Menü Kapat

SENDEKİ DERT Mİ YOKSA DERMAN MI?

SENDEKİ DERT Mİ YOKSA DERMAN MI?

Sizden öncekilerin başına gelen sıkıntı ve zorluklar, sizin de başınıza gelmeden Cennet’e gireceğinizi mi sandınız? Onlara dokunan sıkıntı ve zorluklarla öylesine sarsıldılar ki Resul ve onunla birlikte olan müminler, “Allah’ın yardımı ne zaman?” dediler. İyi bilin ki Allah’ın yardımı yakındır.

Bakara-214

اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُمْ مَثَلُ الَّذٖينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْؕ مَسَّتْهُمُ الْبَأْسَٓاءُ وَالضَّرَّٓاءُ وَزُلْزِلُوا حَتّٰى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذٖينَ اٰمَنُوا مَعَهُ مَتٰى نَصْرُ اللّٰهِؕ اَلَٓا اِنَّ نَصْرَ اللّٰهِ قَرٖيبٌ

 

Hz. Peygamber Aleyhisselam şöyle buyurdu: “Sizden önceki ümmetler içinde öyle kimseler vardı ki, demir tarakla derileri, etleri soyulup kazınırdı, testere ile tepesinden ikiye bölünürdü de yine bu işkenceler onları dininden geri çevirmezdi. Allah Teala elbette bu işi (İslamiyet’i) tamamlayacaktır. Öyle ki, hayvanına binip, San’a’dan Hadramut’a kadar tek başına giden bir kimse, Allah’tan başkasından korkmayacak, koyunları hakkında da kurt saldırmasından başka bir endişe duymayacaktır. Fakat siz acele ediyorsunuz.” [Buhari]

Dertsiz insan var mıdır? Kendimizi yokladığımızda ve çevremize baktığımızda Dertsiz insan yoktur? deriz muhtemelen.  İnsan neleri dert edinmez ki? Kendini, eşini, evladını, evini, vatanını, milletini, inancını, dinini dert edinir. Bazı insanların derdinden öldüğü şeyler, bir başkası için bir anlam ifade etmez. Bazen derdini söyleyene: Seninki de dert mi? Bu derdi nimet sayan nice insan var? deriz.

 

Hangi önemde/derecede olursa olsun dert sahibi olmak iyidir. İnsanı insan yapar, dinç tutar, ilerisi için ümit verir, hayal kurdurur dertler. Yani dertli olmak aslında kötü bir şey değildir, belki gerekliliktir de. Tabii burada bir konuyu gözden kaçırmamakta fayda var. Neyi dert ediniyoruz? Ya da Derdimiz Nedir??.

Büyük Alim İsmail fakirullah hazretlerinin dediği gibi, “Bilirsen uzağın yakınındır bilmezsen yakının uzağındır.”

Elde etmeyi ya da kurtarmayı düşündüğümüz şeyler derdimizdir? Hani bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim? diye bir söz var ya onun gibi bana derdini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim?. İnsanlara örnek ve önder olanlar, büyük işler başaranlar hep dertli insanlardır. Ancak, derdi olanlar hedefe ulaşmak için yılmadan, yorulmadan çaba gösterirler. Dertlerinden içleri sıkılır, rüyalarını dertleri istila eder, uyandıklarında kan-ter içinde kalmışlardır çoğu zaman. Onunla yatar, onunla kalkarlar. Öyle bir derttir ki: Bir derdim var, bin dermana değişmem? dedirtir. Öyle bir dert ki: Derman arardım derdime, derdim bana derman imiş? dedirtir. Öyle bir dert ki: Hedefe ulaşıncaya kadar gülmeyeceğim, eğlenmeyeceğim, durmayacağım, yorulmayacağım? dedirtir. Öyle bir dert ki insanı Şah İsmail Hatayi yapar, Yunus Emre yapar, Selahaddin-i Eyyubi yapar. Ancak dikkat etmek lazım; sahip olduğumuz dert kıymete gelir bir dert olmalı, işin en esaslı noktası burası. İnsanın derdi, insanı Allah´ın rızasına ulaştırmalı.

Tanzimat yıllarında İç Anadolu´nun büyük şehirlerinden birinde Ulucamide va´az veren bir hoca vardı. Hoca her gün kürsüden va´azını verir, sözü bitince kürsüye elini şiddetle vurur ve Çoban çaldı düdüğü? der, kürsüden inerdi. Bu hal senelerce devam etti. Bir gün cemaattan bazıları sordular: Hocam, senelerdir, Çoban çaldı düdüğü? deyip duruyorsunuz. Bunun hikmetini anlayamıyoruz. Lütfedip izah etseniz deyince Hocaefendi şöyle anlattı:

Evlatlarım! Vaktiyle medresede talebe iken bir bayram tatili sebebiyle arkadaşlarımla medreseden evimize dönüyorduk. Namaz vakti yaklaşınca gölgelik bir yer aradık, hem soluklanalım hem namazımızı kılalım diye. İlerde bir ağaç gördük, yaklaşınca bir sürü fark ettik.  Çobanda bizi fark etmiş. Sarığımızdan ve kıyafetimizden bizim medrese mollası olduğumuzu tahmin etmiş, çok severmiş mollaları. Yanına varınca bizi kucakladı. Namazlarımızı cemaatle kıldık. Çoban bize azığında ne varsa ikram etti, beraber yedik. O zaman çoban dedi ki: Haydi herkes içinden bir niyet tutsun ve niyetin kabulü için beraberce dua edelim?. Hepimiz içinden bir niyet tuttu ve hep beraberce dua ettik, dileklerimizin kabulünü istedik. Dua bitince çoban dedi ki: Şimdi herkes, aklından geçirdiği duasını söylesin? Bunun üzerine arkadaşlarımdan birisi: Ben fetva kuruluna üye olmayı murad ettim?, diğer arkadaşım ?Ben medresemize muallim olmak diledim? dedi. Ben de dedim ki: Memleketimdeki Ulu camiye vaiz olmayı Rabbimden niyaz ettim? dedim. Çobana sorduk ne niyet ettin diye. Çoban : Ben de Allah´ın ve Peygamberinin razı olduğu bir kul olarak hayat sürüp, iman-ı kâmil üzere ruhumu teslim edip cennete girmeyi diledim, Rabbim´den? dedi.

 

Evlatlarım! Aradan zaman geçti. Arkadaşlarımın biri fetva kuruluna üye, diğeri de medresemize hoca oldu. Ben de bildiğiniz gibi senelerdir burada Ulu Cami´de vaaz ediyorum. Bizim duamız kabul olduğuna göre çobanın da duası kabul olmuş görünüyor. Biz dünyalık istedik, o ebedî kurtuluş istemiş, muhtemelen kurtulmuştur da. Bir çoban kadar basiretli olamadığım için hayıflanır dururum. Demek ki ilim de yetmiyormuş, basiret ve izan olmayınca!?.

Uhud Savaşında Hz. Sümeyrâ’nın babası, kocası, kardeşi ve oğlu da şehid oldu!

Habbâb b. Erett radıyallahu anhu anlatıyor:

Rasûlullah (s.a.v) Ka’be’nin gölgesinde kaftanını yastık ederek dayandığı bir sırada yanına vardık. “Yâ Rasûlallah! Bizim için Allah’a duâ edemez misin? Allah’tan yardım dileyemez misin?” dedik. (Kureyş müşriklerinin işkencelerinden şikâyet ettik) Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v)’ın rengi değişti ve şöyle buyurdu:

“Sizden önceki ümmetler içinde öyle kimseler bulunmuştur ki, (zalimler tarafından) yakalanır, onun için yerde bir çukur kazılır, o kişi o çukurun içine gömülürdü. Sonra büyük bir testere getirilir, onun başı üzerine konulurdu da cesedi ikiye bölünürdü, fakat bu onu dinden döndürmezdi. (Bir başkasına da benzer işkenceler uygulanır); demir taraklar ile etinin altındaki kemiği ve sinirleri taranırdı da, bu işkenceler o mümini dîninden çevirmezdi.

(Sahâbîlerim!) Size yemîn ederek söylüyorum ki, Allah bu işi (İslâm dînini), mutlaka tamamlayacaktır. Öyle ki, bir süvârî San’â’dan Hadramevt’e kadar (tek başına) yolculuk edecek de Allah’tan ve bir de (yolcu koyun sahibi ise) koyunlarına kurdun saldırmasından başka hiçbir şeyden korkmayacaktır. Fakat sizler acele ediyorsunuz!.”( Buharî)

SÖYLESENE BU SENDEKİ DERT Mİ YOKSA DERMAN MI?

Niyâzî-i Mısrînin dediği gibi “Derman arardım derdime derdim bana derman imiş.”

Aradığımız derdin çaresi belkide derdin ta kendisi imiş bilemiyoruz.

Dertten hâlî değildir mümin bu dünyada hiçbir zaman.

Çünkü dertsizlik diyarı burası değil, orası Cennet.

Hâl böyleyken bize düşen de dertlerden kurtulmaya çalışmak değildir; zaten dertsiz kalmak bu dünyada mümkün olmayacaktır.

Bize düşen, dertlerimizle kul olmaya bakmak… Tabiri caizse, dertlerimize sımsıkı sarılmak…

Çünkü dert, yaratılış gayemiz olan kulluğa sevk eder bizi…

Dert bizi duaya koşturur, dünyaya küstürür.

Dert bizi Rabbimizle dertleştirir, Rabbimizi bize sırdaş eder.

Eğer hakikatini bilirsen, derdin ganimettir sana.

Hatta dermanındır.

Derdini seversen Allah’a yakın kıldığı için seni,

o bir misafir olarak görevini yaptıktan sonra kalkıp gider ve geride sadece Allah’la baş başa geçen zamanının lezzetini bırakır.

Biraz daha derinlere inelim, ne dersin?

Ey içim, ben sana dökeyim, sense yazıya. Belki hem bana şifa olur hem kağıda, hem de kağıt beyazındaki mümin sadırlara…

Öyle anlar olur ki adına “çıkmaz” dersin. Hiçbir çıkış yolu göremez gözbebeklerin. Nereye kafanı çevirsen dağlar gibi duvarlar vardır, derin ve dar bir su kuyusunun içinde görürsün kendini. O hâlin içinde hapsedilmişsindir. Belki de o hapishanede yiyecek rızkın, içecek suyun vardır; sen bilmezsin. Elindeki tek sermayeye yani sabra sarılır ve kurtarılmayı beklersin. Çünkü bildiğin bir şey varsa o da şudur ki sen kaderin mahkumusundur, kader ise hiç şüphesiz âdildir. Âdil olan kaderin hükmüne ikna etmek için kalbini, imanına yapışırsın. Çare namına bir tırnaklık kadar yer açıklık göremez o karanlıkta gözlerin. Ama “çaresizim” demeye de varmaz dilin. Çünkü adını anmak bile şifa olan bir Allah vardır…

O’nun rahmeti sadece bu zindana has değildir ki! Bunu düşündüğünde fark edersin: aslında seni bu zindana atanın da o rahmet olduğunu.

Bu hep böyle gelmiştir, böyle gidecektir. İman etmekle imtihan edilmekten kurtulacağız sandığımız her an yanılacağızdır. Hayır, iman eden imtihan edilir. Ne kadar büyükse imanın o kadar çıkmazlara koyulursun.

Öyle ya, gül padişahının yanında silahına davranmış dikenler vardır.

Çünkü o padişah korunmaya ve kollanmaya değen kişidir.

Yani iman nasip işi olduğu gibi imanın muhafızı imtihan dahi nasip işidir…

İmtihan nimettir…

Ayetler bir kulağından girip diğerinden çıkmasın ey içim! Ayetlerin sesini yüreğine götür ve her an devridaim eden kanınla tekrar tekrar kalbinde yankılansın!

“Şüphesiz güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Gerçekten, güçlükle beraber bir kolaylık vardır.” (İnşirah Sûresi 5-6)

Ve imtihan ne kadar güçse Cenab-ı Hakk da beraberinde o kadar kolaylık verir sana.

Ama bu hemen olmaz. Senin samimiyetin bu süreci belirler. İman varsa dert yoktur diye bir şey olur mu, imanın ne kadar çoksa derdin de o kadar işin içinden çıkılmaz olur. Öyle çıkmazda olursun ki her ne tarafa baksan kapısı penceresi olmayan kurşundan bloklarla etrafın sarılıdır, içinden röntgen ışınları bile çıkamaz… Gözlerin kendine döner ve kendini ise apaciz bulursun. Ama yine de asla “çaresizim” demeye dilin varmaz. Çünkü imanın kadar bilirsin ki “Allah var! Allah çare olarak yeter…”

Bu hep böyledir. Kul işin içinden çıkamaz. Artık öyle bir hâlde olursun ki şunu söylersin “Beni bu hâlden Âlemlerin Rabbinden başkası kurtaramaz. O’ndan başka kimsenin buna gücü yetmez.”

İşte o an anlarsın ki; meğer gerçekten Allah’tan başka ilah yokmuş, meğer gerçekten de O’ndan başka hak mabud yokmuş.

Biliyor musun, Cenab-ı Hakk’ın seni bütün bu çıkmazlara sokuşu da işte tam bu yüzdendir. Bu hakikati anla diye… Yunus Aleyhisselama zifrin en karanlık tonunda olan bir gecede, uçsuz, karanlık, soğuk suların içinde bir balığın karnında yapayalnızken; geceyi, denizi, balığı hizmetkâr kılan bunu anlamasıydı. “Subhansın ya Rab, Senden başka ilah yok.” deyip aczini itiraf edişiydi…

Yani Allah’ın kim olduğunu hakkalyakin tanıyıp kendinin de KUL olduğunu anlamasıydı.

Kulluk için yaratılan bir kulun hayatını çıkmazlara sokan Allah, elbette kuluna zulmetmek için yapmaz bunu. Dedim ya, seni bu zindana atan da o rahmetin ta kendisidir. O’ndan başka ilah muamelesi yaptığın hangi aciz mahluk varsa etrafında, onlarla çevrili o hapishaneden kurtarmak için kulunu çıkmaza sokar Allah. O zaman anlar ki kul; bu çıkmaz sokaktan çıkış, ancak secde secde miraç ile olur…

Cahiller için son çare Allah’tır, ârifler içinse “tek çare”…

İnsan bu çıkmazdan ancak çaresiz olmayıp Allah’ın tek çare olduğunu anlamakla kurtulur.

Bu hep böyledir.

Hazreti İbrâhîm, ateşe atılmak üzere mancınığa koyulduğu zaman çıkmazdaydı.

Ama ateşe atılmadan önceki son sözü “Allah bana yeter, O ne güzel vekildir.” idi.

Hz. Yakub, ciğerparesine tuzak kurulup “Onu kurt yedi.” dediklerinde çıkmazdaydı.

Ama sözü “Artık bana düşen, güzel bir sabırdır. Anlattıklarınıza karşı yardımı istenilecek de ancak Allah’tır.” olmuştu.

Yûsuf Peygamber ıssız bir yerde bir kuyuya atıldığında çıkmazdaydı.

İftiraya uğradığı zaman, çıkmazdaydı.

Yıllarca bir zindanda kalırken, çıkmazdaydı.

Ama dünya yüzüne gülüp her şey yoluna girdiğinde sözü “Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada ve ahirette sen benim velimsin. Benim canımı Müslüman olarak al ve salihlere kat.” oldu…

Rasûlullah (ASM), canından çok sevdiklerine 3 yıl boykot uygulandığı zaman çıkmazdaydı;

Ama “Allah bizimle beraberdir.” demek O’na korkmamak için yetmişti…

İnanan, Rabbinin sonsuz rahmetine ve her işteki hikmetine itimad eden adamdır.

İnananın güveni, kar yağan dağlara değildir.

Bu güven, El-Emin olan Resûlullah’ın bir an bile güvenmekten pişman olmadığı Allah’adır!

Başında kılıçla “şimdi seni benim elimden kim kurtaracak?” diye bekleyen müşriğe “Allah!” diye haykırtan ancak bu sarsılmaz imanıdır…

O’nun güveni, resulü olduğu Allah’adır.

Yani içim, sen Rabbinin hadsiz rahmetinden ve hikmetinden asla şüpheye düşme. Kul olduğunu ve Rabbinin kim olduğunu ise asla unutma.

Dünya hayatı kâfirlere süslü ve sevimli gösterildi. Bu sebeple iman edenlerle alay edip dururlar. Halbuki Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, kıyâmet günü onlardan üstün olacaklardır. Allah dilediği kimseyi hesapsız rızıklandırır.(Bakara-212)

Kadınlara, oğullara, yüklerle altın ve gümüş yığınlarına, iyi cins salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere olan düşkünlük isteği insanlara câzip gösterildi. Bunlar, dünya hayatının geçici birer metâından ibarettir. Asıl varılacak güzel yer, Allah yanındadır.

(Ali imran-14)

Dinlerini bir oyun ve eğlence edinen, kendilerini dünya hayatı aldatmış o kimseleri kendi hallerine bırak. İnsanlara Kur’an ile şunu hatırlat: Herkes kendi yaptığı günahlar yüzünden hesaba çekilecek. O zaman insanın Allah’tan başka ne bir yardımcısı ne de bir şefaatçisi olacak. Azaptan kurtulmak için her şeyini fidye olarak vermek istese bile yine de kabul edilmeyecek. İşte onlar işledikleri günahlar yüzünden helâke sürüklenmiş kimselerdir. İnkârlarından dolayı onlara kaynar sudan bir içecek ve can yakıcı bir azap vardır.

(Enam-70)

Onlardan bazı kimselere verdiğimiz dünya hayatının süsü ve debdebesinden ibaret olan geçimliklere gözün kaymasın! Biz bu nimetlerle onları imtihan ediyoruz. Unutma ki, Rabbinin senin üzerindeki nimeti ve âhirette sana vereceği rızık hem daha hayırlı, hem çok daha devamlıdır. (Taha-131)

Eğer size bir sıkıntı isabet ederse, başka halklara da benzeri sıkıntı isabet etmiştir. Bu günleri, insanlar arasında döndürüp dururuz. Bu, Allah’ın içinizdeki gerçek inananları ayırt etmesi ve gerçeğin tanıklarını belli etmesi içindir. Allah, zalimleri sevmez. (Ali imran-140)

Görmüyorlar mı ki her yıl bir veya iki defa musibetlerle sınanıyorlar da yine tövbe etmiyorlar ve ibret almıyorlar.(Tevbe-126)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir