MUAVEZETEYN SURELERİN TEFSİRİ
Muavvizeteyn, Felak ve Nas surelerinin ikisine birden verilen isimdir. Muavvizeteyn, Allah’a sığınmayı gösteren iki sure demektir. Bu iki surede Allah, görünen ve görünmeyen, bilinen ve bilinmeyen bütün korkunç ve zararlı şeylerden kendisine sığınmamızı emretmiştir.
113 – Felak
RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA (1)
1 – Otoritelerin çoğunluğuna göre, (9. sure -Tevbe- hariç bütün surelerin başında yer alan) bu ifade Fâtiha’nın ayrılmaz bir parçasını oluşturur. Bu nedenle 1. ayet olarak numaralandırılmıştır. Bütün diğer örneklerde ise besmele, surelerin başında yer alır ve fakat ayet sayılmaz. Rahmân ve Rahîm ilahî sıfatlarının her ikisi de “bağışlama”, “merhamet”, “şefkat” anlamına gelen ve fakat daha da kapsayıcı bir mana ifade eden rahmet isminden (bu ismin masdarından) türetilmişlerdir. İlk zamanlardan bu yana İslam alimleri, bu iki terimi birbirinden ayıran anlam nüanslarını tanımlamaya çalışmışlardır. Bu açıklamaların en ikna edici ve sade olanı İbni Kayyım’a aittir (Menâr I, 48’den naklen): (Ona göre,) Rahmân terimi, Allah’ın Varlığı kavramında içkin (mündemiç) bulunan ve ondan koparılması mümkün olmayan rahmet saçıcılığı vasfını kapsarken, Rahîm, bu rahmetin O’nun mahlukatı üzerindeki tezahürünü ve onlar üzerindeki etkisini, başka bir deyişle O’nun aktivite (faaliyet) tarafını ifade eder.
Müfessirlerin büyük kısmı bu sureyi ve sonrakini (Nâs) Mekke döneminin ilk yıllarına ait görürken, bazı otoriteler (mesela, Râzî, İbni Kesîr) Medine’de nazil olduğu kanaatindedirler, diğer bir kısmı ise (mesela, Beğavî, Zemahşerî, Beydâvî) konuyu açık bırakırlar. Elimizdeki sınırlı delillere bakarak diyebiliriz ki bu her iki surenin de Mekke’nin ilk dönemine ait olması muhtemeldir.
1. DE Kİ: “Sığınırım ben yükselen şafağın Rabbine, (1)
1 – Felak (“şafağın aydınlığı” veya “yükselen şafak”) terimi, çoğunlukla mecazî olarak “bir belirsizlik [dönemin]den sonra hakikatin ortaya çıkışı”nı anlatır (Tâcu’l-‘Arûs): bu nedenle, “yükselen şafağın Rabbi” adlandırması, Allah’ın, hakikatin her şekildeki idrakinin kaynağı olduğuna ve bir kimsenin O’na “sığınması”nın hakikatin ardında koşmak ile eş anlamlı olduğuna işaret eder.
2. O’nun yarattıklarının şerrinden,
3. ve bastıran kapkara karanlığın şerrinden, (2)
2 – Yani, ümitsizliğin karanlığından yahut ölümün yaklaşmasından. Bu dört ayetin tümünde (2-5. ayetler) “şerr” terimi, yalnız objektif değil, aynı zamanda sübjektif bir muhtevaya da -yani şerr korkusu- sahiptir.
4. karanlık işlere düşkün (3) tüm insanların şerrinden,
3 – Lafzen, “düğümlere üfleyenler (en-neffâsât)”: İslam öncesi Arabistan’ında geçerli olan ve bundan dolayı, klasik Arapça’da bütün esrarengiz uğraşları tanımlamak için kullanılan deyimsel bir ibare; muhtemelen bir ipe birçok düğüm atıp ona üfleyen ve bu arada bazı sihir tekerlemeleri söyleyen “büyücülerin” ve “üfürükçüler”in uygulamasından çıkarılmıştır. Neffâsât’ın müennes olması, Zemahşerî ve Râzî’nin işaret ettikleri gibi, mutlaka “kadın”ları kasdettiğini göstermez, fakat genel olarak “insanoğlu”nu ifade ettiğini gösterir (enfus, tekili nefs, gramatik olarak müennes bir isimdir). Zemahşerî, yukarıdaki ayet ile ilgili yorumunda, bu tür uygulamaların ve aynı şekilde “sihir” kavramının gerçekliğine ve etkilerine inanmayı kesinlikle reddeder. Benzer görüş Muhammed Abduh ve Reşid Rıza tarafından -daha ayrıntılı bir şekilde ve mevcut psikolojik bulgulara da dayanarak- ifade edilmiştir (bkz. Menâr I, 398 vd.). Açıkça akıl dışı bulunmalarına rağmen müminin bu tür uygulamalardan “Allah’a sığınma”sının emredilmesinin sebebi, -Zemahşerî’ye göre- bu tür meşguliyetlerin günah oluşunda (bkz. sure 2, not 84) ve bununla uğraşanlar için zihinsel bir tehlike taşımasında yatmaktadır.
5. ve kıskançlık duyduğunda kıskancın şerrinden.” (4)
4 – Yani, başka bir kimsenin kıskançlığının kişinin hayatı üzerinde doğurabileceği -moral ve sosyal- etkilerden ve kişinin kendisinin kıskançlık şerrine kapılmasından. Zemahşerî, bu bağlamda Halife Ömer b. Abdülaziz’in (fazileti ve dürüstlüğü sebebiyle “İkinci Ömer” olarak anılır) bir sözünü nakleder: “Başkasını kıskanandan daha mazlûm görünen bir zâlim düşünemiyorum”.
114 – Nas
RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA (1)
Bu surenin yakından ilişkili olduğu bir önceki surenin (Felak) giriş notuna bakınız.
1. DE Kİ: “Sığınırım ben insanların Rabbine,
2. insanların Hakimine,
3. insanların İlahına;
4. fısıldayan sinsi ayartıcının şerrinden,
5. insanların kalbine fısıldayan; (1)
1 – Yani, “Şeytan” (Râzî’nin işaret ettiği gibi, kelimenin en geniş anlamıyla; bkz. sure 14, not 31).
6. görünmez güçler[in] ve insanlar[ın bütün ayartmaların]dan”. (2)
2 – Bu ayet, Ek III’te açıklanmaya çalışılan cinneh (cinn ile eş anlamlı) kavramı ve teriminin Kur’an’da ilk kullanıldığı yerdir. Yukarıdaki bağlamda terim, muhtemelen insan bünyesinin karşı karşıya bulunduğu ve doğru ile yanlış arasında ayrım yapmamızı zaman zaman güçleştiren görünmez, esrarlı tabiat güçlerini göstermektedir. Ancak, Kur’an’ın son suresinin bu son ayeti ışığında bakıldığında, kendilerinden Allah’a sığınmamız emredilen “görünmez güçler”in, kendi kalplerimizin körlüğünden, ihtirasımızdan ve atalarımızdan bize geçen sakat anlayış ve bâtıl değerlerden kaynaklanan şeytanî eğilimler olduğu sonucuna varırız.
SONUÇ:
Sığınılacak tek limanın Allah olduğunu ve o limana şucu veya bucu olarak değil, Hz.Muhammedin kaptanlığıyla İslam gemisiyle gitmek gerektiğini öğrendik. Ayrıca Üç kötü Huyu ve Beş güzel Huyu öğrendik:
1-HASED:Bende yok, onda da olmasın.
2-BUHL: Bende var, onda olmasın.
3-ŞUHL: Ondaki benim olsun.
4-GIPTA: Onda var, bende de olsun.
5-SEHÂVET: Bende var, onda da olsun.
6-İSÂR: Benim değil onun olsun.(Haşr-9)
7-CÛD: Bende yok ama, onda olsun.
8-FAKR: Onda yok, bende de olmasın.