Hacı “Mahşerin provasına” çıkacak. İhramını kefeni bilecek, geride bıraktıklarını Allah’a emanet edecek ve Hz. İbrahim’in binlerce yıl öteden gelen davetine koşacak. Yeryüzünün göbeğine, insanlığın ilk misafirhanesine, dünyanın ilk mabedine yürüyecek. Şairin dediği gibi;
Kutlu beldelere hasret çekenler,
Kalplerine “Gül” kokusu çökenler,
“Lebbeyk, Lebbeyk..” diye yola çıkanlar,
Bir büyük sevâbı işleyip gidin;
Yeni bir hayata başlayıp gidin…
Hz. İbrahim’in, Hz. Hacer’in, Hz. İsmail’in, Hz. Muhammed’in kokusunun peşine düşecek. Arafat’ta marifete erip Adem gibi “adam” olacak. Meş’ari’l-Haram’da (Müzdelife) şuura erecek. Mina’da, içindeki ve dışındaki şeytanlarla savaşmak için atış talimi yapacak. Kurban kesip Hz. İbrahim ve İsmail’in teslimiyetini örnek alacak. Dahası, İsmail’i almayıp üstüne bir de İshak’ı bahşeden Allah’ın cömertliğine bakıp, “Eğer Allah isterse, almak için istemez, vermek için ister” diyecek ve Allah için verme yarışına girecek.
İşte böyle bereketli bir yolculuk hac yolculuğu.. Kim için? Tabii ki her giden için değil. Eğer işin şuurunda değilse kişi, değil gitmek, Kâbe’nin avlusunda yaşayıp ölse hiçbir şey fark etmez. Unutmayın, Ebu Cehil’in evi Kâbe’ye Allah Resulü’nün evinden yakındı.
Gidip “acı” olmak da var, gidip “hacı” olmak da. Mührü bozulmadan gidip gelenler, zahmetli bir turistik yolculuk yapmış olurlar. Anadan doğduğu günkü gibi temiz ve pak dönmek isteyenler, haccı “ana rahmine” bir yolculuk bilmeliler. Ana rahmine yolculuk yapan insan, yiyecek, içecek, giyecek derdine düşmez. Ana rahminde bunların esamisi okunmaz. Tüm unvanlarını, statülerini, afrasını, tafrasını bırakır. Tüm elbiselerinden soyunur gibi dünyayı soyunur. “Rahmeti” bir ihram gibi kuşanır. Giden “Kutlu Yolculara ” selam olsun!.Dualarında bizleri unutmasın.Allah kabul eylesin!..Cengiz Numanoğlu’nun 1993’de yazdığı “Beytullahda ben” şiirini birkaç mısrasını “Beytullahda siz” diye gidenlere atfediyorum!.24 Ocak’ta Allah nasib ederse bende gidiyorum.Hakkınızı helal edniz!.Vesselam!..
Bir sancak altında kaç milyon insan,
Ne tenleri benzer, ne dilde lisan…
Olmuşlar… Tek yürek, tek beden de can;
İnsanlığı göreceksiniz… Beytullah’ta siz…
Bir damla misâli, kapılmış sele;
Zengin, fakir, paşa, nefer elele…
Yan yana secd’eder, sultanla köle;
Mahşerle tanışacaksınız.. Beytullah’ta siz…
Yedi bağın gülü, aynı destede,
Yetmiş iki millet, aynı listede,
Kaç milyon ”Âmin” der, aynı bestede;
Tevhîd’le haşrolacaksınız.. Beytullah’ta siz…
Rabb’in o davetli misafirleri;
Doldurmuş, Mekke’de her karış yeri.
Dillerinde dinmez, ”LEBBEYK” sesleri,
Arş’a yollar göreceksiniz.. Beytullah’ta siz…
Bir zaman derdim ki: ”Yâ Rabbî neden,
Bir daha istiyor, bir kere giden?”
Meğer bilemezmiş, insan gitmeden;
Aldım cevabımı… Beytullah’ta ben…
Gördüm ki; bu dünya bir oyalanma,
Halime bakıp da, mutluyum sanma.
Bedenim Kâbe’den uzakta amma;
Gönlümü bıraktım… Beytullah’ta ben…