MAKALELERİM DUA ve VEDA!
01.10.2014 ‘Dua’da asıl hedef kulun kendi durumunu Allah’a arz etmesi (sunması) olduğuna göre, bu, kul ile Allah arasındaki - “Derdim benim çok büyük bir Rabbim var” de. -Çok günahkârım, der. Benim için dua eder misiniz? -Yâ Rabbi, der. Bir günahkâr, bir diğerinden dua istiyor. İkisini de affeyle. -“Ya rabbi bana bir ayakkabımın olmasını nasip eyle!” diye. Yanında da zengin biri bunu duymuş. Hemen bir ayakkabı parası vermiş ve: -“Allah’ı meşgul etme!? Ben büyük bir ihalenin benim olması için dua ediyorum” demişmiş. Bu ne rezalet yahu!... Haşa Rabbimiz yarattıklarının duasının hepsini birden duyar ve meşgul olmaz. Böyle fıkraları ne anlatalım ve anlattıralım. IV. Mehmet’in tahsildarı Kara Abdullah’ın oğlu sıtmaya yakalanmış. Şöyle dua etmiş: -“Rumeli kazaskerlerin günahı daha çoktur. Daha kuvvetli hastalıklarda kullanırım” demiş. Tabii duayı herkes yapıyor. Ama kafiyeli mi olmalı, belli gece veya saatlerde mi yapmalıyız. Duamız kabul olmadıysa sebebi bunlar mı? Hayır!.. Samimiyet ve kulluğumuzla alakalıdır.. Cumhuriyetten önce, Harput (Elazığ)’un Çarsancak adlı kasabasında, beylerden biri (galiba Mehmet Bey) Harput’un şair ve nüktedan âlimlerinden Nusret Efendi’ye gelir, kendisine, hiç kimsenin bilmediği etkili bir dua öğretmesini ister. Nusret Efendi kendi lisanıyla anlayarak ve içten dua etmenin daha faziletli olduğunu söylemiş. Ama nafile, illa da Arapça ve kimsenin bilmediği bir dua diye ısrar etmiş. Nusret Efendi de ona şu duayı öğretir : “Allahümmec’alni dubben kebiren fi cebelil azim”. Dualarımız; ister Türkçe, ister Arapça olsun. Anlamını bilerek, sade ve içten yapıldığı zaman güzel ve makbuldür. Rabbimiz duamızı kabul eyleye!.. Âmin dediniz mi? Dualara âmin diyerek iştirak ederiz. Ama sonra yan gelip yatamayız. Gereğini yapmalıyız.Bana da dua ediniz! Son yazım olması hasebiyle tüm okurlarımızdan haklarını helal etmelerini rica ediyorum.Din görevliler haftasına girdiğimiz bu hafta dolayısı ile, şu sözlerle bitireyim: İman, kalbin imamıdır. Kalp, insanın imamıdır. İnsan, yeryüzünün imamıdır. Yeryüzü, gezeğenlerin imamıdır. Cami, şehrin imamıdır. İmam, cemaatin kalbidir.” Allaha ısmarladık... Vakıa'yı Ebû Mahzûra'nın kendi ağzından dinleyelim; Beyhakî'nin es-Sünenü'l-Kübrâ'da kaydettiği bir rivayette Ebû Mahzûra şöyle anlatır: "Biz on kişilik bir gruptuk. Huneyn yolunda (Ci'irrâne'de) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a katıldık. Hz. Peygamber'in müezzini namaz için ezan okudu. Biz, müezzinle alay etmek gayesiyle söylediklerini tekrar etmeye başladık. Resûlullah, sesimizi işitmişti, bizi yanına çağırdı. "Kulağıma gelen ses hanginizin?" diye sordu. Arkadaşlarım beni işaret ettiler. Bunun üzerine onlara gitmelerini söyledi. Bana da dönüp: "Bârekallah!" dedi. Ben cesarete geldim ve: "Ey Allah'ın Resûlü, emret Mekke'de müezzin olayım!" dedim. Budistler, çocuklarına dinlerini sevdirmek için; çocuklarının istediği bir oyuncağı veya yiyecek-giyeceği alıp Budist rahibine veriyorlar. Baba çocuğuna dondurma veya çikolata vaadi ile ayine götürüyor. Ayinden sonra, çocuğunu Budist rahibinin yanına götürüyor. Budist rahibi okşuyor ve öperek babasının getirdiği hediyeyi ona veriyor. Çocuk rahibin şahsında Budistliği seviyor. Hediyeyi açınca şok oluyor. Çünkü istediği ve babasının almadığı kırmızı araba olduğunu görüyor. Sevinci bir kat daha artıyor. -“Ben bu camiye bir daha gelmem.” dedi. Niyeymiş? Çünkü Yaşar hoca çocuklara kızmamıza bile müsaade etmiyormuş. Ne yazık ki; -“Çocukların olduğu camiye gitmem” diyecek kadar ileri gidenler var. Cem Karacanın yaşadıklarını bilmeyen yoktur.Benzer vakıalar gün geçmiyor ki bir camide olmasın!.. Hz. Zübeyir anlatıyor: "Bir gün gözümle gördüm Peygamber Efendimiz secdede iken Hasan geldi, sırtına bindi çocuk kendiliğinden ininceye kadar Peygamber Efendimiz de onu indirmedi. Peygamber efendimiz namazda iken bacaklarını açar, Hasan da bir taraftan girer, öbür taraftan çıkardı" 11.04.2014 Mahatma Gandhi; “Düşüncelerine dikkat et; sözlere dönüşüyorlar, sözlerine dikkat et; eyleme dönüşüyorlar, eylemlerine dikkat et; alışkanlıklarına dönüşüyorlar, alışkanlıklarına dikkat et; kişiliğine dönüşüyorlar, kişiliğine dikkat et; kişiliğin kaderin oluyor..!”diyor. Böyle gelmiş, böyle gider deyip yanlışlara ses çıkartmadan yan gelip yatamayız. Yoksa beş maymun hikâyesindeki gibi neden dayak yediğimizi bilemeyiz: Kafese beş maymunu koyarlar, ortaya da bir merdiven ve tepesine de iple muzları asarlar. Her bir maymun merdivenleri çıkarak muzlara ulaşmak istediğinde dışarıdan üzerine soğuk su sıkarlar. Her bir maymun aynı denemeye giriştiğinde çok soğuk suyla ıslatılır, bütün maymunlar bu denemeler sonunda sırılsıklam ıslanırlar. Diğer dört maymundan yeni gelen ikisinin, en yeni gelen maymunu niye dövdükleri konusunda hiçbir fikirleri yoktur. Son olarak en baştaki ıslanan maymunların dördüncüsü ve beşincisi de yenileriyle değiştirilir. Tepelerinde bir salkım muz asılı olduğu halde artık hiçbiri merdivene yaklaşmamaktadır. Bizce böyle gelmemeli ve böyle gitmemelidir. Dinimizde olmayan hurafelerle her şeye rağmen mücadele etmeliyiz. El âlem ne der? Rahatımız bozulur mu? Gibi kaygılara girmemeliyiz. Eskiden de günümüz de de iki türlü din anlayışı var: 1-El Âlemin Dini: İslam’da olmayan şeyleri dindeymiş gibi gösteren hurafeler… Onlara: "Allah ne indirdiyse, indirdiğine tabi olun!"dendiği zaman: "Hayır, biz atalarımızı neyin üzerinde bulduksa, onun ardınca gideriz." diyorlar. Ya şeytan onları cehennem azabına çağırıyor idiyse de mi onlara uyacaklar? (Lokman s.-21 ) 2- Allah’ın Dini: Kur’an ve sünnetin oluşturduğu dinin aslıdır. "Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar (hiçbir kimsenin kınamasına aldırmazlar). Bu, Allah'ın, dilediğine verdiği lütfudur. Allah'ın lütfu ve ilmi geniştir."(Mâide s.- 54) Kutlu Doğum haftasına giriyoruz.Bu haftayı fırsat bilip, dinimizi kulaktan dolama (Ataların dini)'yı terk etmeliyiz.Kaynağından (Kitap-Sünnet) öğrenmeli,öğrendiklerimizi yaşamalı ve yaşadıklarımızı anlatmalıyız.Vesselam!.. "Kutlu Doğum Haftanız Kutlu olsun!.."
10.03.2014 Çanakkale; paylaşılmak ve tarihten silinmek istenen bir Cihan İmparatorluğu içinden kahraman bir milletin varlığını bütün dünyaya ispat ettiği, tarihte eşine rastlanamayacak kadar muhteşem bir milli duygu, milli inanç, istiklâl, kahramanlık ve milli şahlanışın başlangıç noktasıdır. Baştanbaşa bir destandır Çanakkale.. Mehmetçiğin aslanlaştığı aynı zeminde şefkat kahramanı kesildiği.. yokluğun varlığa galebe çaldığı.. imanın zaferinin bayraklaştığı.. toptan bir milletin istikbalini pazara çıkarıp ölüm kalım mücadelesi verdiği yerdir Çanakkale... Japonların maziden çok iyi ders aldıklarını, Hiroşima ve Nagazaki’nin bir kısmını II. Dünya Harbi sonundaki durumuyla aynen bıraktıklarını, çocuklarını önce modern fabrikaları gezdirip ardından bu iki şehri ve tahribin boyutlarını gezdirip göstererek, “Eğer siz, çalışmaz ve o modern fabrikaları daha da ileri götürmezseniz, birileri gelir yine sizin memleketinizi bu hale çevirir” şeklinde ders verdiklerini okumuştum. Tarihten ders alabilen milletlerin geleceğe daha güvenle bakacakları da bilinen bir gerçektir. Çanakkale Zaferini zafer yapan birkaç tabloyu hatırlamakla tarihten ders alalım: Anneler çocuklarını savaşa gönderirken ağlamıyor,ağlatıyordu!.“...Oğlum Hüseyin!.. Dayın Şıbka’da, baban Dömeke’de ağaların da sekiz ay evvel Çanakkale’de yatıyorlar. Bak son yongam sensin! Minareden ezan sesi kesilecekse, caminin kandilleri körlenecekse sütlerim haram olsun, öl de köye dönme! Yolun Şıbka’ya uğrarsa dayının ruhuna Fatiha okumayı unutma! Haydi oğul, Allah yolunu açık etsin.” diyerek yolluyordu!.. 8.5 ay süren kanlı çarpışmalarda binlerce ton mühimmat kullanılmıştır. Piyade ve Makinalı tüfekler karşılıklı ateş etmeleri esnasında 10 milyonda bir ihtimal olan çarpışan mermiler meydana gelmiştir.Çanakkale'de metrekareye 6000 mermi düştüğü belirlenmiş.Bu ne demektir? 1 metrekareye 6000 mermi demek her bedene 3000 mermi demektir. Bu kadar mermiyi o güzelim bedenine yeme pahasına vücutlarını neden siper ettiler dersiniz? Çanakkale Harbi'nde yaralı çok,tedavi için gerekli malzeme yok...İlk etapta yarası kısmen küçük olan askerler iyileştirilirmiş ve O yaralı askerler de hemen savaşa devam edermiş.Ağır yaralı,ümit kesilmiş Mehmetçikler ise önce acıları dindirilir daha sonra da bir kenara bırakılırmış. Bir ağır yaralı asker getirirler.Doktor onu bir kenara bıraktırır."Ölünce bana haber verin" demiş.Vaktim olunca ben gidip ziyaret ederim.Bulmama kolaylık olsun başucuna bir tahta çakın ve üzerine "Doktorumuzun oğluydu" yazın!...demiş. Çanakkale savaşından hemen sonra Çanakkale’den Erzurum’a yürüyerek giden bir gazimiz: "Top arabalarının katırlarının pisliklerinden topladığımız arpaları yiyerek hayatta kaldım…” diyor. N.Fazıl'ın diyor ki; "Ben Türkiye'yi Yerin Üstündeki 35 Milyon Ölünün değil, Yerin Altındaki 35 Milyon Dirinin Koruduğuna İnanırım." N.Fazıl'ın dediği gibi olduğu için Cihan devleti olmuşuz.Bizi bölmeye-parçalamaya çalışanlar başarılı olamamıştır. "Her yıl 25 Nisan günü dünyanın öbür ucundan gelerek Şafak Duası yapan Anzaklar’ın torunları kadar olamaz mıyız?” Olamazsak, Çanakkale'yi işte o zaman kaybettik demektir? Ne dersiniz?!. "KUTLU YOLCULARA" SELAM OLSUN! 20.01.2014 Kalplerine “Gül” kokusu çökenler, “Lebbeyk, Lebbeyk..” diye yola çıkanlar, Bir büyük sevâbı işleyip gidin; Yeni bir hayata başlayıp gidin… Bir sancak altında kaç milyon insan, Ne tenleri benzer, ne dilde lisan... Olmuşlar... Tek yürek, tek beden de can; İnsanlığı göreceksiniz... Beytullah'ta siz... Bir damla misâli, kapılmış sele; Zengin, fakir, paşa, nefer elele... Yan yana secd'eder, sultanla köle; Mahşerle tanışacaksınız.. Beytullah'ta siz... Yedi bağın gülü, aynı destede, Yetmiş iki millet, aynı listede, Kaç milyon ''Âmin'' der, aynı bestede; Tevhîd'le haşrolacaksınız.. Beytullah'ta siz... Rabb'in o davetli misafirleri; Doldurmuş, Mekke'de her karış yeri. Dillerinde dinmez, ''LEBBEYK'' sesleri, Arş'a yollar göreceksiniz.. Beytullah'ta siz... Bir zaman derdim ki: ''Yâ Rabbî neden, Bir daha istiyor, bir kere giden?'' Meğer bilemezmiş, insan gitmeden; Aldım cevabımı... Beytullah'ta ben... Gördüm ki; bu dünya bir oyalanma, Halime bakıp da, mutluyum sanma. Bedenim Kâbe'den uzakta amma; Gönlümü bıraktım... Beytullah'ta ben... LÜTFEN "KIŞ" MESAJINIZI OKUYUNUZ!. 29.12.2013 Kainat da bir kitaptır.Sık sık bakışımızı kâinata çevirmekte, kudret, ilim ve irade kaleminin kâinattaki icraatına dikkatlerimizi çekmekte ve müminleri tefekküre ve araştırmaya sevk etmektedir: Onun için hayatımızın kışını Bahara çevirmek için Rabbimizin bize her yıl mesajıdır bu Kışda!..Rabbim, Mesajımızı anlamayı, anlayıp yaşamayı ve yaşayıp anlatmayı nasib eylesin!..Vesselam!..
Kim binmek istemezdi ki; o insanlık gemisine!Kim olmak istemezdi,mavinin bir tonu!..Kim şehid olmak istemezdi, İbrahim, Ali Haydar, Cevdet, Çetin, Necdet, Furkan, Fahri ve Cengizeyn! Ama bu nasib meselesiydi!..Kimi emekli olup,çoluk-çocuğunu everip,evini arabasını aldıktan sonra evinde sıcak yatağında ölmek ister!..Ama o yiğitler Peygamberimizin” Müslüman Müslüman’ın Kardeşidir, o ona zulmetmez, onu zulme uğramaya maruz bırakmaz ve onu aşağılamaz (yani mükemmel Müslüman bunları başka bir Müslüman’a yapmaz).” [Buhârî, Mezâlim 3] fermanını hayatına geçirenlerdi. Dünya sağırları oynarken, bir şeyler yapılmalıydı. İşte o yiğitler, dertlendikleri bu merhamet hareketi ile duyurdular. Aslında, Gazze’ye yardım konvoyunu götüren gemiye saldırması sonucunda hayatını kaybetmediler. Rabbimizin "Bilakis onlar diridirler" müjdesi gereği diridirler. Sonsuz bir âlemde daima rızıklandırılacaklardır.Onar’ın sevincine ortak olmak vardı!..Ama ne yazık ki onlar önde gidenler oldular.Biz arkalarında gıptayla bakakalanlardan olduk.Allah bize rahmet eylesin de, onların payelerine ulaşabilelim.Onlar şahadet destanını yeni versiyonunu yazdılar.Bizde ancak kahramanlık türküleri söylüyoruz.Elbette herkes yeteneğine uygun davranır . Birçok kimsenin kendisine dokunmadığı sürece yılanı görmezlikten geliyor. Şahadeti ezgilerde haykırmak veya edebiyatını yapmak işin kolayıdır. Asıl, Filistin’e gideceğini öğrenince çocuklar gibi sevinen Necdet olmak vardı. Ama ateş illa da düştüğü yeri yaksa da, Çetinin hanımı gibi “ben senden razıyım, Allah da senden razı olsun” diyebilmektir. Şahadet ateşini önceden Cengizler gibi ”adam gibi adam olsak da şahadet şerbeti bize nail olsa” diyenler, adam gibi adam olduklarını gösterdiler. Şehidlerin piri Hz. Hamza’nın elinden şahadet şerbetini içiyor..Gazze’deki çocuklara park yapmak isteyen Fahri Yaldız Dıhye bin Kelbi elinden tutar, cennette parklar yaparlar. Ali haydar gibi olmak vardı! Zira Ona Cafer-i Tayyar, kopan koluna kanat takıp cennete uçmuşlardır.Furkan’ın annesi sevinsin Sümeyra Hatun gibi..İlay-ı Kelimetullah ve insanlık için babalarımız,ağabeylerimiz,eşlerimiz veya evladımız feda olsun!”diyebilmektir. Mavi renk, vücudumuzda boğaz bölgesini yansıtan bir renktir. Mavi renk gökyüzünün ve geniş ufukların, denizin simgesidir. Sınırsızlığı ve uzak bakışlılığı simgeler. Huzuru temsil eder ve sakinleştirir. Şairin dediği gibi: Bir elimde kahve Bir elimde kitap Karşımda deniz Alabildiğine mavi her yer Ahh AŞK mavi Sabah mavi Huzur mavi Hafif bir esinti ve iyot kokusu Kulağımda dalgaların ıslık sesi Umurumda mı şimdi yaşamak ya da yaşayamama korkusu.. Saadet Bayri Fidan Dokuz yiğidi ne sözcükler nede sayfalar anlatabilir. Şehadeti unutan bizlere hatırlatan o mücahitlere şükran borçluyuz. Bize Gazze’ye giden Mavi Marmara ile ufkumuzu mavileştirdiler. Ve bize;” biz görevimizi yaptık”. Şimdi sıra sizde ödevini verdiler. Her yer maviydi;yer mavi,gök mavi ve gemi maviydi.. Dehşet kıpkırmızı idi. Ama şehidler ölmedi diriydi. İnsanlık, vallahi 9-0 yendi. Bütün mazlumlar sevindi. Ey şehidler sizler görevinizi yaptınız.Arkada kalan bizler düşünsün!.Siz kanlı gömleğinizle sorulara cevap verirken,bizlerin mazeret gömlekleri işe yaramayacağını anladık.Bütün şehidlere selam olsun!..Bizlere de Rabbim rahmet eylesin!..Amiin!.. (2012)
İşte benim hatıram çarpıcılığının yanı sıra, etkileyici olmasıdır. Sözü fazla uzatmayalım; 15 yıl önceydi, bir düğünde başıma geldi. Ne geldi? Diye soruyorsunuz tabii.anlatayım:efendim ben naçizane düğünlerde def ile ilahiler ve ezgiler, aralarda da şimdi stand-up dedikleri ama bizim öz kültürümüzde orta oyunu- meddah karışımı mesajlı espiriler yapıyorum..böylece düğünü matem havasından çıkartıp, İslam’ca eğlenmeye bir örnek vermeye çalışıyorum.ama bir kuruş para almadan yapıyorum. Yine bir düğüne gittik. Hem de hiç tanınmadığımız Dörtyol’daki bir beldeye gittik. Elimizin elverdiği, dilimizin döndüğünce gök kubbede bir hoş seda bırakmaya çalıştık. Program bitti. Masalar açıldı ve velime yemeği serilmeye başlandı. Davetliler başladı hafif espiri ile bize takılmaya; biri:”ben hocalarla beraber yiyeceğim” deyince, diğeri: “niye?” Diyor.”Hocalara bol yemek gelir” cevabını konduruyordu. Bir diğeri: ”ben de hocalarla beraber yiyeceğim” deyince, bir diğeri:”niye?” Sorusunu sorarak adeta orta oyunu oynuyorlardı. Niye sorusuna cevaben:“çünkü hocalara yağlı yemek gelir” diyordu. Ben ise bu tasvip etmediğim ama insanların espiri yaptığını bilerek tebessümle:”hayır ben fazla yemem veya ben yağlı yiyemem” gibi cevaplarla geçiştiriyordum ki; birisi; “adamın birinin bostanına bir hocayla bir öküz girmiş” demesi ile diğerleri gıcıkca ve alaylı bir eda ile:”eee sonra nolmuş?” Diye soruyor. Fıkrayı anlatan iştahla ve gülerek anlatmaya devam ediyordu:”bostan sahibinin çocuğu seslenmiş babasına:”baba, bostana bir hoca ile bir öküz girdi ne yapayım?” Baba:”öküzü bırak, hocayı çıkar oğlum” demiş, deyince düğündeki herkes gülmeye başladı. Hem de ne gülmek! Kahkahalar atıyorlar… Takdir buyurursunuz ki bende bu sözler ve gülüşler şok etkisi yaptı. Beni tanımıyorlardı ama hoca olamam onlara yetiyordu. Ve bana hakaret ettiklerini adeta farkında bile değillerdi. Bir kere ben, düğünlerde ki velime yemeklerinden yemek sünnet olduğu için, yapılan burada kulaklı çorba dedikleri, başka yerlerde yüzük veya mantı çorbası dedikleri çorbadan bir tas içer, kalkarım. Ama beni tanımamalarına rağmen ;”öküzü bırak, hocayı çıkar oğlum” sözünü duyunca, masadan kalktım ve sandalyemi alarak bir portakal ağacının dibine gittim ve şöyle dedim:”hoca bostandan çıktı, buyursun öküzler” Bu sefer de, davetliler şok olmuştu.çünkü benden böyle bir çıkış beklemiyorlardı anlaşılan.. Fıkrayı anlatan adam:”ama hocam ben şaka yaptım” diye kendini savununca, bende:”ben şaka yapmıyorum. Buyursun öküzler” adam:”ama hocam sen bizi öküz yaptın ayıp oluyor” deyince, ben parlamışım:”bre ahlaksız adam! Sen bizi öküzden de aşağı yaptın. Ben sana paye verdim. Asıl ayıp hatta terbiyesizlik senin yaptığındır.” Hiç kimsede ses çıkmıyordu. Düğün sahibi gelip hocam ben özür dilerim buyurun yemeğe dedi ise de “ben hayır bu ortamda daha fazla kalamam ve burada da yemek yiyemem”. Dedim ve düğünden ayrıldım. Aslında bu hatıram şimdi dillere destan olmuş. Ve kimse eskisi gibi buralarda hocalara böyle aşağılayıcı hakaretler yapamamaktadır. Zira “çok yemek kâfirlerin özelliğidir” der peygamberimiz. Onun için mü’min çok yemez, hoca da. Çünkü bizler her şeyimizle örnek insanlarız. Her şeye rağmen de örnekliğimizi devam ettirmeliyiz. Hocalar çok yemez, çok çalışır… (2010) |
HAC-UMRE KAMPANYAMIZ | ||
![]() |
VEFAAT EDENLER | ||
|
||
ONLINE SAYAÇ | ||||||||||||||
|
||||||||||||||