nda yenilgiyi kabul etmişti. Bu antlaşma uyarınca Fahrettin Paşa’nın en yakın İtilaf Kuvvetleri komutanlarından birine teslim olarak Medine’den çekilmesi gerekiyordu. Ancak Paşa, teslim teklifleri karşısında Mehmetçiğin Medine’yi savunmakta kararlı olduğunu bir Cuma günü Harem-i Şerif’in minberinden şu sözlerle bir kez daha ortaya koymuştu: “… Ey Nas! Malumunuz olsun ki kahraman askerlerim bütün İslam’ın sırtını dayadığı yer, manevi gücünün desteği, Hilafetin göz bebeği olan Medine’yi son fişengine, son damla kanına ve son nefesine dek muhafazaya ve müdafaaya memurdur. Buna Müslümanca, askerce azmetmiştir. Bu asker Medine’nin enkazı ve nihayet Ravza-ı Mutahhara’nın yeşil türbesi altında kan ve ateşten dokunmuş bir kefenle gömülmedikçe, Medine-i Münevvere kalesinin burçlarından ve nihayet Mescid-i Saadet minareleriyle yeşil kubbesinden al sancağı alınmayacaktır! Allahu Teala bizimle beraberdir. Şefaatçiniz O’nun Resulü Peygamber Efendimiz’dir…”
FAHRETTİN PAŞA “TESLİM OL” EMRİNİ DİNLEMİYOR!
Fahrettin Paşa, Hükümet’in ve Harbiye Nezareti’nin “direnişe son verme ve teslim olma” yönündeki emirlerini dinlemiyor, bu konuda üstün bir kararlılık örneği sergiliyordu: “Hükümet, Medine’nin anahtarlarını bir İngiliz yüzbaşısına teslim et, diyor. Böyle bir şey yapmaktansa silahlarımızla dövüşerek ölmek evladır. Buranın teslimi için yalnız harbiye nazırının ve hükümetin emri yetmez, mutlaka Hilafet ve Padişahın bir iradesi olmalıdır.” diyerek direnişe devam ediyordu.
Bu arada başta İngilizler olmak üzere İtilaf Devletleri Mondros Ateşkes Antlaşması’nı bahane ederek Osmanlı topraklarını işgal etmişlerdi. İstanbul da İngiliz işgali altına girmişti. Zor durumda kalan Osmanlı Padişahı, İngiliz baskısıyla, Medine’nin Osmanlı askeri tarafından boşaltılmasını öngören bir irade yayınlayarak Fahrettin Paşa’ya göndermiştir. Ancak Medine’yi bırakmamakta kararlı olan Paşa, “Halife/Padişahın baskı altında kaldığı için böyle bir irade yayınladığını söyleyerek” bu emri de yerine getirmemiştir.
MEDİNE’Yİ GÖNÜLSÜZ TESLİM 
Gelinen noktada mesele içinden çıkılamaz bir hal almıştı. Zira Medine’nin Osmanlı Devleti ile kara ve demiryolu ulaşımı kesilmiş, askerin cephanesi ve erzağı tükenmişti. Bununla beraber Osmanlı toprakları da İtilaf Devletleri’nce işgal edilmişti. Bu nazik durum karşısında Fahrettin Paşa’ya, “Eğer Medine boşaltılmazsa İstanbul’un da İtilaf Devletleri tarafından işgal edileceği” söylenerek Paşa güçlükle ikna edilmiş, Medine’nin teslimini öngören antlaşma gönülsüzce imza edilmişti. Yani devletin elde kalan menfaatleri göz önünde bulundurularak Medine’deki direnişe son verilmişti. Ancak Fahrettin Paşa’nın Medine’den ayrılış sahnesi de üzerinde durulması gereken bir konudur: İslam toplumu için son derece büyük bir öneme haiz olan Medine’yi İngilizlere bırakmamak için her türlü sıkıntıya katlanan, hastalıktan pek çok askerini kaybeden Fahrettin Paşa, gözyaşları içinde son kez Peygamberimiz’in kabrini ziyaret ederek dua etmiştir. Kılıcını İngilizlere teslim etmeyip Peygamber Efendimiz’in kabrinin başına bırakmış ve oradan ayrılmamıştır. Bayrağımı burçlardan indirtmem, Efendimiz’i bırakmam, diye haykıran ve İngilizlere teslim olmayan Çöl Kaplanı Fahrettin Paşa, sonunda, kendi subaylarının ani bir baskınıyla Hz. Peygamber’in kabrinden cebren çıkarılabilmiştir.
Başta, kutsal toprakları sonuna kadar savunan Fahrettin Paşa olmak üzere asırlarca Din-i İslam’ın bayraktarlığını yapan tüm ecdadımızı rahmet ve minnetle anıyoruz. Onlar Çanakkale ve Kut’ül Ammare’den sonra unutulmaz bir destan daha yazmışlar, son kalenin nasıl savunulacağını göstermişlerdir Medine’de… Mekânları cennet olsun…
Gençliğimizin ve gelecek nesillerimizin Fahrettin Paşa ve diğer kahramanlarımızı daha yakından tanıması ve onlara layık bir hayat yaşaması temennisiyle…